Barış diyoruz, demokratik entegrasyon diyoruz, demokratik modernite kapsamında demokratik bir toplum diyoruz; bu oluşumun yapı temeli aslında komünel bir oluşumdan geçiyor. Yerelden başlayıp genele sirayet etmesine uygun koşulların idari kanallarla imkanlarının sağlanması gerekiyor
Sida Yıldız
Bilindiği üzere, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Demokratik Yerel Yönetimler Kurulu, İstanbul Bakırköy’de 1.Yerel Demokrasi Konferansını gerçekleştirdi. 2 Kasım’da katıldığım oturumlarda ise akademisyenler, gazeteciler, siyasetçiler oldukça değerli sunumlar ve deneyim paylaşımları gerçekleştirdiler. En dikkat çeken konu benim için akademisyen ve siyasetçilerin de ağırlıklı olarak değindikleri komünleşme konusuydu.
Barış diyoruz, demokratik entegrasyon diyoruz, demokratik modernite kapsamında demokratik bir toplum diyoruz; bu oluşumun yapı temeli aslında komünel bir oluşumdan geçiyor. Yerelden başlayıp genele sirayet etmesine uygun koşulların idari kanallarla imkanlarının sağlanması gerekiyor. Peki nedir komünel oluşum; günümüzde özellikle belediyecilik anlamında en uygun model komünleşmeye dayanan, toplumsal örgütlenme ve kapitalist modernite yerine, demokratik modernite içeren paradigmaya dayanan bir yerel demokrasi modeli. Ve aslında bunu inşa etmek mümkün.
Kapitalist modernite hali hazırda tekleşmeyi dayattığı gibi; bizler aslında bu dayatmanın yerine ortak bir yaşam inşa etmeyi esas almalıyız ilk olarak.
Fransız Filozof Michel Foucault’nun ‘’bio-iktidar’’ tanımı bu konuyu aslında net bir şekilde açıklar. Yurttaş ancak bu iktidar alanı içerisinde gerçekleşebilir. Zira; kapitalist moderniteye karşı alternatif bir modernite olan demokratik modernite konusu, iktidarın içinde -Foucault’un da tanımıyla – bir ağ gibi işlediği devlet ulusun, böylece devlete bağlı hale gelen, adeta türleşen insanın yani, her türün de bu toplum tipinden kopuşuyla başarılı olabilir. Aksi takdirde, kapitalist modernite sistemi içerisinde adeta sistem içine entegre olmak, sistemin huyuna, mezhebine dönüşmek ve çarklarla dolu bu sistemin kalıplaşmış çarkları içerisinde kalmak, buna hapsolmak adeta kaçınılmaz hale gelir.
Söz konusu Yerel Demokrasi Konferansı’nın 1.oturumunda söz kuran Mimar Doç. Dr. Gül Köksal da aslında tam da bu hususa odaklanarak bir vurgu yapmıştı. Vurgusu aynen şu şekilde idi:
“Planlamalarda tepeden inme merkeziyetçi bir bakış açısı var. Buradaki kentleşme, insanı hak almaya iten bir durum. Biz aslında bir hak inşasından bahsediyoruz. Eşitlikçi, kadın özgürlükçü, ekosisteme uyan yeni bir paradigmadan bahsediyoruz. Yani Kapitalist Moderniteye karşı Demokratik Modernite vurgusunda bulunuyoruz. Birlikte yaşama kültüründen, bir hak inşasından söz ediyorsak Kapitalist Modernitenin tepeden dayatan kentleşmeye karşı devrimci dönüşümcü bir durumdan bahsediyoruz. Sadece kenti değil, aynı zamanda bireyi de dönüştüren bir yerden bakmalıyız.” Yani; merkeziyetçi, tepeden inme durumu değil, dualitenin ötesinde bir inşa olarak anlamak gerektiğini belirtmişti. Bu da demektir ki, yerinden demokrasiye de dayanması gerekliliği bir gerçektir. Tabandan, çoğulluğu barındıran bir inşayı anlamamızın gerekliliğini işaret eder. Sorunları ötelemek ve ertelemeli çözümler yerine; kati çözümler ancak böylesi komünel bir sistemle mümkün olabilir. Bir yandan da doğa-toplum-birey dengesini yeniden korumaktır esas. Bir diğer önemli husus da; demokratik ulus anlayışıyla farklılıklar içerisinde özgür bir birlikteliği inşa etmesidir bu fikriyatın yani bu düşünce temelinin. Biraz daha açmamız gerekirse; yerelden kolektif komünel bir örgütlenmenin önemine sıklıkla vurgu yapmak gerekiyor bu noktada. Çünkü burada asıl söz edilmek istenen, demokratik komündür. Zira, insan doğasına, insan fıtratına en uygun toplumsal modelin komün şeklindeki örgütlenme olduğu aşikardır. Komünel anlamda örgütlenme içerisinde emin olun ki kadın da daha çok varolur, anlamını bulur. Biraz daha açmak gerekirse; dayanışmaya dayalı, komüne dayalı toplumsallaşmadan bahsedersek eğer bunun anası, doğuranı, sebebi kadındır, kadının varlığının ta kendisidir.
Görüyoruz ki, aslında her yol kadının yaradılışına, doğasına çıkmakta. Yani demokratik bir toplum, komünel bir yaşamın temelini de kadının varlığı, onun yaratışı şekillendirmekte en nihayetinde… Bu anlamda; söz konusu Yerel Demokrasi Konferansı’nda demokratik yerel yönetimler konusunu irdelerken de kadının bu aktif rolünü es geçmemiz mümkün değildir.
Keza, söz konusu Yerel Demokrasi Konferansı’nda da, akademisyenler ve siyasetçiler bu konuda önemle vurgularda bulundular. Bu vurgulardan en önemlisi de; komünlerin insan toplumu için salt üretim ve tüketim için değil, toplum için karar alma ve yaşam planlama organları olmasıydı. Yani; insan merkezci düşünceyi reddederek yapar bunu da. Bu fikriyatın doğaya yaklaşımı da şu şekildedir; doğa , insan ve toplum dahil tüm canlıların yaşamı için adeta mütemmim cüzdür. Sözün özü, kadını -doğayı -toplumu ve bireyi birbirinden ayrı düşünmeden, birbirinden asla ayırmadan bu kombinasyon çerçevesinde değerlendirmemiz elzemdir.
Devletin; iktidarın ortaya çıkmasıyla doğaya yabancı haline gelen, aslında bir yönden de kendine yabancılaşmaya başlayan insanı, komünel düşüncede, komünel örgütlenmede bu konu özelinde doğa ve insanı birbirinden ayrı düşünmemiz mümkün değildir.
Nitekim; yerel demokrasi ile demokratik toplumun inşası da ancak böyle bir yolla mümkün olabilir.









