Ben-Gurion Kanalı yalnızca teknik bir merak konusu değildir. 1960’larda Süveyş’e alternatif bir İsrail projesi olarak ilk kez tasarlanan bu fikir, son yıllarda bölgesel ticarete “vizyoner” çözümler sunduğunu iddia eden planlamacı ve destekçilerce yeniden canlandırıldı.
Ranjan Solomon*
“İsrail’in ortaya koyduğu her plan, her proje, her girişim, pratikte daha fazla mülksüzleştirme anlamına geliyor; daha fazla mülksüzleştirme ise pratikte Filistin Halkının daha fazla mülksüzleştirilmesi anlamına geliyor”
Gazze’deki şiddet, basit bir şekilde sadece ara sıra yaşanan bir katliam değil; yaşamı, geçim kaynaklarını, hafızayı ve coğrafyayı yok etmek için tasarlanmış bir kampanyadır. Bağımsız BM Soruşturma Komisyonu, Haziran 2024’te, öldürme biçiminin, yaşamsal hizmetlerin reddedilmesinin ve bazı İsrailli yetkililerin söylemlerinin soykırım eşiğine ulaştığı sonucuna varmıştı. Neyin kaybedildiğini anlamak için sadece bombaları değil, aynı zamanda kanalları;: Suyun, toprağın ve denizin nasıl silahlandırıldığını ve büyük altyapı fantezilerinin- her şeyden önce Ben Gurion Kanalı fikrinin- mülksüzleştirmeyi normalleştirmek için nasıl kullanıldığını da takip etmeliyiz.
Su ve temel altyapı yoluyla silme
Gazze genelinde su sistemleri, kanalizasyon tesisleri ve tuzdan arındırma tesisleri defalarca yıkıldı veya kullanılamaz hale getirildi. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), İsrail’in eylemlerinin neredeyse tüm sakinleri güvenli içme suyundan mahrum bıraktığını ve bunun öldürücü sonuçları olan kasıtlı bir taktik olduğunu belgeledi. Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (OCHA), çocukların saatlerce tuzlu su kuyruğunda beklediğini, bu sırada kanalizasyonun sokaklara taştığını ve aşırı kalabalık kamplarda hastalıkların yayıldığını doğruladı.
Dışarıdan “yanlışlıkla verilen savaş zararı” gibi görünen şey aslında bir stratejidir: temiz su, sanitasyon, okul ve hastane olmadan bir toplum kendini yeniden üretemez – ve kolektif hafızayı mekâna sabitlemek giderek zorlaşır.
Ben-Gurion Kanalı: Mülksüzleştirme kanalı
Ben-Gurion Kanalı yalnızca teknik bir merak konusu değildir. 1960’larda Süveyş’e alternatif bir İsrail projesi olarak ilk kez tasarlanan bu fikir, son yıllarda bölgesel ticarete “vizyoner” çözümler sunduğunu iddia eden planlamacı ve destekçilerce yeniden canlandırıldı.
Öneriler, Eilat yakınlarındaki Kızıldeniz’i Akdeniz’e bağlayarak, Süveyş’i bypass eden ve Negev ile güney Levant’tan geçen yeni bir deniz koridoru oluşturmayı öngörüyor.
Yüzeyde kanal, istihdam, limanlar ve “yeniden canlanma” vaat ediyor. Ancak gerçekte, yeniden inşa kavramının nasıl bir silaha dönüştüğünü ortaya koyuyor. Bu ölçekte bir kanal inşası, geniş çaplı arazi kamulaştırmaları, yıkımlar ve çevresel yıkım gerektirecektir. Kanalın bazı versiyonlarının önerdiği gibi güzergâhı Gazze kıyılarından geçerse, bu proje açıkça toprak mühendisliği aracı haline gelir: denize erişimi yeniden biçimlendirir, toplulukları mülksüzleştirir ve İsrail ya da yabancı kontrolünde güvenlik koridorları oluşturur.
Kim menfaat sağlar kim bedel öder?
Ben-Gurion projesi yatırımcılar için cazip: Süveyş’ten trafik çekebilecek, bölgesel lojistiği yeniden şekillendirebilecek ve kârlı sözleşmelerin önünü açabilecek alternatif bir ticaret rotası. Analistler, böyle bir kanalın Mısır’ın küresel deniz taşımacılığı üzerindeki etkisini azaltacağını ve İsrail ile müttefiklerine yeni stratejik avantajlar sağlayacağını belirtiyor. Ancak Filistinliler açısından, bu proje kıyılarından ve kaynaklarından kalıcı olarak dışlanma riski anlamına geliyor. Ekolojik bedeli de çok büyük olabilir: kurak arazilerden ve kıyı yeraltı su havzalarından geçecek bir devasa kanalın kazılması, yeraltı sularının tuzlanmasına, kırılgan ekosistemlerin yok olmasına ve geri dönüşü olmayan tarımsal kayıplara yol açabilir. Bunlar yalnızca “çevresel yan etkiler” değil; aynı zamanda kendisinden başka bir silme biçimidir – yer temelli geçim yollarını ve bilgi birikimini ortadan kaldırmak anlamına gelir.
Güvenlik kılıfı altında yeniden inşa
Yeniden inşa söylemi- “Yeniden inşa edeceğiz”- iki ucu keskin bir kılıç gibi olarak düşünülebilir. “Canlandırma” adıyla yayımlanan ana planlar, genellikle dış güçlerin belirlediği koşullar altında toprak gasplarına ve ekonomik entegrasyona siyasi kılıf işlevi görür. Dünya Bankası’nın Gazze’deki hasar değerlendirmeleri, mirasın ve altyapının yeniden inşasına duyulan ihtiyacı kabul etmekle birlikte, dış bağışçıların Filistin egemenliği olmadan çerçeveleri nasıl dikte ettiğini de ortaya koyuyor. Bir kanal projesi, kalıcı güvenlik altyapısı gerektirecektir – limanlar, kontrol noktaları, devriyeler, hatta belki deniz üsleri. Peki bunların kontrolü kimde olacak? Bu sorunun cevabı yalnızca ticareti değil, aynı zamanda bölgenin siyasi coğrafyasını da belirleyecektir. “Yeniden inşa”, bir kez daha mülksüzleştirmenin yeni bir katmanı haline gelir.
Kültürel silme ve hafızanın gaspı
Planlamacılar kanal haritaları çizerken, UNESCO ve yerel uzmanlar yıkılmış camileri, mezarlıkları, kütüphaneleri ve arkeolojik alanları sayıyor.
UNESCO, Gazze’nin kültürel mirasının yaygın biçimde tahrip edildiğini doğrulamış ve bu kayıpları “onarılmaz” olarak nitelendirmişti. Bir okul, cami veya mezarlığın bombalanması yalnızca fiziksel yıkım değil, aynı zamanda sürekliliğe ve kolektif hafızaya yönelik bir saldırıdır.
Avrupa’nın çifte standardı ve ABD’nin desteği
Uzaklardan yeniden inşayı alkışlayanlar tarafsız değildir. Avrupa Birliği, sık sık “endişe” retoriğini ekonomik ve askeri ilişkilerini sürdürerek dengeliyor. Avrupa merkezli STK’ların 2024 tarihli bir raporu, Gazze’deki soykırım sürerken bile birçok AB ülkesinin İsrail’e silah satışını onayladığını göstermişti.
Bu arada Amerika Birleşik Devletleri, 1948’den bu yana İsrail’e 158 milyar dolardan fazla askeri yardım sağlayarak İsrail’in kapasitesinin asıl motoru olmaya devam ediyor. Avrupa’nın ikiyüzlülüğü ile ABD’nin suça ortaklığı birleştiğinde, Ben-Gurion Kanalı gibi projeler hesap verilebilir durumdan tamamen kaçırılmış hale getiriliyor.
Sürekliliğin siyaseti ve gücün sınırları
İşgaller, meşruiyetlerini ve sürdürülebilirliklerini, ancak yeniden üretebildikleri sürece sağlayabilirler. Bu sebeple, Ben-Gurion Kanalı yalnızca bir altyapı projesi değil, aynı zamanda bölgeyi yeniden şekillendirmeyi amaçlayan siyasi bir projedir. Fakat tarih bize göstermiştir ki, yok etme üzerine kurulu projeler çöküşlerinin tohumlarını da kendiyle taşır. Militarize edilmiş “kalkınma”, direnişi ve uzun vadeli istikrarsızlığı da doğurur.
Sonuç: Projeyi adlandırmak ve dizayn etmeyi teşhir etmek
Bu anı soykırım olarak tanımlamak abartı değil, aksine siyasi bir açıklıktır. Ben Gurion Kanal Projesi tarafsız bir mühendislik projesi değildir; bir mülksüzleştirme aracıdır. Bunu isimlendirmek ve eleştirmek aciliyet taşımaktadır; suyun engellenmesi, kültürel yıkım ve güvenlik odaklı “yeniden inşa” ile bağı vardır. Dünya, yok oluşu kalıcı hale getiren yeniden inşa planlarını reddetmeli ve bunun yerine Filistin egemenliğinde, kültürel mirasın korunmasını ve hesap verilebilirliği esas almalıdır. Aksi halde bu soykırıma ortaklık anlamına gelecektir.
* Hindistanlı yazar. Middle Eeast Monitör’den çevrilmiştir.
** Çeviri: Lokman Sazan









