Ve Koma Amed sahnede. Sadece heyecan yarışında seyirciyi yeniyor gibiler. Duruş, bakışlar, tavır alandaki herkesle eşit. Kiminin komşusu, kiminin arkadaşı, kiminin sürgündeki evladı gibiler. Serap diva, ama kuş gibi pırpır yüreğini alandan görmeyen yok, o da gizlemiyor. İsteseler de gizlemeleri namümkün. Fikri’nin sesi de boyu gibiymiş meğer. Memo, bıraksan günlerce çalıp söyleyecek aynı güzellikte
Zekine Türkeri
“Amma abartıyorsunuz” diyenler oldu. “Alt tarafı bir konser” diyen, “Koma Amed kim ki?”… Evet abattık, büyüttük. Koma Amed konser verecek biz de normal bulup normal mi karşılayacaktık? Yok sayılmış, gördüğü zulmün milyonda biri görülmemiş, normal bir günü olmamış bir halkın evlatları… Bizim de canımız var, biz de insanız. Yüz yıldır haysiyet mücadelesi veren bir halkın evlatları bir kere de abartsın. Yaşadığının milyonda birini anlatmamış, abartılı bir hikâyesi olsun bari!
Normali bilmiyoruz, normal şeyler yaşamadık. Normal olmamız normal olmazdı. 100, 90 ve 30 mesela… Birer rakam olabilir dünya alem için. Kürt için yüzyıllık varlık mücadelesi. 90’ları var Kürdün, 90’larda yaşadıkları. Hesapsız kitapsız, çiçek gibi bir neslin efsane mücadelesi ve onun orantısız bedeli. “30 yıllıklar” var bir de, 90’larda cezaevine girmiş, dünya tarihinin bu çaptaki son siyasi müebbetlikleri… Yalnız o neslin toprağa düşen, bir mezarı bile olmayan on binleri var. 90’ların yaralarıyla savrulanlar, sürgünde, kuytularda üstünden TIR geçen, bir kez, on kez hem de…
90’lar müziği ve ruhu
90’lar müziği var bir de. O çiçek nesle şarkılarıyla güç, nefes olan Koma Amed var, adını aldığı kentte hiç konser verememiş grup! Kurucusu, solisti Evdilmelîk Şêx Bekir (Melek), Tıp fakültesinden dağa gitmek durumunda kalmış, birkaç ay sonra toprağa düşmüş. Adını aldığı şehirde hiç konser verememiş; gözaltına alınan, kaçırılıp tehdit edilen, canını ancak sürgün gibi bir bedelle kurtarabilmiş müzisyenleri olan; pek çok engel, zulüm azmış gibi bu nedenle de dağılmış grup. Kalanlar ve gidenlerinin yaşamadıkları kalmamış, onca badireden sonra birbaraya gelmişler, 30 yıl sonra topraklarına gelip konser verecek Koma Amed, biz de Mustafa Kandıralı ve saz arkadaşları konseri tepkisi mi vereceğiz?
91’deki ilk gözaltımda “rutin muamele” sonrasında atıldığım hücrede yan hücredeki bir Koma Amed’linin sesiyle hayal bile kurmuşum. Daha sonra hemen her biriyle Özgür Gündem’de, Mezopotamya Kültür Merkezi’nde üzüntülerimiz, kahkahalarımız buluşmuş. İlk yayın yönetmenim Gurbetelli Ersöz ve Süleyman’la içtiğimiz çay sıkıştığım onca anda düşmeyeyim diye imdadıma yetişmiş. Üzüldüğümde, korktuğumda, aşık olduğumda bile şarkılarına sarıldığım Koma Amed gelecek ve ben normal kalacağım!
Gözümün nuru projem çöktüğünde ben de çökmüş, düşmüşken Koma Amed’in gelme ihtimali ayağa kaldıracak ilk yardım müdahalesi gibi geldi bana. 90’larda gelmesi gereken barış gelmek bilmeyince çöken ülke, çürümede dip yaptığımız günlerde… Arafta, barış ihtimaline tutunmaya çalışan milyonlarca Kürt dünya için küçük, kendisi için dev bu hediyeyi heyecanla bekleyecekti. Abarttık, çünkü ihtiyacımız vardı. Koma Amed adını unutanları, hiç duymamış olanları bile heyecanlandıran, umutlandıran acil barış ihtiyacı.
Bir konser için 1500 km yol gidilir mi? Gelen Koma Amed ise koşarak, barış umuduysa bir de uçarak… Diyarbakır havaalanındaki karşılamanın yalnız grubu değil, o görüntüleri izleyen her Kürdü etkilemesi, duygulandırması bundandı bence. Doluyuz boğazımıza kadar, boğulacak kadar; Süleyman’ın gözyaşları dokundu, sular, seller aktı pek çoğumuzun gözlerinden. Birkaç saat sonra aynı havaalanına indim.
JİTEM ve TEM’e rağmen gazetecilik yaptığım, yaralı, ağır hasarlı ayrıldığım; 30 yıl sonra hayatımın en önemli, anlamlı çalışması olacağını sandığım “30 yıllıkların” hayat hikâyesi çekimleri için geldiğim, bu kez “benimkilerin” engelleri sayesinde proje ve kendim çökerek ayrıldığım, bu nedenle de gitmeye yüzümün tutmadığı kente… Neyse ki beni de biri karşıladı, bir arkadaşım. Bir de 14 yıl önce bir yolculuk arkadaşım, Koma Amed’in isim babası Selçuk Mızrak’lı bırakmıştı gideceğim eve. Onlarca kez indiğim havaalanında ilk kez biri karşılayacaksa o bu kez olmalıydı.
Masal gibi geldi
Süleyman gibi ağlayarak başladım, devamı masal gibi geldi. Yalnız aradıklarım değil, karşılaştıklarım da en sevdiklerimdim olacaktı o andan itibaren, bazılarıyla yıllar sonra. Hayat bana bütün cömertliğini bu yolculuk için ayırmıştı sanki. Bir aksilik, provokasyon olmasın diye günlerce dua ettiğim konsere çocuklar gibi şen vardım kıymetlilerim, 10 kadar güzel insanla. İlk kez girişteki kontrolü görünce sevindim. Polis sormadan çantamı açtım. Oradan itibaten bir ay önce konsere gitmek için sözleştiğim arkadaşla devam ettim. 30,5 yıl boyunca kaldığı cezaevlerinde demirin, betonun çürümesine tanıklık ederken bedensel, ruhsal sağlığını korumak için mücadele eden, çıktığı günden beri de Kürtçe ve barış için koşturan Musa Şanak’ın yanında Özgür Gündem yıllarımdaki gibi yürür buldum kendimi Newroz Alanı’nda. Hafıza, 90’lar ruhu ve özgüveniyle. Taş gibi ağır, kuş gibi hafif ve havalı. Ben herkese hayran, herkes herkese.
Işık, ses kusursuz. Ben şaşkın ve mutlu herkes gibi. En az 10 siyasetçi konuşur diye beklerken yalnız iki konuşmacı olması Koma Amed’i sabırsızlıkla bekleyen herkesi rahatlatıyor. Zaten ilki ev sahibi DBB Eşbaşkanı Serra Bucak. O da herkes gibi heyecanlı, gruba ve hepimize “hoş geldiniz” diyor. DBP Eşbaşkanı Keskin Bayındır’ın “sayın Öcalan’ı da burada görmek istiyoruz” sözleri alanda güçlü alkışla destekleniyor.
Ve Koma Amed sahnede. Sadece heyecan yarışında seyirciyi yeniyor gibiler. Duruş, bakışlar, tavır alandaki herkesle eşit. Kiminin komşusu, kiminin arkadaşı, kiminin sürgündeki evladı gibiler. Serap diva, ama kuş gibi pırpır yüreğini alandan görmeyen yok, o da gizlemiyor. İsteseler de gizlemeleri namümkün. Fikri’nin sesi de boyu gibiymiş meğer. Memo, bıraksan günlerce çalıp söyleyecek aynı güzellikte. Ahmet, sahneye bu kadar mı yakışıyordu, unutmuşum; sesi daha da güçlü. Kimse kızmasın, benim favorüm her zaman Süleyman oldu ve birbirinden güzel parçalar içinde Êvarê. Bu kez gelemeyen ama alkışlamamı isteyen arkadaşımın yerine de alkışlayınca ilk kez Êvarê’de ağlamadım. Kulîlka Azadî ve Lê Kejê’de kendimi tutamadım. Yıllarca “Serhat’a söyleyin o gözlerini arada açsın” dediğim Serhat gözünü hiç kapamadı! Gözleri açık Serhat sahneye daha çok yakışıyor bence. Kapasa alandakilerin güzelliğini kaçırırdı hem.
Birlikte halayın güzelliği
Serhat’ın gözlerinin de unutmayacağı alanda da heyecan, büyü büyüyerek devam ederken hayatın cömetliği bana kıyak geçmeye devam ediyordu. Koca alanda, onca insan arasında tesadüfen yanıbaşımda bulduğum tanıdıklarım, arkadaşlarım en sevdiklerim oldu. Gerçi ben alandakilerin tamamını sevdim diyecektim ki aklıma doymayan zenginlerimiz geldi, hoyratlıkları, karşılaşmam da mümkün değil, protokol nere, alan nere? Protokolde sandığım DBP Eşbaşkanı Çiğdem Kılıçgün’ü alanda görmek yalnız bana değil, birlikte halay çektiklerine de iyi geldi. Benim sesimin bozamayacağı kadar güzel olunca her şey oynamakla kalmadım, eşlik de ettim. Bence o akşam benim sesim bile fena değildi! Her ne kadar 30 yıldır aralıksız Özgür Gündem ve ardıllarında çalışarak rekor kıran yanımdaki arkadaşlarım fark etmemiş olsalar da!
Döndüm, dolaştım, sahneden sonra en çok yanıbaşımdaki çifti izlemeye doyamadım. 3 ve 5 yaşlarındaki çocuklarıyla aile halayı çektiler mütemadiyen. Aile halayı diyorum, çünkü sadece ailece oynadılar. İtiraf edeyim, gözlerimi ayıramamın bir nedeni de tesettürlü kadının Sofi Ömer’in pabucunu dama atan muhteşem stili oldu. Koma Amed’i nereden bildiklerini sordum, “belki babam bilirdi” dedi gülerek Koma Amed’le yaşıt adam.
Seyircisine bile bayıldığımı gören 90’lar Özgür Gündem’inden arkadaşım, “hiç kusur bulmadın, yazmalısın” dedi. Yazmalıyım, Koma Amed rüzgarının yalnız Amed değil, dört parçada, sürgünde, Japonya’da bile Kürde yaşattığı onca güzel duyguya sıkılan limonları da yazmalıyım. Biz abartabiliriz, havaalanına indikleri andan ayrıldıkları dikikalara kadar o kurum senin, bu kurum benim ziyaret turlarını hadi siz organize edenler de abarttınız, ama ayağının tozuyla Amedspor dükkanına götürüp forma imzalattırmak nedir? Futbolcu müzisyene de forma imzalayabilir, müzisyenin forma imzaladığı nerede görülmüş? Zaten iki gün sonra maça götüreceksiniz. Dil, sanat kurumları ziyaretleri güzel, Rojin Kabaiş’in ailesini ziyaret de anlamlı. Ya iç çamaşırı şeyi ziyareti? Burada da durmayıp ticaret odasına götürmek? Hem de oda başının sahibi olduğu okulda “tek dil Türkçe fermanı” skandalına rağmen. Ziyaret listesine hele bu son ikisini ekleyen, görüp de ses çıkarmayanlar en iyi ihtimalle görgüsüz ve midesizdir. İyi bir şey yaptıklarını düşünüyorlarsa çıkıp eserlerini savunsunlar bari. Koma Amed gibi bir grubu bu eleştirilerle baş başa bırakmak hem gruba, hem Newroz Alanı’nı dolduranlara, hem de grubun diğer sevenlerine haksızlık, saygısızlıktır. Konserde protokol de olmaz bence, uzatmayayım ama, teşekkür edeceklerim var daha.
Milyonlarca Kürde masal gibi bir gece yaşatan, hatta günler yaşatmaya vesile olan başta Amed’de Koma Amed konseri fikri sahibi olmak üzere, kusursuz bir ses ve sahne düzenlemesini mümkün kılanlar; her adımda emeği geçen herkese teşekkürler, çaycı, zabıta… Bir de her konser sadece bir konser değildir, müzik de. Hele Koma Amed’in bu konseri… Şahane bir müzik şöleninin çok ötesinde bir şey oldu. 90’lar mücadele ruhuna, o nesle şahane bir selamdı aynı zamanda. Sahnede 90’ların efsane grubu, şahane direnenleri; alanda şahane direnmiş olanlar, direnenlerin anne-babaları, evlatları, yakınları; yarası, hasarı ve neşesiyle her şeye rağmen ayakta seyircisiyle muhteşem bir tablo. Hafızası, haysiyetiyle o alanı dolduranlar sonbaharda bile gökkuşağını çoktan hak etmiş bir halkın evlatları. Ayıptır söylemesi dünyanın çeşitli yerlerinde birkaç en iyiyi izlemişliğim var; Pablo Milanez, Silvio Rodrigez, Luz Casal, Paco de Lucia, Estrella Morente, falamenko devleri… Tamamı şahane, unutulmaz, ama sahne ve seyirci arasındaki duygudaşlık, arkadaşlık, müzik ve kalp ritmiyle Koma Amed konseri hepsi aşan örneği, tekrarı namümkün bir gece, tablosunu yapsan çizilemez o efsun. Bu tablo, gruba o alanda ve her an, her yerde göserilen sevgi, saygı seli Koma Amed’in omuzlarına bir yük de bindirdi bence. Bu yükün ne olduğunu ben söylemeyeyim, bilen bilir.
Sahnede Koma Amed, alanda yüzbinler, sıfır tatsızlık. Dünyanın en güzel şarkısı, en muhteşem korosu… Daha çok konuşuruz, yazarız. Tezler de yazılabilir. Hepsi moda deyim “respect”le noktalanmalı. Respect Koma Amed, respect 25 Ekim seyircisi. Nasıl bir şarkı, bir koro dilsiz mümkün değilse, o şarkı, o koro da Kürtçesiz namümkün. Dilsiz bir halk namümkün. Ve o halk barış için de o alanı doldurdu, herkesin iyiliği için. Demokrasi, adalet, özgürlük istiyorlar, herkes için. Makul bir hayat istiyorlar, normal olmak istiyorlar. Koma Amed 30 yıl sonra gelebildiyse, adını aldığı şehirde nihayet bir konser verebildiyse, en az 30 yıl geciken barış da gelebilmeli, gelmeli. Abartmıyoruz, barış ihtiyaçtır, ihtiyaçların en acili.









