Suriye’deki geçiş hükümetinde yaşanan durum, ‘devlet kurucu iktidarın kendi geçmişini aklaması’ olarak da okunabilir. Kurucu iktidar, kendi suç işleme hakkını yeniden tanımlayıp bunu ‘devrim adaleti’ şeklinde meşrulaştırabilir.
Sinan Cudi
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch-HRW), Suriye’deki geçiş hükümetinin, geçiş süreci adaletinde ciddi ve şeffaf olmadığını belirten bir rapor yayımladı. HRW, Colani yönetimindeki geçiş hükümeti için öngörülebilir ama politik olarak ağır bir çerçeve çiziyor. Esad döneminin suçlarını merkeze alan ama 2011 sonrasındaki tüm silahlı aktörleri uluslararası hukuk açısından inceleme kapsamına sokan HRW’nin Colani hükümetine yönelik talebi, 2017’den itibaren raporlaştırdığı HTŞ ihlallerinin doğal bir devamı anlamına geliyor.
Fakat Colani hükümeti, uluslararası tanınma aldıktan sonra “normal devletleşme” kozunu oynamaya başladı ve HTŞ yapısından devşirme güvenlik aygıtının yazdığı anayasa taslağında, geçiş adaleti “önceki rejimin ağır suçlarını araştırmak” ile sınırlayan bir maddeye sahip.
Libya geçiş hükümetleri de benzer şekilde “sadece Kaddafi dönemi suçları”na odaklanıp 2011 sonrası milis ihlallerini dışarıda bırakınca geçiş adaleti çökmüştü. Suriye örneği şu an Libya’ya daha yakın: meşruiyetini pekiştirmek için geçmiş rejimi hedef gösteriyor ama kendi döneminin güvenlik uygulamalarını uluslararası denetime açmaya yanaşmıyor.
HRW’nin önerdiği “tüm aktörleri kapsayan adalet” modeli uygulanırsa tabii ki Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Bölgelerinde Türkiye destekli grupların 2016–2024 arasındaki ihlalleri, HTŞ/Colani yapılarının önceki dönem uygulamaları, İran’a bağlı Şii milislerin kıyı ve güneydeki ağır ihlalleri de Esad dönemi ihlallerine ek olarak değerlendirme konusu olacaktır.
Siyasetin hukuka ağır bastığı anlar genellikle “istisna” diye adlandırılır ama Suriye gibi çok katmanlı çatışmalarda istisna kuralın kendisi haline geliyor. Geçmiş suçların “iktidar sayesinde buharlaşması” uluslararası hukukun yapısal sınırlılıklarını da gösteriyor.
Uluslararası hukuk, devletlerin rızasıyla işliyor. Devlet yoksa ya da yeni kuruluyorsa hukuk da askıda kalabiliyor. Bu yüzden yeni iktidarlar, eski suçları görünmez kılma imkanına kavuşuyor. ICC’nin, ICJ’nin ya da BM soruşturma mekanizmalarının sınırlı kalması, uluslararası hukukun doğasındaki “zorlayıcı egemenlik kapasitesinin olmaması” yüzünden.
Bunun klasik örneği Guatemala’dır. İç savaş sonrası “ulusal uzlaşı” bahanesiyle ordu subayları yeni iktidar bloğuna entegre edildi ve savaş suçları defteri 20 yıl kapalı kaldı.
Colani hükümetinin geçiş adaletini yalnızca eski rejime uygulaması, “kimin suçlu olduğuna” siyasetin karar verdiğini gösteriyor. Bu, geçiş dönemi adaletinin evrensel bir zaafı: hakikat komisyonları bile çoğu zaman kurucu iktidarın sınırları içinde çalışıyor.
Güney Afrika’da ANC’nin bazı ağır ihlalleri komisyonun kapsamı dışına itildi, Şili’de Pinochet ordusunun belirli dosyalarının açılmasına izin verilmedi, Ruanda’da RPF’nin ihlalleri uluslararası raporlarda minimale indirildi.
Bütün bu örneklerin ortak yanı şuydu; iktidardaki güç, hukukun nerede duracağını belirliyor.
HTŞ/Colani örneğinde görünen bu durum ABD’nin Irak’ta müttefik milislerin suçlarını görmezden gelmesi, Kosova’da NATO’nun Kosova Kurtuluş Ordusu’nun ihlallerini ‘istikrara katkı’ gerekçesiyle sınırlı soruşturmasında da karşımıza çıkmıştı.
Buradaki eleştiri hukuku küçümsemek değil pek tabii. Önemli olan hukukun güç ilişkileri tarafından nasıl biçimlendirildiğini açıklığa kavuşturmak. Uluslararası hukuk, güç dengesi değiştiğinde genişliyor; güç dengesi daraldığında küçülüyor. Suriye’nin şu an yaşadığı tam da bu.
Bu durumda eleştirilerimizi şu üç soruyla somutlaştıralım;
Hukukun uygulanmadığı anlar bir rastlantı mı, yoksa sistemik bir özellik mi?
Geçmiş suçlardan azade olma hali iktidarın ödülü mü?
Mağdurların adalete erişimi sadece büyük güçlerle uyumlu olduğunda mı mümkün hale geliyor?
Suriye’deki geçiş hükümetinde yaşanan durum, “devlet kurucu iktidarın kendi geçmişini aklaması” olarak da okunabilir. Kurucu iktidar, kendi suç işleme hakkını yeniden tanımlayıp bunu “devrim adaleti” şeklinde meşrulaştırabilir. Fakat Colani örneğinde bu, klasik devrim adaletinden farklı olarak uluslararası aktörlerin suskun rızasıyla tanımlanan bir “yeni düzen” adaleti olarak açığa çıkıyor.
Türkiye’de 12 Eylül, Irak’ta 2003 sonrası milis/asker devletleşmesi, Latin Amerika’daki askeri cuntaların geçiş süreçleri, hepsi “iktidar, suçun yargılanmasını belirler” yasasını doğrular.
Bütün bu çerçeve, uluslararası hukuk, devletler ve yeni iktidarlar için çalışır, mağdurları dışarıda bırakır gerçeğini karşımıza çıkarıyor. Bu soğuk gerçek, adalet mücadelesinin de niçin çoğu zaman hukuki değil, siyasal bir mücadele olarak yürütüldüğünü açıklar. Buradan da aslında Önder Abdullah Öcalan’ın yeni dönem mücadelesinde demokratik siyaset ve hukuku neden temel taktik olarak öngördüğünü anlayabiliriz. Değişmesi gereken sistem tam olarak bu.









