Seçimlere katılan tarafların kendi içlerindeki parçalı durumu, seçim tahminlerini zorlaştırıyor. Irak’taki Kürtler, Şiiler ve Sünnilerden oluşan üç kesim arasındaki rekabet, bölgesel ve küresel güçlerin müdahaleleriyle daha da karmaşık bir hal alıyor
11 Kasım’da yapılacak Irak seçimlerine sayılı günler kaldı. Özel oylamaların yapılmaya başlandığı seçim sürecinde, parti, ittifak ve adaylar, Irak Bağımsız Yüksek Seçim Kurulu’nun denetiminde düzenlenen seçimler için alanlarda boy gösteriyor.
En büyük seçmen kitlesine sahip Sadr’ın boykot çağrısının gölgesinde yürütülen seçimlerde, diğer ülkelerin etkisinin ne olacağı ise tartışma konusu.
Irak’ta yurttaşlar, elektronik sistemin kullanıldığı seçimlere biyometrik kart ile katılıyor. Irak genelindeki 709 seçim merkezinde, 4 bin 501 sandıkta ve 21 milyon 404 bin kişi oy kullanabilecek.
Seçimlerde 75 bağımsız aday, 31 ittifak ve 38 partinin katılımıyla, 329 sandalye için toplam 7 bin 768 aday yarışıyor; bunların 2 bin 248’si kadın, 5 bin 520’si ise erkek.
Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu, seçim takvimine ilişkin açıklamasında bin 79 kayıt merkezinde biyometrik kartların dağıtımının sürdüğünü, 2 buçuk milyondan fazla biyometrik kart dağıtıldığını ve yaklaşık 1 milyon kartın tesliminin ise devam ettiğini duyurdu.
Seçim kapsamında pêşmerge, polis ve güvenlik güçlerinin oy kullandığı özel oylamalar yapılmaya başlandı. Seçimleri, 304 uluslararası gözlemci ve bin 500’den fazla gazeteci takip ediyor.
Irak seçimlerinde Kürtler, Şiiler ve Sünniler arasındaki rekabet, ülkenin etnik ve mezhepsel çeşitliliğinin siyasal temsiline yansıyan en belirgin unsurlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Seçim propagandalarının genelinde, partilerin seçmenlerine sunduğu bir program vaadi yok. Bunun yerine Şii gruplar, nüfus çoğunluğuna dayanarak hükümette belirleyici bir rol üstlenirken; Sünniler, merkezi siyasette yeniden etkili olabilmek için birlik arayışında.
Kürtler ise Federe Kürdistan Bölgesi ve tartışmalı bölgeler olarak adlandırılan (140’ıncı madde kapsamındaki) Kerkük ve çevresindeki bölgelerde hem siyasi nüfuzlarını koruma hem de ekonomik ve idari kazanımlarını genişletme hedefinde.
Seçimlere katılan tarafların kendi içlerindeki parçalı durumu, seçim tahminlerini zorlaştırıyor. Irak’taki Kürtler, Şiiler ve Sünnilerden oluşan üç kesim arasındaki rekabet, bölgesel ve küresel güçlerin müdahaleleriyle daha da karmaşık bir hal alıyor.
ABD ve bazı batılı ülkeler, İran’ın etkisini zayıflatmayı amaçlarken; İran, Şii partiler üzerinden siyasal nüfuzunu derinleştirmeye çalışıyor. Öte yandan İsrail, İran’ın Irak üzerinden artan etkinliğini kendi güvenliği açısından tehdit olarak görüyor. Irak’ın komşu ülkesi Türkiye ise hem Türkmen nüfusu aracılığıyla hem de Kürdistan Bölgesi Yönetimi ile olan ekonomik ve güvenlik ilişkileri üzerinden bu bölgesel güç rekabetinde yerini almaya çalışıyor.
Irak seçimlerinde Kürtler
Kürdistan Bölgesi’ndeki 20 Ekim 2024 tarihli seçimlerin üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen, hükümetin hala kurulamamış olması, Kürt siyasetinde derin bir tıkanmayı gözler önüne seriyor. KDP ve YNK, seçimlerin hemen ardından birçok kez bir araya gelmelerine rağmen uzlaşma sağlayamadı. Irak seçime yaklaşırken, YNK cephesinden KDP’nin uzlaşmaz bir tutum sergilediği yönünde eleştiriler yükseldi.
YNK Politbüro üyesi Seedî Ahmet Pîre, partisine yakın medya kuruluşlarına yaptığı bir açıklamada, “Eğer KDP’nin partimiz olmadan hükümet kurma seçeneği olsaydı, bu çoktan gerçekleşmiş olurdu. KDP gerçek bir ortaklığa inanmıyor ve YNK ile ciddi bir anlaşma yapmak istemiyor” diye konuştu.
Kürdistan Bölgesi’nde yönetim boşluğu derinleşirken, hükümetin kurulmasının gecikmesi; maaş krizinden petrol ve doğal gaz anlaşmazlıklarına kadar birçok temel sorunu da çözümsüz bırakıyor. Kürdistan Bölgesi’nde hukuki ve siyasi olarak meşru bir hükümetin kurulamamış olması, Kürt partilerinin temsil kabiliyetini ve Bağdat ile kurulan pazarlık masasındaki gücünü zayıflatırken; aynı zamanda halk nezdinde beklentilerin büyüdüğü bir dönemde yönetim eksikliğini görünür kılıyor.
Seçim sürecinde Kürt siyasetinin izleği, Irak Anayasası’na bağlılık ve Bağdat’la ilişkilerin yeniden tanımlanması çerçevesinde ele alınıyor. YNK lideri Bafil Talabani, kampanyası boyunca Irak Anayasası’na bağlılığı vurgulayan bir söylem benimsedi ve anayasal çerçevede çözüm arayışına dikkat çekti.
Kürtlerin son Kürdistan Bölgesi seçimlerine yüksek bir katılım oranıyla dahil olması, Irak’taki genel seçim için de aynı beklentiyi yarattı. Irak’taki seçimlerde kullanılan Sainte-Laguë seçim sistemi nedeniyle büyük partiler avantaj sağlarken, küçük partilerin sandalye dağılımında geri planda kalma riski sürüyor.
Yine de KDP, YNK ve diğer Kürt partilerinin aldığı oylarla birlikte, Irak Parlamentosu’nda toplamda 60 ila 70 Kürt vekilin yer alması bekleniyor. Bu tablo, Kürtlerin Bağdat siyasetinde önemli bir denge unsuru olmayı sürdüreceğini gösteriyor.
Tartışmalı bölgeler olarak bilinen, Irak Anayasası’nın 140. maddesi kapsamındaki Kerkük ve çevresinde ise Kürtler, yeniden güç kazanma mücadelesi veriyor. Burada da Kürtler seçime parçalı giriyor. Özellikle YNK, bu süreçte Kerkük’teki etkinliğini artırmaya ve altı sandalye kazanarak valilik makamını elinde tutmaya çalışıyor.
Kürtlerin hem Bağdat’ta hem de Kürdistan Bölgesi’nde izlediği bu çok yönlü strateji, bir yandan iç uzlaşmaya kapı aralarken, diğer yandan Irak’ın genel siyasi dengelerinde etkin bir rol oynamayı hedefliyor.
Sünniler, İran etkisi ve Şiiler
2005 Anayasası’yla şekillenen, mezhepsel ve etnik güç paylaşımı üzerine inşa edilmiş olan Irak’taki siyasal sistemde, başbakanlık görevi Şiilere, cumhurbaşkanlığı Kürtlere ve meclis başkanlığı Sünnilere veriliyor. Bu sistemin kendilerini ikinci plana ittiğini ve cumhurbaşkanlığı görevinin de kendilerine ait olması gerektiğini neredeyse her seçim döneminde ifade eden Sünniler, bununla daha dengeli bir temsilin sağlanacağını ifade ediyor.
Ancak Sünni siyasi partilerin kendi içlerindeki bölünmüşlük, bu taleplerinde bir sonuca ulaşmalarını engelliyor. Yaklaşan seçimlerde Sünniler, dört büyük blok etrafında örgütlenmeye çalışıyor olsa da ortak bir aday ya da strateji üzerinde uzlaşamıyor. Bu durum, Bağdat’taki Sünni etkisini de azaltıyor.
Parçalı yapı, Sünni seçmen tabanında da güvensizlik ve siyasete mesafe duygusunu besliyor.
Başkanlığını Hamis Hançer’in yürüttüğü ve 2021 seçimlerinden sonra en büyük Sünni ittifak olarak değerlendirilen Egemenlik İttifakı (Siyade), eski Parlamento Başkanı Muhammed el-Halbusi’nin ittifaktan ayrılmasının ardından büyük güç kaybına uğradı. Sünni cephenin kritik isimlerinden ve aynı zamanda Takkaddum Partisi lideri olan Muhammed el-Halbusi, farklı listelere destek vererek siyaset arenasındaki etkisini sürdürmeyi amaçlıyor.
Şii cephede ise Mukteda es-Sadr’ın tutumu, seçim sürecine doğrudan etki eden faktörlerden biri olmaya devam ediyor. Sadr, seçimlerin iptal edilmesi ve boykot konusundaki çağrılarıyla Şii siyasi dengelerini sarsıyor.
Sadr’ın seçimlere katılıp katılmayacağı sorusu, yalnızca Şii blokun gücünü değil, aynı zamanda genel siyasi meşruiyeti de etkileyecek düzeyde önemli görülüyor.
Sadr’ın siyasetten çekilmesiyle birlikte, İran’ın desteklediği Şii gruplar Irak siyasetinde belirgin biçimde güç kazandı. İran destekli Şii gruplar, propaganda döneminde seçmenleri sandığa çekmek için ‘katılımın zayıf kalması halinde Baas rejiminin yeniden güçleneceği’ gibi söylemleri kullandı.
İran, özellikle Şii milis güçleri ve siyasi partiler üzerindeki etkisiyle Bağdat siyasetinde belirleyici bir rol oynuyor. Irak’ta hem siyasi hem de askeri düzeyde güçlü bir etki alanı inşa eden İran, Haşdi Şabi’ye (Halk Seferberlik Güçleri) yakın milis gruplar ve ‘Koordinasyon Çerçevesi’ adıyla örgütlenen Şii siyasi bloklarla, Bağdat siyasetinde belirleyici bir rol üstleniyor.
Tahran, Irak’taki Şii denetimini korumayı hem İsrail ve ABD ile yaşadığı bölgesel gerilimlerde stratejik bir derinlik sağlamak hem de Irak’ın kendi iç dinamikleri üzerindeki kontrolünü sürdürmek için zorunlu görüyor. Arap medyası, İran Dini Lideri Ali Hamaney’in geçtiğimiz günlerde, Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani aracılığıyla Iraklı Şii liderlere Koordinasyon Çerçevesi’nin dağılmaması yönünde çağrıda bulunduğunu iddia etti.
İran, bu seçim sürecinde doğrudan müdahaleci bir çizgiden ziyade, daha diplomatik bir strateji izliyor. İsrail ile yaşadığı 12 günlük savaşın ardından Tahran yönetimi, Lübnan, Yemen ve Irak’taki nüfuz alanlarını koruma hedefini öncelik haline getirdi.
Mevcut Irak Başbakanı Muhammed Şiya Sudani’nin öncülük ettiği İmar ve Kalkınma İttifakı da seçim sürecinde dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Hem İran’la yakın ilişkileri koruma hem de ABD, Türkiye ve Körfez ülkeleriyle iş birliği kanallarını açık tutmaya çalışan Sudani’nin bu çabaları, bir denge arayışı olarak yorumlanıyor.
Ancak İsrail-İran gerilimi bağlamında, Tahran’ın Irak topraklarını askeri ve lojistik bir hat olarak kullanma olasılığı Bağdat yönetimini zora sokuyor. Sudani’nin İsrail saldırısını engellediği iddiaları, bu denge arayışına yorumlansa da bunun uzun vadede sürdürülebilir olup olmayacağı da belirsizliğini koruyor.
Dolaylı ABD müdahalesi
Haşdi Şabi yasasındaki değişikliğin veto edilmesi için baskı uygulamasının ardından, ABD’nin Irak üzerindeki etkisi daha da belirginleşti. ABD’nin bu seçim sürecinde seçici diplomasi yoluyla sadece belirli kişi ve programlara örtük destek verdiği ifade edilirken, kısa bir süre önce İran’a yakınlığıyla bilinen dört Şii milis örgütü olan Nuceba Hareketi, Seyyid Şuheda Tugayları, Ensarullah Evfiya Hareketi ve İmam Ali Tugayları’nı Yabancı Terör Örgütleri (Foreign Terrorist Organizations) listesine dahil etti.
Öte yandan, bu grupların İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü’ne olan yakınlıkları da biliniyor. Söz konusu örgütler, Irak’ta hem askeri güç hem de toplumsal nüfuz açısından ciddi bir ağırlık taşıyor.
ABD’nin, İran karşıtlığı üzerinden Sünnilerle temas halinde olduğu da konuşulan konulardan biri. ABD, Haşdi Şabi ve İran etkisinin azaldığı bir ırak siyaseti istiyor. ABD’ye göre Kürtler ve Sünnilerin, ABD’nin önerdiği bir başbakanı destekleme senaryosu, aynı zamanda İran’ın etkisinin azaldığı bir dengeye de işaret ediyor.
Haşdi Şabi’nin siyasete olan yönelimi, bu senaryoya bir karşı tutum olarak değerlendiriliyor. Haşdi Şabi’nin tamamen lağvedilmesi noktasında olan ABD, şimdilerde bunun yerine Haşdi Şabi’nin Irak’ın güvenlik yapısına entegre edilmesi önerisini sunuyor.
20 Ekim’de ABD Başkanı Donald Trump tarafından ABD Irak Özel Temsilcisi olarak atanan Mark Savaya, silahlı grupların devlet otoritesi dışında faaliyet göstermemesi gerektiğini belirterek, Irak’tan silahlı grupları kontrolü altına almasını istedi.
Savaya’nın mevcut Irak Başbakanı Muhammed Şiya Sudani ile yakın bağları bulunuyor. Hizbullah Tugayları tarafından kaçırılan İsrailli araştırmacı Elizabeth Tsurkov’un serbest bırakılması için yürütülen müzakereleri de Savaya yönetti.
Savaya’nın, önümüzdeki dönemde Hizbullah Tugayları, Asaib Ehli’l Hak, Nuceba Hareketi ve Seyyid el-Şüheda Tugayları gibi milis gruplarını Irak güvenlik sahasından uzaklaştırma görevini üstleneceği, Arap basınında yer alan bilgiler arasında.
Savaya’nın, “Irak’ın hala desteğe ihtiyacı var. Devlet otoritesi dışında faaliyet gösteren silahlı gruplara Irak’ta yer yok. Irak’ın istikrarı, tek bir bayrak altında birleşen ve tüm Irak’ı temsil eden birleşik bir güvenlik gücü ve bir Silahlı Kuvvetler Başkomutanı’na bağlıdır” sözleri ise, entegrasyon önerisine bir gönderme olarak değerlendirildi.
Öte yandan, ‘İran’ın Irak’ta azalan etkisinin, ABD’nin etkisinin artmasına yol açacağı ve Kürtlerin bu senaryoda daha görünür olacağı’ değerlendirmeleri de yapılıyor.
Irak seçim denkleminde Türkiye
Irak seçimlerinde, Kerkük özelinde Kürt, Arap ve Türkmen siyasi gruplar arasında yaşanan rekabet yalnızca yerel temsil meselesi değil; aynı zamanda bölgesel güçlerin nüfuz mücadelesinin bir yansıması olarak da karşımıza çıkıyor. Türkiye de Irak üzerinde egemenlik kurmak için hem Türkmen nüfuzunu hem de KDP ile geliştirdiği ilişkileri aktif biçimde kullanıyor.
Ankara’nın Kerkük ve Musul hattında Türkmenler üzerinden örgütlülük kurması, temelde Kürtlerin yerel yönetimlerdeki etkisini sınırlamayı amaçlıyor.
Bununla birlikte Türkiye, zaten çıkardığı su krizini, enerji anlaşmalarını ve sınır güvenliği gibi konuları birer baskı aracı olarak kullanarak Bağdat’a karşı diplomatik üstünlüğünü genişletmeyi amaçlıyor. Irak’ın beslendiği su kaynakları üzerinde var olan Türkiye kontrolü, Ankara’nın seçim sürecinde de baskı aracı olarak kullanabileceği bir araç durumunda.
ABD ve İran’ın etki savaşı ile Türkiye’nin KDP üzerinden nüfuzunu artırma politikası, Irak’taki güç dengelerini daha da karmaşık hale getiriyor. Kerkûk ve Şengal gibi tartışmalı bölgelerdeki sonuçlar, sadece Irak’ın iç siyasetine değil, petrol gelirlerinin paylaşımı ve Kürdistan Bölgesi’nin kazanımlarına da doğrudan etki edebilecek bir potansiyel olarak da değerlendiriliyor.
Kürt partilerinin tartışmalı bölgelerde seçimlere birlik olarak girmemesi, Kürtlerin bu alanda tam temsiliyetini de sekteye uğratacaktır.
Türkiye ise suyu kesme veya halihazırda inşa ettiği üsleri ve askeri varlığıyla, seçim sonrası dönemde Bağdat’ı kendi taleplerini karşılamaya daha açık hale getirmeyi amaçlıyor.
DIŞ HABERLER









