• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
3 Kasım 2025 Pazartesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Yazarlar Tugay Karakuzu

Güney Afrika’nın Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu: Uzun Gecenin Gündüze Yolculuğu

3 Kasım 2025 Pazartesi - 00:00
Kategori: Tugay Karakuzu, Yazarlar
Güney Afrika’nın Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu: Uzun Gecenin Gündüze Yolculuğu

“Tarih, ne kadar sarsıcı acılar barındırsa da geri alınamaz; ama cesaretle yüzleşildiğinde yeniden yaşanmak zorunda değildir.”

Maya Angelou

1948-1994 arasında Güney Afrika’yı kuşatan Apartheid, siyah çoğunluğun temel haklardan dışlandığı, eğitimden sağlığa, yaşam alanlarından oy hakkına kadar her alanda ayrımcılığın kurumsallaştığı bir rejimdi. 1994’te Apartheid rejiminin yıkılışından sonra Güney Afrika, yalnızca yeni bir siyasal düzen inşa etmenin değil, aynı zamanda geçmişin yaralarıyla yüzleşmenin de zorunluluğunu taşıyordu. 1995’te kurulan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, bu yüzleşmenin kurumsal zemini oldu: işlenen suçların tanıklıklarla açığa çıkarıldığı, mağdur ile failin aynı mekânda bir araya geldiği, adaletin affetme ve hakikat arasında sürekli yeniden tanımlandığı bir alan. Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, cezalandırıcı adaletin sınırlarını aşarak, restoratif adaletin olanaklarını araştırıyordu: yani cezayı değil, hakikati ve yüzleşmeyi merkeze alıyor; affetmenin ya da affetmemenin yükünü mağdurlara bırakıyordu. Deborah Hoffmann ve Frances Reid’in 2000 yapımı Uzun Gecenin Gündüze Yolculuğu (Long Night’s Journey into Day) adlı belgeseli, bu sürecin hem bireysel hem de kolektif düzeyde nasıl yaşandığını araştırıyor. Film, dört dava üzerinden ilerliyor ve izleyiciyi, geçmişle hesaplaşma ile geleceğe yönelme arasındaki o ince eşiğe davet ediyor. Bütün bir Güney Afrika’yı etkisi altına alan beyaz şiddeti sarmalı, işkence, gözaltında kayıplar ve faili meçhul cinayetler geride kalmış, suçlular yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlamıştır.

Peki affetmek mümkün mü? Öyleyse, nasıl? Bir bedeli olacak mı işlenen suçların? Öyleyse, nedir? En derin yaralar, hakikat ve tanıklık aracılığıyla onarılabilir mi? Hem şiddete maruz kalmış hem de şiddet uygulamış insanların sonrasında uyum içinde bir arada yaşama olanağı var mıdır?

O ince eşikte

1997 senesinin Temmuz ayındayız. Film, bir üst sesin Apartheid rejiminin son günlerinde yükselen şiddet olaylarını anlatması ve 1993 yılında hayatını kaybeden kişilerden Amy Biehl’in hikayesini anlatmasıyla başlıyor. Dört siyah genç tarafından ırkçı rejime karşı organize edilen bir gösteri esnasında bıçaklanarak öldürülen Biehl’in hikayesi, iki yıl boyunca görülen ve filmin odaklandığı dört davadan biri.

Biehl’i öldüren siyah aktivistlerden biri Mongezi’nin avukatı, aile üyeleri ve kendisinin savunmaları peş peşe kendi ağızlarından yapıldıkça cinayetlerin şiddet sarmalını nasıl tetikleyip sürdürdüğü ve sonuç olarak açtığı toplumsal yarılmayı anlıyoruz. Biehl cinayeti için “politik motivasyonlarla” işlenmiş bir cinayet diyor onu öldüren dört siyah gençten biri. Kendilerini katleden beyaz bir yerleşimciyi öldürmek, onlara göre bir öz savunma. Biehl’i katleden bir diğer kişi ise polis tarafından silahla vurulan ve kollarında hayatını kaybeden arkadaşından bahsediyor. Trajediyi derinleştiren ise Amy’nin bizzat ırkçı sisteme karşı mücadele eden bir aktivist oluşuydu… Restoratif adalet tam da bu gerilimde açığa çıkıyor: failin hikâyesini anlatması, mağdur yakınlarının öfke ve yasını ifade etmesi, hakikatin ortaya çıkması… Ama bunun otomatik olarak “affetmeye” dönüşmesi gerekmiyor.

Filmin ele aldığı ikinci dava, devletin üst düzey güvenlik birimleri tarafından gerçekleştirilen bir katliama odaklanıyor. 1985’te Eastern Cape bölgesindeki Cradock kasabasından dört siyah Apartheid karşıtı aktivist – Matthew Goniwe, Fort Calata, Sparrow Mkhonto ve Sicelo Mhlauli – güvenlik güçleri tarafından kaçırıldı, işkence gördü ve öldürüldü; cesetleri yanmış halde bulundu. Apartheid rejimi şiddetinin sembollerinden biri haline gelen bu katliam uzun süre aydınlatılamadı. Sorumluların neredeyse hiçbiri suçunu itiraf etmedi, yalnızca Eric Taylor adındaki bir polis memuru. Katledilenlerden birinin eşi Nyameka Goniwe, Taylor’ın itirafının ardından onu affetmeyi reddettiğini söylüyor. Film esnasında sıklıkla Nazi toplama kamplarından “fiziksel olarak sağ” kurtulan Jean Améry’yi ve savunduğu “affetmeme hakkını” düşündüm, bilhassa affetmek istemeyen anneleri izlerken. Améry, toplumun ve dünyanın dayattığı affetme beklentisine karşı duruyor, geçmişin yaralarını canlı tutmayı ve suçun hakikatine sadık kalmayı bir hak olarak görüyordu.

Filmin ele aldığı bir diğer dava Robert McBride’ın hikâyesi. 1986’da Durban’daki bir barda düzenlediği bombalı saldırıda üç kadın ölmüş, onlarca kişi yaralanmıştır. Barışçıl gösterilerin sistemi değiştirmekte yetersiz kaldığını düşünen McBride, Nelson Mandela’nın kurduğu ANC içinde gerilla savaşına katılır. Hakikat Komisyonu’ndaki duruşmada mağdur yakınlarıyla yüzleşir; bir yanda yakınlarını kaybeden aileler, diğer yanda ise yaptığını “siyasal bir eylem” olarak savunan McBride vardır. Apartheid rejimini beyazlar kurup sürdürmüş olsa da, af başvurusu yapanların yüzde 80’inin siyah olması çarpıcı bir çelişkidir: sistem siyahları şiddete yöneltmiş, bedeli yine çoğunlukla siyahlarca ödenmiştir. Bu bombalı saldırıda hayatını kaybedenlerden birinin kız kardeşi Sharon Welgemoed ise, beyazların yalnızca ten renkleri yüzünden sorumlu tutulamayacağını söylese de, on yıllarca ülkeyi yöneten beyaz azınlığın bu sistemden güç ve zenginlik devşirdiğini hatırlatır.

Filmin “Gugulethu Seven” davasına odaklanan son bölümü belki de en çarpıcı kısmı. 1986’da Cape Town yakınlarında polis tarafından pusuya düşürülerek öldürülen yedi genç siyah aktivistin hikâyesi, Apartheid rejiminin şiddet mekanizmasının en çıplak örneklerinden biridir. Yıllarca çocuklarının ölümüne dair gerçeği tam olarak bilmeden yas tutan anneler, Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nda cinayetleri işleyen polislerden biriyle buluşturulur. Yaptıklarını itiraf eden ve pişmanlığını dile getiren polisin konuşmasından sonra salonu uzun bir sessizlik doldurur. Tüm bu sessizliği annelerin farklı tepkileri takip eder. Bu dava da, Komisyon’un temel çelişkisini bir kez daha bütün açıklığıyla gösterir: hakikat açığa çıkabilir, ama “uzlaşma” her zaman gerçekleşmeyebilir.

Gugulethu 7 katliamına karışan 25’ten fazla polisten yalnızca ikisinin (her ikisi de siyah) af başvurusunda bulunması ise, Apartheid rejimini ayakta tutan beyaz güvenlik güçlerinin çoğunlukla hesap vermekten kaçındığı gerçeğini açığa çıkarıyor.

Yüzleşmenin çelişkileri ve ahlaki düğümler

Uzun Gecenin Gündüze Yolculuğu, Güney Afrika’nın Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu deneyimini dört farklı dava üzerinden anlatırken, sadece tarihsel meseleleri değil, aynı zamanda affetme ve etmeme olgularının karmaşıklığı üzerine dair de tartışmalar başlatıyor.

Tüm bu davalar, Komisyon’un tasarımındaki temel çelişkiyi yansıtır: Hakikat ortaya konabilir, ama uzlaşma her zaman sağlanamaz. Af başvurularının yüzde 80’inin siyahlar tarafından yapılması ve beyaz elitin çoğunun sürece katılmamış olması, sürecin sosyo-politik sınırlılıklarını ve tarihsel adaletsizliği de gözler önüne serer. Film, bu karşıtlıklar üzerinden izleyiciyi yalnızca Güney Afrika tarihini değil bağışlama ve adaletin birbirine dokunan ama farklı kavramlar olduğunu düşünmeye davet eder.

Güney Afrika’daki komisyonlar, hakikati öğrenmek ve geçmişle yüzleşmenin, geleceğe yönelmenin önkoşulu olduğunu gösteriyor; bu eşiğin her zaman sancılı olduğunu da.

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

tepedeki bayrak

Sonraki Haber

Toplum düşünceyle varolur

Sonraki Haber
Toplum düşünceyle varolur

Toplum düşünceyle varolur

SON HABERLER

12 kişiye 159 yıl ceza ve tutuklama: Adliye sürece direnç gösteriyor

12 kişiye 159 yıl ceza ve tutuklama: Adliye sürece direnç gösteriyor

Yazar: Heval Elçi
3 Kasım 2025

18 kez anjiyo olan tutsak ‘İyileşti’ deyip geri gönderdiler, fenalaştı

18 kez anjiyo olan tutsak ‘İyileşti’ deyip geri gönderdiler, fenalaştı

Yazar: Reyhan Hacıoğlu
3 Kasım 2025

Rezan’daki yapıların yüzde 90’ı riskli: Yerinde dönüşüm şart

Rezan’daki yapıların yüzde 90’ı riskli: Yerinde dönüşüm şart

Yazar: Heval Elçi
3 Kasım 2025

Enflasyon açıklandı: TÜİK’e göre 32, ENAG’a göre ise yüzde 60

Enflasyon açıklandı: TÜİK’e göre 32, ENAG’a göre ise yüzde 60

Yazar: Aziz Oruç
3 Kasım 2025

Öğretmen Füruğ Hüsrevi’ye 15 yıl hapis cezası verildi

Öğretmen Füruğ Hüsrevi’ye 15 yıl hapis cezası verildi

Yazar: Bedri Adanır
3 Kasım 2025

Abdullah Öcalan röportajının 3’üncü bölümü yayınlandı

Abdullah Öcalan röportajının 3’üncü bölümü yayınlandı

Yazar: Aziz Oruç
3 Kasım 2025

Hapishanelerde yaşam hakkı ihlal ediliyor!

Hapishanelerde yaşam hakkı ihlal ediliyor!

Yazar: Bedri Adanır
3 Kasım 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır