Materyalist, maddi hareket halindeki ezeli ve ebedi hakikati, idealist, manevi hareket halindeki ezeli ve ebedi yaratıcıyı arar. Birbirine zıt bu iki düşünce akımı teorik praksis sürecinde gelişir. Ne bilimler donar ne dinler. Ama onları dondurmaya yeltenenler her zaman olur, bilimin o anda yazdığı teori kitabını, dinin o anda ilan ettiği teoloji kitabını değişmez ilan ederler. Marksist ve İbrahimi düşüncenin düşmanları bunlardır.
Ama bir başka düşmanları daha vardır: Dini öldürmek isteyen kaba materyalistler ve materyalizmi öldürmek isteyen kaba idealistler.
Oysa her iki düşünce akımı, çıkış noktaları tamamen farklı olmakla birlikte, ortak amaçları olan “kurtuluş”a biri bilimsel ve devrimci pratikle (mücadeleyle), diğeri ahlaki hayat pratiğiyle (ibadetle) ulaşmanın düşünceleridir. Her iki akım ilkel komünal toplumun bağrından doğmuş, her iki akım da “kaybedilmiş cennete”, yani “komünal topluma” tamamen farklı bir düzlemde ulaşmayı amaç edinmiştir. Birisi ölümden sonra cennete yeniden kavuşacağımız düşüncesiyle insanlığın acılarını teskin etmiş, diğeri ölümden önce cennete kavuşacağımız düşüncesiyle insanları acıların sebeplerini yok etmeye çağırmıştır.
Eğer materyalistler, dinleri bir ahlak felsefesi ve ahlak sosyolojisi olarak değil de, kaba idealistleri esas alarak, onları bilimin ve gelişmenin düşmanı ilan ettiklerinde ve idealistler de, materyalizmi bilimsel felsefe, bilimsel sosyoloji olarak değil de, kaba materyalistleri esas alarak, onları ahlak ve maneviyat düşmanı ilan ettiklerinde, hem iki akım arasında uzlaşmaz bir savaşa yol açarlar, hem de kendi materyalist ve idealist düşüncelerini kökten inkara giderler. Bilimsiz toplum da ahlaksız toplum da ölür.
Ölmenin üstelik eşiğindedir. Bilim kapitalizmin elinde artık insan varlığını yok edecek bir silaha dönüşmüştür. Yel değirmeninden buharlı değirmene, oradan elektrik değirmenine (değirmeni simgesel manada kullanıyorum) geçiş devrim niteliğindeyken, nükleer değirmene geçiş artık karşı-devrimdir. Ve kapitalizm insanlığın ilk toplum biçimi olan komünden beri edindiği eşitlik, ortaklaşmacalık, dayanışma, kadın özgürlükçü değerleri yok ederek insanı insan olmaktan çıkaran ahlaki yok oluşa sürüklemektedir. Tüketim şizofrenisiyle, egoist bireycilikle toplum aklını kaybetmiş, mafyalaşma, pornografi, fuhuş ve uyuşturucu kartelleri faşizmin eşiğindeki devletlere hâkim olmuştur.
Apocu düşünce, aslına uygun materyalizmin ve aslına uygun idealizmin toplumun bu topyekûn intihar sürecine karşı yaşama tutunmasındaki rollerini tanımıştır. “Ahlaki politik toplum” paradigması, bu iki akım hakikatin maddi mi yoksa manevi mi olduğu konusunda bilimsel ve teolojik tartışmayı sürdürürken, toplumsal maddi ve manevi krizden çıkışta bu iki akımın birlikte rol oynayabileceğine işaret etmektedir. Materyalistlerin kaba materyalizmden ve idealistlerin kaba idealizmden kurtulması şartıyla…
“Zihniyet devrimi” ve onun bir parçası olarak materyalizmle idealizmin felsefi alanda değil, sosyoloji alanında birbirini tamamlayan rolü hakkındaki düşünceyi, birileri “materyalizmden idealizme” geçiş olarak anlıyor.
Maddi gerçekliğin fikir tarafından yaratıldığı düşüncesi başka, fikrin, düşüncenin maddi güç olarak tıpkı diğer objektif maddi güçler gibi toplumsal gelişmede rol oynadığını söylemek başka şeylerdir.
Marksist düşünce, bir düşüncenin kitlelere, anlık değil, nispeten kalıcı olarak mal olmasıyla “maddi bir güce dönüşeceğini” söyler. Marksist düşünce ve onun devamcısı Apocu düşünce kitlelere mal olduğu ölçüde maddi bir güce dönüşmüştür. Bir toplumsal gelişme ya da devrim, sadece objektif maddi şartların etkisi altında değil, işte bu “maddi kuvvete dönüşen düşüncenin” de etkisi altında gerçekleşir. Teolojik idealist düşünceler de kitlelere mal olduğu ölçüde maddi güce dönüşmüştür ve toplumsal değişimleri şu ya da bu yönde belirleyen diğer objektif maddi güçler gibi etkilemektedir.
Kitlelere mal olan ve maddi güce dönüşen materyalist düşünce de, kitlelere mal olan ve maddi güce dönüşen idealist düşünce de ister kapitalizmde olsun ister reel sosyalizmde olsun, birisinde azınlıktaki burjuvazinin, ondan da azınlıkta olan bürokrasinin, diğerinde azınlıkta olan devrimci öncünün, ondan da azınlıkta olan bürokrasinin merkezi devletleri tarafından “devletleştirilmiş” ve her iki düşünce akımında var olan değiştirici ve dönüştürücü potansiyel zayıflatılmıştır.
Birbirine felsefi olarak zıt bu iki akımın gelecekte toplum hayatında “ahlaki ve politik” ortaklık kurabilmesi Marksizm ve devamcısı öğretilerin ve İbrahimi tek tanrılı dinlerin devletten özgürleşmesine bağlıdır ve devrimci sürecin en önemli meselesidir.
Ortadoğu’da Alevi “enel hak” felsefesi, yeni gelişen Sünni özgürlükçü felsefe ve Latin Amerika’da Katolik “kurtuluş teolojisi” ve bu sayılanların Müslüman ve Hıristiyan dünyasında yaygınlaşması ve bu yayılmayla eş zamanlı olarak başta Apocu düşünce olmak üzere Marksizmi ademi-merkeziyetçi, Konfederal, kadın ve cinsiyet özgürlükçü, ekolojik komünal demokratik sosyalizm programı temelinde yeni aşamaya yükseltmeyi benimseyen farklı felsefi akımların güçlenmesi, bilimle din arasındaki kavgayı sona erdirme, onları “ahlaki-politik toplumu” bugünden inşa etme yolunda ortaklaştırma sürecinin ütopya olmadığını göstermektedir.
İçine girdiğimiz yeni tarihi döneme kadar, binlerce yıl boyunca materyalizmin idealizme ve onun devlet ideolojisi halini almış dini biçimlerine karşı mücadelesi bilimlerin ve sosyal mücadelelerin gelişmesinde büyük bir rol oynamıştır. Bugünün dünyasında ise bu düşünce akımlarının “savaşı”, bizzat emperyalizm tarafından kışkırtılmaktadır. “Medeniyetler savaşı” kitabını bilen bu gerçeği de bilir. Devletleştirilerek deforme edilen bu iki akımın aktüel varoluş biçimleri arasındaki büyük kopukluk, insanlığın sonunu getirecek olan emperyalist savaşlara, amansız kapitalist sömürü ve mülksüzleştirmeye, açlığa, kadınlığa karşı tırmanan erkek egemen maddi ve cinsel şiddete, artık insanlığı intihara sürükleyen kapitalist “endüstrializmin”, nükleer enerjiye geçişin, su kaynaklarını yutan ve her an insana karşı kontrolden çıkma potansiyeli taşıyan yapay zeka tekelinin yarattığı iklim krizine karşı milyarlarca insan toplumlarını birleştirmenin önündeki büyük bir engel haline gelmiştir.
Materyalist bilimsel düşünce ile İbrahimi dini düşünce arasında, kaba materyalist ve kaba idealist düşmanlığa son vermenin, bu iki akım arasındaki felsefi tartışmalar sürecinde, sosyolojik alanda ortaklaşmanın yollarını aramak gerekmektedir.
Belki şu ek, bunun imkanını anlatabilir: Tarih boyunca çatışan materyalist düşünceyle, idealist düşüncenin felsefi alanda değil, sosyolojik (politik) alanda “barışının” öncüleri kadınlardır. Çünkü onlar hem laik-erkek egemenliğine, hem de dini-erkek egemenliğine, bu egemenliklerin devletlerine “jin jiyan azadi” devrimiyle isyan halindedirler.









