Alevilerin ibadet dilinin Türkçe olduğu iddiası üzerine başlayan tartışmalara yanıt:
Ergin Doğru; ‘Hakikate rağmen ‘İbadetin dili Türkçedir’ demek yanlıştır. Çünkü bu konudaki dayanak, 600 yıl öncesine, Türkçeleştirme çabalarının başladığı dönemlere götürür
Nesrin Akgül; Binlerce yıllık hafızası olan bir etno dinsel kimlik bugün yok sayılıyor. Bu inkarı yaparken Aleviliğin etnik kimliği yoktur üzerinden yapmıyor, Kürt Alevisi yoktur diyor, yani Kürtlüğüne saldırıyor
Son yıllarda bazı kesimlerin ısrarla Aleviliği sadece Türklük ve Türkçenin sınırları içerisine hapsetme girişimlerinin en son örneği Alevi müziğinin tanınan isimlerinden Erdal Erzincan oldu. Erdal Erzincan’ın, “Aleviliğin lisanı hal dilidir, ibadet dili ise Türkçedir” değerlendirmesi eleştiri ve tepkilere de yol açtı. Asırlar boyu asimilasyona, katliama, sürgüne, yurtsuzlaştırmaya, göçe maruz kalan Alevilerin yaşadıklarını görmezden gelen yaklaşımlarda ise Kemalizm ve kapitalizmin etkilerini de görmek mümkün.
Bu açıdan, Yeni Özgür Politika gazetesi, bu önemli konuyu sanal platformlarının kısır döngüsünden çıkarıp tartışmaya katkı sunma hedefiyle 5 bölümlük bir dosya hazırladı. Dosyanın ilk bölümünde yazar ve Dersim Araştırmaları Merkezi (DAM) kurucularından Ergin Doğru ve yazar Nesrin Akgül’le konuştu.
‘Tartışma, yolun edep felsefesi ve erkanın gereğiyle yürütülmemektedir’

Ergin Doğru, Aleviler arasında ‘ibadet dili’ konusunda yaşanan tartışmanın öz itibarıyla inançtan çok siyasal bakışın tezahürü olduğuna dikkat çekerek şunları belirtti:
“Bu tartışma, yolun edep felsefesi ve erkanın gereğiyle yürütülmemektedir. Yolun gönül dilini anlamayan, gönül gözüyle bakamayanlar yolun hakikatinden ziyade kendi doğrularında ısrar etmektedir. Bu haliyle sağlıklı bir tartışma ortamı oluşmamaktadır. İnkarcı bir yaklaşım, ‘yok’un inkarı anlamına gelir. Oysa bizim ‘yok’umuz, her durumda gönül saflığı ve mütevaziliktir. Yol uluları, ağzımızdan çıkan söze dikkat etmemizi salık verir. İnsan, kendi eksikliğini görürse büyür, yoksa çok konuşarak ya da kendini daima haklı görerek değil. Bu nedenle, ikrar vermiş her yol evladı, yolun edebiyle yürümeli, diliyle kimseyi kırmamalıdır. Öte yandan, yanlışa düşene karşı aşırı tepkisel ve yola yakışmayan bir dil kullanmak kimseye fayda sağlamaz. Madem bir hata yapılmıştır, buradan ders çıkararak hakikate varmak hedeflenmelidir. Her yol evladı, diline sahip çıkmalı ve yolun erkânının gereğini yerine getirmelidir.’’
‘Alevilikte ibadet dili Türkçedir, demek yanlıştır’
Hiçbir inancın tek bir dile indirgenemeyeceğini ve inancın farklı etnisitelerden oluştuğunu ve herkesin ibadetini ana diliyle yaptığına dikkat çeken Ergin Doğru şöyle devam etti:
“Bu hakikate rağmen ‘İbadetin dili Türkçedir’ demek yanlıştır. Çünkü bu konudaki dayanak, deyişlerin Türkçeleştirilmesi olsa da, bu süreci zorlarsanız sizi 600 yıl öncesine, bu topraklarda Türkçeleştirme çabalarının başladığı dönemlere götürür. Cumhuriyet dönemindeki tekçi, asimilasyoncu politikaların yoğunlaşması ise son 70 yıldır sürmektedir. Bu tekçi zihniyete rağmen insanlar ibadetlerini ana dilleriyle yapmışlardır zira çoğu, ana dili dışında başka bir dil bilmezdi. Bu gerçeğe rağmen, asimilasyoncu sonuçlardan yola çıkarak genellemelere gitmek, inkarcı bir bakışla yan yana düşmek olur ki, bu en büyük zül olacaktır. Özellikle Rêya Haq ve Kürt Alevi süreklerinde, pir talibin dilini konuşur ve onun diliyle ibadet eder. Dolayısıyla ‘Alevilikte ibadet dili Türkçedir’ demek yanlıştır. Elbette Türkçe ibadet eden geniş bir kesim vardır; fakat ‘herkes’ demek hatadır, bu yaklaşım insanı zor duruma düşürür.”
‘Devlet politikalarından bağımsız düşünemeyiz’
Günümüzde Dersim’de asimilasyoncu Kemalist politikaların ve farklı yanıltıcı yaklaşımların sonucu olarak büyük bir dil sorunu yaşandığına ve bazı çevreler tarafından Dersim’de bilinçli olarak asimilasyon politikasının yürütüldüğüne işaret eden Ergin Doğru, şu noktalara dikkat çekti:
”Dil kırımı, aslında bir uçurumun kenarında olmak gibidir. Bu yüzden bugün Dersim’de inanç asimilasyonu ile paralel olarak, cemlerde dilin Türkçeleşmesi söz konusudur. Ancak bu asimilasyoncu yaklaşıma direnen pirler ve analar dualarını, gülbanglarını, nefeslerini ve deyişlerini ana dilleriyle yapmaktadır. Muhabbetin dili, yaşamın dili; Kirmanckî ve Kurmancî yaşatılmaya çalışılmaktadır. Yaşanan bu üzücü durumu devlet politikalarından bağımsız düşünemeyiz. Ancak biz de kendimizi dara çekmeliyiz. Egemenlerin dil kırımı yoluyla ulaşmaya çalıştığı asıl hedef, toplum kırımıdır. Bu gerçekliğe rağmen, bazı inanç önderlerinin, sanatçıların ve aydınların dili sıradanlaştıran ya da basit gören yaklaşımları kabul edilemez. Dili yaşatmak, inancı korumaktır. Sahip çıkmamız gereken temel değerlerimiz bunlardır. Aksi takdirde, asimilasyoncu devlet politikalarının yok edici baskısından kurtulamayız.”
‘İnşa edilen Alevilik, söz konusudur’
Dersim’in ve Kürt Alevilerin dil konusunda yaşadığı kırımın bütünlüklü şekilde ele alınması gerektiğini belirten Ergin Doğru, günümüzde yaşanan dil ve inanç kırımının birçok nedene dayandığına dikkat çekti ve ekledi:
“Dil, inanç, kültür ve kimliğin korunması, toplumun örgütlü gücüyle doğrudan bağlantılıdır. Bugün yaşanan dil ve inanç kırımı birçok nedene dayanmaktadır. Bunlardan biri, elbette devletin asimilasyoncu politikalarıdır. Egemenlerin bu yaklaşımı tarih boyunca sürmüştür. Şah İsmail’in Anadolu’ya gelişi ve Kürt Alevi bölgelerinde Şah Hatayi deyişlerinin girmesi gibi konjonktürel sebepler, Aleviliğin yeniden inşasında hep bir etken olmuştur. Bu inşa sürecinde çarpıtılmış bir tarih ve değerler silsilesi yaratılmakta, Horasan efsanesi ya da ‘Alevilik özünde Müslümandır’ gibi söylemler bu inşanın bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu söylemler tesadüf değildir, çünkü burada bir ‘inşa edilen Alevilik’ söz konusudur.
Alevilik ile dil arasında oluşan zayıflamanın başka nedenleri de vardır. Yaşanan sürgünler, modernizm adına dilin küçümsenmesi, dilin pazar, eğitim ve yaşam dili olmaması gibi etkenler bu zayıflamaya katkı sunmuştur. Ancak esas sorun, devletin asimilasyoncu dil kırımı politikasıdır. Diğer etkenleri devlet politikalarından bağımsız değerlendirmek ise safdillik olur. Sonuç olarak, bugün ibadetimizi ana dilimizle yapamıyor, inancımızı ana dilimizle yaşamakta zorluk çekiyor olabiliriz. Fakat bu, inancımızın sadece tek bir dille yaşanabileceği anlamına gelmez. Özellikle Alevilik gibi ’72 millete bir nazarla bakan’ bir felsefenin ibadetini tek dile mahkûm etmek mümkün değildir. Bu aynı zamanda inancın da inkârı olur. Bu yüzden, hakikate ancak ‘yol’un düsturlarıyla varılacağı gerçeğine bağlı kalmalıyız. Yolun hakikatini siyasal görüşleriyle tanımlamaya çalışanlar ise kaybetmeye mahkûmdur.”
‘Alevilik inancı kendini inkar etmeyi düşkünlük sayar’

“Demokratik Toplum ve Barış Süreci”nin gündemde olduğu bir süreçte yeniden Kürt Alevi kimliğinin tartışmaya sokulması tesadüfi olmadığına dikkat çeken yazar Nesrin Akgül ise Kürt Alevi toplumsallığının varlığına dair yürütülen tartışmaların özünde Kürt kimliğini inkar etmeye yönelik bir argüman olarak ele alınması gerektiğini belirterek, şunları söyledi:
“Çünkü Kürt Alevilerinin Kürtçe ibadet diline sahip olup olmadıklarına dair tartışma, direkt Kürt varlığını tartışmaya sokan bir sorudur. Oysa demokratik toplum zihniyetinde bir toplum kendini nasıl tanımlıyorsa öyle de tanımlanmak ister ve o topluluk inkar ediliyorsa o zaman kendini tanımlama hakkına saldırı gerçekleşmiştir. Bu noktada Kürt Alevilerinin ibadet diline ne kadar sahip çıktıkları ve bu tartışmanın hangi gerçekliğe dayandığını sorgulamak önemlidir. Alevilik bir inanç kimliğidir ve bu kimlik varlık felsefesini ‘Yol bir sürek binbir’den alır. Yani bu inancı sadece etnik bir topluluğa ait kılamayız. 72 millete bir gözle bakma düsturu da onun demokratik toplum karakterini yansıtır. Kendine Aleviyim diyen her insanın kimlik felsefesi de buna dayanır, buna ikrar verirler. Bununla beraber Alevilik inancı kendini inkar etmeyi düşkünlük sayar. Hakikat kapısında duran ve kendini inkar eden; eline, diline, beline sahip olamayan bir can yoldan çıkmıştır ve dara durmalıdır. Yani Kürt Alevi dediğimiz topluluklar kendisi olamıyor ve kendini inkar ediyorsa bu onun yoldan çıktığını gösterir. Maalesef biz Kürt Aleviler tarihsel geçmişi olan asimilasyon politikaları nedeniyle öncelikle Kürtlüğümüzü inkar ettik. Dikkat edilirse ekseri olarak Kürt Alevi ailelerde çocuklar Kürtlük bilinciyle değil, Kürtlüğünden kopartılmış Alevi kimliğiyle büyütülür. İyi, doğru ve güzel yaşama ibadetini de Türkçe ve Türkleşen bir zihniyetle yapar. Meselemiz neden Türkçe ibadet yapıyoruz değil; elbette her dil bir dünyadır ama sorunsallaşan şey kendi olmayı başaramadan başkalaşan ve asimile olan bir topluluğun yaşadığı kimlik sorunudur. Kürt kimliği kendini kazanmadıkça, statü sahibi olmadıkça da Kürt Alevilerin de yaşadığı ibadetini anadille yapma sorunu aşılmaz.”
‘Kürtlüğünden uzaklaştırılıp, Türkleştirilmeye başladığı yer
Tarihsel olarak Rêya Haq inancının bu coğrafyanın en otokton ve yerel inançlarından biri olduğunu belirten Nesrin Akgül, bu inancın ritüel ve gulbangların Kürtlerin toplumsal hafızasını koruduğunu ve yansıttığını aktararak, şunları söyledi:
“Rêya Haq inanç merkezi olarak Dersim sadece Alevi olduğu için değil, esasta Kürt olduğu için hedef haline gelir ama bu hakikatin üstü de örtülür. Burada yaşayan halkın sadece Alevi olması onu hedef yapmamıştır; Kürt Alevi olması ve dönemin inkar politikalarına karşı dirençleri onları hedef haline getirmiştir. Nitekim öyle olmasaydı, Dersim bölgesi bu kadar soykırım politikasına uğratılıp Türk’ten daha çok Türkleştirilmezdi. Sıdıka Avar’ın ‘Dağ Çiçeklerim’ kitabı bu konuda ibretlik bir kitaptır. Avar, M. Kemal’in talimatıyla yatılı kız okullarını yöneterek, Kürtçe konuşan kız çocuklarını Türkleştirme misyonu üstlenir. Elazığ Kız Enstitüsü, Kürt Alevi kızlarının Türkleştirilmesi için pilot bölge olarak seçilir ve Avar kendini ‘vahşi dağ kızlarının annesi’ rolüne büründürerek, tüm yalvarmalarına rağmen kız çocuklarını zorla annelerinden kopartır. Maalesef bu travmatik olay da ‘Dağ Çiçeklerim’ ismiyle romantize edilir. Avar, Dersim Tertelesi’nden kurtulan Kürt çocuklarını ‘yeniden kazanma’ adı altında, çok sembolik olarak saçlarını da kazıtarak Türkleştirmek ister ve Dersim’in kayıp kızları buradan da kendi hikayesini oluşturur. Görüldüğü gibi Rêya Haq inanç sistemi en ciddi müdahaleyi Kürtlüğünden uzaklaştırılıp, Türkleştirilmeye başladığı yer. İki yönlü bir müdahale söz konusudur; bir yandan Türkleştirme öte yandan İslam kimliği içine yerleştirme. Cumhuriyet döneminde 1924 Anayasası ile başlatılan ‘modernleşme’ ve laiklik süreci medreselerin kapatılmasını salık verince Rêya Haq inancının da pîr-talip ilişkisinde darbe yemesine ve süreğin kendini aktarmasında engel oluşturmuştur.”
‘Ötekini inkar etmeden demokrasi mücadelesinde yer almalıyız’
Rêya Haq inanç sisteminin ibadet diline yerleşen Türkçe deyişlerin aslında daha Osmanlıdan beri yürütülen politikaların bir devamı olduğunu da unutmamak gerektiğine dikkat çeken Nesrin Akgül devamında şunları belirtti:
“Safeviler döneminde Şah İsmail’in Erdebil, Osmanlının Bektaşi tarikatları aracılığıyla Rêya Haq inancına müdahale ettiği unutulmamalıdır. Bu süreçte Şah İsmail ekserisi Türkmen olan Alevileri Osmanlıya karşı örgütlemek için Erzincan’da toplar ve mobilize olan Türkmen Alevilerinin, obalarının Rêya Haq topluluklarla teması neticesinde de ibadet diline Türkçe’nin yerleştirildiğini biliyoruz. Ancak bu süreç Safevi ve Osmanlı arasında sıkışan Rêya Haq inancı, bu süreçte Dersim’de Bektaşilik müdahalesi yemiş ve ovalık kesimlerde yaşayanlar da bundan belli düzeylerde etkilenmiştir. Dağlık bölgelerde yaşayanlarınsa ‘itîqata Kirmencîye’ olarak kendini tanımlayıp, anadillerinde cem tutup, erkan yürütmeyi başarmıştır. Tarihsel geçmişi olan bu asimilasyon sürecinin Rêya Haq inancına etkisi kimlik erozyonu şeklinde olmuştur. Binlerce yıllık hafızası olan bir etno dinsel kimlik bugün yok sayılıyor ve deniyor ki Kürt Alevi yoktur. Bu inkarı yaparken Aleviliğin etnik kimliği yoktur üzerinden yapmıyor, Kürt Alevisi yoktur diyor, yani Kürtlüğüne saldırıyor. Rêya Haq topluluklarının anadillerinde ibadet yapamamalarının Kürt inkar politikası ve zihniyetinin bir ürünü olduğu asla unutulmamalıdır. Sözlü hafıza geleneği olan ve kendi anadiliyle ibadet yapamayan bir topluluğun inancıyla duygusal ve manevi bağını kurması dahi sağlanamaz, Kirmancî söylenen bir gulbangın Türkçe’ye çevrilmesi ve söylenmesi manevi olarak dahi aynı etkiyi vermez.
Tekrardan gündemleşen bu sorun vesilesiyle altını çizerek şunu demek isterim; demokratik toplum ve barış sürecinde yaşadığı asimilasyona dur demek için en fazla rol alması gereken yapılardan biri de Rêya Haq topluluğu ve tabi ki de Alevilerdir. Alevi inancı bir olmayı diri olma sayar ve birlik felsefesini Türkmen, Kürt, Arap Alevisiyle farklılığını koruyarak yaşamaya dayandırır. Bu inancın özü budur ve Haq yolunda yürümek istiyorsak kendimizi de ötekini de inkar etmeden demokrasi mücadelesinde yer almayı başarmalıyız.”
HABER MERKEZİ









