Kadının tarihsel, kültürel derinlik, güç ve politik yönleri ile kamusal, sosyal ve siyasal alanlara katılımını, Jineolojîk temelde aldığı bilgi birikim ile güç kazanarak kolaylaştırır. Demokrasi böyle bir ortamda salt yönetim biçimi olmaktan çıkarak yaşam etiğine dönüşür
Fatma İzol
Demokratikleşmeye; yalnızca siyasal-sosyal kurumların yeniden yapılanması olarak değil de aynı zamanda toplumsal ilişkilerin radikal eşitlik temelinde yeniden inşası olarak bakılmalıdır. Entegratif süreçlerin öncesinde kurgulanmış olan geleneksel demokrasi anlayışı totalde erkek yurttaşı merkeze alarak; kadınların bilgelikler, neolitikten itibaren getirdikleri yaşam deneyim ve pratik emekleri siyasal alanın dışında tutulmuş ve yok sayılmıştır. Düşünülen gerçek bir entegrasyon için toplumsal cinsiyet eşitliğini yalnızca ileride ulaşılması gereken bir hedef olarak değil, sürecin öznesi ve esas dinamiği olarak ele almak ön koşuldur.
Abdullah Öcalan; konuya tamda bu felsefe ile yaklaşarak, kadının demokratikleşme süreçlerinin merkezinde yer almasının gerekliklerini kendi özgürlük felsefesi içerisinde öncelik yaparak açımlamıştır. Kadınların her konuda özgün çalışmaları olması gerektiğini salık verdiği gibi, bilimsel alanda da çalışmalarını özgün yürütebilmeleri için kendilerine bir alan açmaları gerektiğini önermiştir. Bu temelde Kürt kadınlarının çok önemli çalışmalar yapma şansını yakaladığı Jineolojî (Kadın bilimi) kavramının kadınlar tarafından yeniden sahiplenilerek örüntülendirildiğine hep birlikte tanıklık yapmaktayız.
Bu temelde kadın kendi düşünsel dünyasında oluşturduğu daha paylaşımcı ve yaratılmış değerleri çarçur etmeyen bir pencereden ele alarak demokrasiyi bir yönetme biçimi olmakla birlikte, bir yaşam biçimi haline getirmek anlamında tanımını koyar.
Demokratikleşmede kadının yeri
Eril zihniyetlerin yarattığı klasik liberal demokrasiler, anayasalarında her ne kadar cinsiyetsiz “nötr” yurttaşlık tanımları yapsalar da bu kavramlardan kastın hep erkekler olduğu varsayımı ile hareket edilmektedir. Kadınlar; cinsiyetlerinden kaynaklanan bazı durumlar –doğum-ay döngüleri bahanesi ile erkeklerin gizli-düşünsel birlik sözleşmesi ile kamusal, siyasal ve din üzerinden felsefe üreten alanlardan dışlanmalarına yol açmaktadır. Bu durum kadınların kendi cins bilinçleri ile kendilerini temsil yeteneklerini körelterek eril dünyanın bir dişlisi haline gelmesine neden olmuş ve böylelikle görünmez emek üretmeye başlamıştır. Karar alma süreçlerinin dışında kalan kadınlar elbette kendi cins temsiliyetlerinden de uzaklaşmışlardır.
Bu durum “devletin, iktidarın ve mülkiyetin erkek doğası” olarak yapısal bir eşitsizliği içinde barındırmaktadır. Toplumu özgürleştirmenin öznesi olarak görülmesi gereken kadının; toplumsal yaşamdan dışlanması, sadece adaletsizlik olarak görülmemeli aksine toplumsal özgürleşmenin önüne çekilen bir set olarak algılanmalıdır. Demokrasinin kurucu aktörü ve ana öznesi kadının yeri entegratif süreçlerde net olarak tanımlanmalıdır.
Katılımın cinsiyet dinamikleri
Demokratik katılım, bir toplumun tüm katmanlarının haklarıyla birlikte içinde bulunduğu özgürlük ve eşitlik düzeyini belirleyen temel göstergelerden biridir. Olması gerekenler bilinmesine rağmen kadınların katılımı çoğu zaman göstermelik ve ‘dostlar pazarda görsün’ zihniyeti ile sayısal temsile indirgenir. Kadınların demokratikleşme ve entegrasyon süreçlerinde siyasal, ekonomik ve toplumsal alanlarda rollerinin gereklerini gerçek anlamda üstlenmesi esas demokratikleşmenin ana ölçütüdür.
Jineolojîk yaklaşım; kadınların bu süreçlere katılımında niteliksel olarak kadın bilincine ve kadın kurtuluş ideolojisine sahip yetkin kadınların sayısının arttırılmasını önemsemekle birlikte, niceliksel katılımında bilinç açmanın araçlarından biri olduğunun öneminin altını çizer.
Toplumların kadın merkezli bilgi üretmeleri daha dişil ve paylaşımcı ortamları yaratacağı için çatışmacı ahlakı ortadan kaldıracağından toplumsal dayanışma ve kültürel yaşam pozitif yönde değişir. Kadınların kendilerini pazarda, sokakta, ekonomide siyasette velhasıl hem kamuda hem yerelde temsil etmesi çoğulcu demokrasi anlayışını geliştirir. Böylelikle yaşamın her alanı eşit paylaşıldığından çekilen acılar ve sevinçler ortaklaşır ve cinsler arası merhamet duygusu oluşur. Cinsiyetçi yaklaşımlar bu çoğulcu temsiliyet içerinde kendisine yer bulamaz. Tüm bu yaklaşımlar totalde entegratif katılım, yalnızca temsil edilme olarak değil, birlikte üretme ve birlikte yönetme pratiği olarak hayata geçer.
Kadının dönüştürücü rolü
Kadınlar, çok zaman kendi özgünlüklerinde ele alınmadıkları için bazen bir enstrüman bazen tamamlayıcı bir etken ve hatta bazen görmemekte sakınca olamayan ‘şeyler’ arasında yerini almıştır. Oysa kadın gerçek demokrasilerde entegrasyonun esas dönüştürücü gücüdür. Toplumsal yeniden inşa yapılanma süreçlerinde; barış pratikleri, üretimde ekonomik fırsatlar yaratma bakım ve dayanışma gibi daha sayabileceğimiz birçok alanda yürüttükleri faaliyeteler demokrasinin uzun soluklu ve sürdürülebilir olmasını sağlayacaktır. Kadınların tarih sayfalarından bilinçli olarak silinerek ayıklanması toplumsal bütünlüğü darbelerken, belleklerin yeniden öze döndürülmesi toplumsal bütünlüğün korunmasını sağlayan en önemli kaynağın tekrar canlanması anlamına gelecektir.
Öcalan’ın kadını; demokratik toplum paradigmasında yaşamın etik-ahlaki merkezi olarak görmesi, entegratif süreçlerdeki rolünü gözümüzde daha da belirginleştirir. Erkek egemen zihniyette kadın için belirlenmiş toplumsal roller, kasıtlı olarak demokratikleşmenin önüne konulmuş engellerdir. Kadının ana dilindeki özgürlüğün kısıtlanması veya yok sayılması kökten toplumsal demokrasinin yerle bir edilmesi anlamına gelir. İşte tam bu noktada Jineolojî toplumun yeniden yapılanması ve demokratik entegratif süreçlerin kendini tanımlama süreçlerini bilimsel ele alma kurumudur.
Bu bakış açısı ile kadınların sürece katılımı; kozmolojik doğa, yaşam ve ihtiyaç temelinde toplumsal üretimle kurduğu ilişki, demokratik yaşamın ekolojik ve barışçıl yönünün de teminatıdır.
Deneyimlerin katkıları
Kadınların deneyim ve rolleri, bulundukları coğrafyalara göre önemli farklılıklar gösterse de bu konuların kavranmasında alternatifler oluşturabilirler. Kadınların demokratik entegrasyona katkıları belli coğrafyalarda o toplumun ihtiyaçları içinde siyasal ve kültürel farklılıklar gösterebilir. Örneğin; Türkiye’de Kürt kadın hareketi demokratik entegrasyon sürecine esaslı katkılar sunmaktadır. Yönetim süreçlerine katılımı fermuar sistemi şeklinde belirleyen Kürt kadınları ülkedeki diğer siyasal hareketlerin içinde siyaset yapan kadınların da önünü açmıştır. Toplumsal cinsiyet politikalarının belirlenmesinde çok önemli etki alanı oluşturan yerel yönetimler ayağı kentin eril çehresini değiştirebilecek gücü kendinde barındırdığı için sürekli sistemin hedefi haline gelmiştir. Yönetim politikalarının yerelden örgütlenmesi ve kentlerin kadın feraseti ile yönetilmesinin engellenmesi için eşbaşkanlık sisteminin yasal kabulü onaylanmamaktadır.
Burnumuzun dibinde gelişmekte olan Rojava ve Rojava kadın deneyimi ise; entegratif süreçlerin en özgün biçimi olarak değerlendirilebilir. Burada kadınların karmanın bir parçası olmakla birlikte kendi özgün kurumlarını da oluşturduklarından sürecin merkezinde ve öznesi konumundadırlar. Dünyanın birçok yerinde kadınlar hak kaybına uğruyor iken burada çok aydınlık bir perspektifin yaşam ve yönetim biçimi haline gelmesi ‘Demokratik Modernite’nin ürünüdür. Kadın özsavunması, kadın meclisleri, eşbaşkanlık sistemi model içerisinde yasal tanımını bulduğu için, iç hukukta eril zihniyetlerin manipülasyonunun da önü kesilmiş durumdadır. Bu model doğrudan kadını muhatap kabul eden tarafı ile Jineolojî biliminden de önemli katkılar almaktadır. Jineolojî biliminin direkt katkısını alan model dünyada çığır açan önemli bir deneyimin hayat bulmasıdır.
Benzer şekilde İskandinav ülkelerinin eşitlik temelli demokratik modelleri de yadsınamaz, bu modellerin deneyimleri aslında Rojava deneyimine de katkı sunmuştur. Yine Latin Amerika’daki feminist yurttaşlık hareketleri tüm dünya kadın hareketlerini pozitif katkılarla etkilemiştir.
Kültürel çoğulluk ve anadil
Demokratik entegrasyon dönemlerinin asıl hedefine ulaşabilmesi farklı kimlik, kültür ve dillerin tanınmasına bağlıdır. Halkı tatmin etmeyen entegratif süreçlerin başarıya uğraması mümkün değildir. Bu yaklaşımın dışındaki çözümler asimilasyon temellidir. Bir halkın dili aracılığı ile oluşturduğu hafızasını, iletişim aracı olmaktan çıkararak inkâr etmek o halkın belleğini yok etmek anlamına gelir. Ana dilin korunması bu bağlamda çok dillilik ve çok kültürlülük zenginliğini yaşatmak için bir zorunluluktur.
“Demokratik entegrasyonu net bir şekilde anlatayım; devletin sizi kimliğinizle, kültürünüzle, düşüncenizle, coğrafyanızla, ülkenizle, inancınızla kabul etmesi anlamına geliyor. Kimliğinizi bırakın, dilinizi bırakın, kendi öz benliğinizi bırakın, kendi inancınızı bırakın. Gelin devlete dâhil olun demek değil” (Abdullah Öcalan)
Öcalan’ın çok yalın bir dil ile tanımladığı Demokratik Entegrasyon biçimi; kimliğin, dilin, düşüncenin, inancın, coğrafyanın ve öz benliğin korunmasını içeren bir çerçevededir. Anadil toplumsal varoluşla birlikte tüm bu saydığımız değerleri bütünleştiren formülün ta kendisidir. Hikâyeler, acılar, destanlar, ağıtlar, ninniler ve toplumsal hafıza kodları o halkın dilinin içine gizlenmiştir. Bu üretimler genelde kadınlar tarafından hikâye edildiği için, ana dilin demokratik entegrasyon içinde yerini yasal çerçevede sağlamlaştırması olmazsa olmaz bir noktadadır.
Entegrasyon sürecinde dil özgür değilse üretimde özgürlükten nasibini almamış olacaktır.
“Dil özgür değilse, düşünce de özgür olamaz” şiarı anadilin bastırılması, toplumsal hafızanın bilince çıkartılmasını engelleyeceği gibi tarihsel yeni hafıza da oluşturulamayacaktır. Demek ki yurttaş için siyasal alanda yapılan demokratikleşmelere ek olarak dilsel özgürlük ve özgünlüğün hukuksal tanımlamalarının da yapılması ama ve fakatsız ifadelerle yasal zemine oturtulmalıdır.
Jineolojîk perspektiften bakıldığında; dil, kadının ta kendisidir. Dilin kesintiye uğratılması kadın dünyasının tersyüz edilmesi anlamına gelmektedir. Aslında dilin toplumsal bir hak olmasının yanı sıra bir kadın hakkı olarak ifadesini bulması gerekmektedir. Çocukları ile birinci dereceden dil bağı ile ilişkilenen kadının anadilinin baskılanması kadın dramlarının başat nedenidir. Cinsiyet rolleri bağlamında dili ele aldığımızda ise kendi anadilinde kendini ifade edemeyen kadın baskın dillerin hegemonyasına girmektedir.
Bu temelde demokratik entegrasyon dilsel çoğulculuğu tehdit eden perspektiften değil, aksine bu çoğulculuğun bir zenginlik olduğunu benimseyen taraftan soruna yaklaşmalıdır. Böyle bir ortamda kadın özgüven duygusu ile yaşamın tüm alanlarına bilinçli bir katılım şansı yakalamış olacaktır.
Toplumsal cinsiyet ve entegrasyon
Demokratik entegrasyonun başarıya ulaşabilmesi uyguladığı cinsiyet eşitlikçi politikalara bağlıdır. Ne kadar eril politikalar üretmekten uzaklaşırsa demokrasiyi de o kadar içselleştirmiş olacaktır. Kamusal, siyasal, sosyal ve ekonomi alanlarında kadın temsili ne kadar erkekle eşitlenirse hedefe o kadar yakınlaşılmış olur. Demokratik kültür oluşturmak ancak kadının katılımı ile mümkün olabilir. Erkek egemen zihniyetin kurumsallaşmış yapısının bir biçimi ile zaten sağlam olmayan temellerinin sarsılarak yeniden inşa edilmesi kaçınılmaz bir dönüm noktasındadır.
Neolitik hafızadan günümüze taşınmış olan bilinçaltı ile ve/veya genetik kodlarda saklı olan kadın dostu yönetme, Jineolojîk yaklaşımlarla bir araya geldiğinde etik ve ahlaklı toplumsallaşma yeniden hızla hayata geçer.
Bilinçli yoksul bırakılmış kadınlar KOM gelenekleri ile yeniden dirilişe geçerek toplumsal bolluk üreten konumlarına tekrar ulaşırlar. Eğitim başta olmak üzere her alanda eşitlik, kadında katılım süreçlerinde farkındalık geliştireceği için dişil politikalar üretme potansiyelini tekrar açığa çıkaracaktır.
İstihdamda denge, kadının zorunlu tercihler yapmasını (evlilik-katlanma-çaresizlik-korku) ortadan kaldıracağından erkeklerin kadın yaklaşımlarında daha pozitif tutumlar takınmalarını sağlayacaktır. Böylece güçlenen cinsiyet eşitlikçi farkındalık geri dönüşümsüz olarak demokratik entegrasyon sürecini sağlam zemine oturtacaktır.
Demokratikleşmenin ve kadın özgürlüğü
Kadının yukarıda saydığımız ve gözden kaçırarak atladığımız tüm alanlarda özne olarak tanınması, demokratikleşme süreçlerini hem tamamlar hem de hızlandırır. Eril yapılanmaların tümü kendi kurumsal yapılanmasını kadını sömürmek üzerine kurmuştur. Aslında kadın-kadın ilişkisi dâhil, kadın-erkek ilişkisi demokrasinin ölçütlerini ortaya koymaktadır. Kadınların bir biri üzerindeki erk anlayışta süreci baltalar. Eşitlik ilkesi her koşulda yasal çerçeveler içerisinde açık bir biçimde tarif edilmek durumundadır. Dominantlık bir renk değil aksine baskı aracıdır.
Kadının özne hali, kadınsız demokrasinin mümkün olmayacağının açık belirtecidir. Toplumun yarısını oluşturan kadının yok sayılacağı entegrasyonun kendisi yok hükmünde olur. Kadınsız demokrasi olmayacağı gibi kadınsız üretilen bilgi ve siyaset üretimi de kısır kalır.
Jineolojîk kadın bilgisi; adil, barışçıl ve kapsayıcı nitelikler taşıdığından demokrasiyi yeniden üretmenin yöntemi olarak da görülmelidir.
Sonuç olarak, demokratikleşme kadınla tamamlanır; çünkü kadın, hem dönüşümün öznesi hem de barışçıl ve kapsayıcı yaşamın kurucu gücüdür.
Jineolojîk Demokratik Entegrasyona doğru
Süreçlerin demokrasi kapsamında sürdürülebilirliği kadını mülk olarak gören eril zihniyetin çözünmesi ile mümkündür.
Kadınların niteliksel olarak kadın kurtuluş bilincinde olması ideolojik tamamlanma, bilinç yükseltme ve bilgi üretmesi demokratik entegrasyonu geri dönüşümsüz bir temele oturtacaktır. Yalnızca eşitlik değil, toplumun sarsıntı geçiren çürümüş ve artık hizmet etmeyen dirençlerinin köküne kibrit suyu dökülerek yeniden inşasını yapılandırmak ön koşuldur. Öz karar sahibi ve toplumsal özne olan kadının istekleri ile çürümüş yapılanmaların çatışması ihtimali için yüksek olduğundan demokratik entegrasyon paradigması bu çatışmalarda kadının yıpranmasının önüne geçecek önlemleri koşulsuz almak zorundadır.
Bu bağlamda yine Jineolojîk yaklaşımları ele alacak olursak; kadının yaşamın her alanında görünür hale gelmesi ile birlikte toplumsal epistemolojik yaklaşımlarla, toplumun temelden değişimini hedefleyerek yeniden dönüştürür.
Kadının tarihsel, kültürel derinlik, güç ve politik yönleri ile kamusal, sosyal ve siyasal alanlara katılımını, Jineolojîk temelde aldığı bilgi birikim ile güç kazanarak kolaylaştırır. Demokrasi böyle bir ortamda salt yönetim biçimi olmaktan çıkarak yaşam etiğine dönüşür.
Bu çerçevede geliştirilebilecek temel öneriler şunlardır:
Kadın odaklı eğitim reformları:
Eğitimin her kademesinde, toplumsal cinsiyet eşitliği ele alınmalı, Jineolojî akademilerini yaygınlaştırarak, cins fark etmeksizin herkese yönelik eğitim programlarının müfredatın bir parçası haline getirilmesi. Ders içeriklerinin katılımcıların talepleri ve ihtiyaçlar üzerinden önerilerle belirlenmesi.
Yerel yönetimlerde Jineolojîk yapılanma:
Yerel yönetimler iç hukukunun demokratik entegrasyon sürecine uygun olarak yeniden gözden geçirilmesi ve Kürt hareketinin uyguladığı eşbeşkanlık sisteminin yasal zemine oturtulması, kadın merkezlerinin çoğaltılarak işlev kazandırılması, kadın meclislerinin güçlendirilmesi ve kadınların karar alma mekanizmalarında etkin özne konumunda olması.
Kadın ekonomisi ve kolektif üretim :
Sistemlerin bilinçli olarak yoksullaştırdığı kadınların, görünmeyen emeklerinin görünür kılınması. Kolektif üretim merkezlerinin açılarak kadın istihdamının gerçekleştirilmesi. Kooperatiflerle kadın emeğinin ekonomik temelli ortak-kom bilinci ile kazanca dönüştürülmesi. Bu ağlar, kadının ekonomik bağımsızlığını güçlendirirken, toplumsal dayanışmayı da pekiştirir.
Kadın pratiklerinin kurumsallaştırılması:
Barış süreçleri, kadınların bilgisine dayalı modeller göz önünde bulundurularak kadının misyonu tanımlanmalı. Çatışma çözümü, uzlaşma ve toplumsal onarım aşamaları, kadının etik ahlaki demokratik kültürü ile örülmeli.
Jineolojîk araştırma ve bilgi merkezleri:
Üniversiteler ve bağımsız kurumlar bünyesinde Jineolojî merkezleri kurulmalı; bu merkezler, yerel kadın deneyimlerini belgeleyerek alternatif bir bilgi arşivi oluşturmalıdır. Kadının bilgisi, demokrasi kültürünün canlı hafızası olarak korunmalıdır.
Demokratik Modernite’ye kadın katkısı:
Abdullah Öcalan’ın ifade ettiği demokratik modernite paradigması, kadın özgürlüğü ekseninde yeniden düşünülmelidir. Dişil sözcüklerle yapılan toplumsal cinsiyet çözümlemelerinin ayıklanarak yeniden Jineolojîk bir çerçeve ile anlatımının yapılması konuları daha anlaşılır kılacaktır. Kadının doğa, üretim, yaşam ve etik ile kurduğu ilişki, demokratik toplumun bütünsel modeline yön vermelidir.
Toplumsal yeniden eğitim:
Erkek egemen zihniyetin çözülmesi, yalnızca kadınların değil, erkeklerin de özgürleşmesini gerektirir. Toplumsal cinsiyet eğitimleri ve erkeklik eleştirisine dayalı programlar, dönüşümün toplumsal bütünlüğünü sağlar.
Sonuç olarak:
Demokratik entegrasyon süreçlerinde; kadının bilgi üretimi, emeği ve dayanışmasıyla şekillenen bir demokrasi, yalnızca siyasal değil; etik, kültürel ve toplumsal bir yenilenmedir. Demokratikleşmenin özü, kadının yaşamın her alanında eşit, özgür ve kurucu özne olarak tanınmasıyla tamamlanır. Jineolojîk demokrasi, hem yeni bir bilgi biçimi hem de insanlığın kendi öz adalet duygusuna dönüşüdür.
Kaynakça:
Abdullah Öcalan, Özgürleşen Yaşam: Kadın Devrimi, Özgürlük sosyolojisi: demokratik uygarlık manifestosu.
Jineolojî Araştırma Merkezi, Jineolojî Kadın Bilimi, Jineolojî Yayınları
Demokratik Modernite Dergisi: Jineolojîk Toplumun İnşası Üzerine
Nadie Al-Ali, Ortadoğu’yu Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden İncelemek









