• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
24 Kasım 2025 Pazartesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Gündem Güncel

Dünden bugüne CHP: Bir kez daha inkar siyasetinde

24 Kasım 2025 Pazartesi - 09:53
Kategori: Güncel, Manşet
Dünden bugüne CHP: Bir kez daha inkar siyasetinde

CHP’nin yaşanan süreçte İmralı’ya temsilci göndermeyerek bir kez daha Türkiye siyasetinde inkâr siyasetinin temsilcisi olarak konumlandı

Türkiye’de Kürt meselesi, sadece bir kimlik, kültür ya da güvenlik sorunu değil; aynı zamanda devlet-toplum ilişkisinin nasıl kurulduğunu, kimin ne ölçüde “vatandaş” sayıldığını ve siyasal temsilin sınırlarının kim tarafından, nasıl çizildiğini gösteren yapısal bir mesele. Cumhuriyet’in kuruluşundan asli unsur olan Kürt halkı, çoğunlukla inkâr, asimilasyon ya da bastırma politikalarıyla muhatap olmuş; siyasal aktörlerin büyük çoğunluğu bu sorunu ya görmezden geldi ya da güvenlikçi söylemlerle çerçeveledi. CHP’nin Kürt meselesindeki tavrı bir kez daha İmralı’ya üye göndermemekle açığa çıkardı.

Kürt sorunu ve CHP 

Kürt meselesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana süregelen en önemli toplumsal ve siyasal sorunlardan biri. Türkiye’deki Kürtlerin kimlik talepleri, dil ve kültürel hakları ile siyasal temsili uzun yıllar boyunca görmezden gelindi; kimi zaman açıkça bastırıldı, kimi zaman ise yok sayıldı. Bu süreçte Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), özellikle erken Cumhuriyet dönemindeki tek parti iktidarı sırasında, devletin resmi ideolojisinin taşıyıcısı oldu ve Kürt meselesine dair belirleyici bir aktör olarak rol oynadı.

CHP’nin Kürt meselesine yaklaşımı, bir ulus-devlet inşası süreciyle yakından ilişkilidir. CHP çok uluslu yapının yerine, “Türk milleti” temelinde homojen bir ulusal kimlik oluşturmaya çalıştı; bu bağlamda Kürtler de “dağ Türkleri” gibi çeşitli kavramlarla Türk kimliği içinde eritilmeye çalışıldı. Bu durum, Kürt halkının kimliksel varlığının inkârı anlamına geldi.

Ulus-devlet inşası 

Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’te kurulmasının ardından CHP, yeni devletin tek siyasi aktörü olarak hızla ulus-devlet inşasına yöneldi. Benimsenen bu model, etnik ve kültürel çeşitliliği reddeden, homojenleştirici bir “Türk milleti” anlayışına dayanıyordu. Bu ideoloji çerçevesinde Kürt kimliği resmi olarak tanınmadı; Kürt dili, tarihi ve kültürü kamu alanında yasaklandı veya yok sayıldı. 1924 Anayasası ile birlikte “vatandaşlık” tanımı etnik Türklükle özdeşleştirildi; Kürtler artık resmi belgelerde ve kamusal alanda “Türk” sayıldı. Bu dönemde çıkan Kürt isyanlarının tamamı, etnik bir sorun olarak değil, “irtica” ya da “bölücülük” kapsamında değerlendirildi ve sert biçimde bastırıldı.

Şeyh Said isyanı ve Takrir-i Sükûn yasası

1925 yılında gerçekleşen Şeyh Said İsyanı, Cumhuriyet tarihindeki ilk büyük Kürt isyanı olarak kabul edildi. İsyan, hem dini gerekçeler hem de Kürt kimliğinin bastırılmasına karşı bir tepkiydi. Ancak Ankara yönetimi, bu hareketi yalnızca “gericilik” ve “hilafet özlemi” şeklinde yorumlayarak isyanı kapsamlı bir askeri harekâtla bastırdı. İsyanın ardından Mart 1925 yılında Takrir-i Sükûn Kanunu  sadece isyancılara değil, tüm muhalif unsurlara karşı geniş bir baskı aracına dönüştü. İstiklal Mahkemeleri yoluyla çok sayıda kişi idam edildi veya sürgün edildi. Kürdistan’da uygulanan  “cezalandırma” politikaları, Kürt nüfusun kontrol altına alınmasını hedefledi.

Dêrsim Katliamı

1937-38 yıllarında Dêrsim’de, devletin zorunlu iskan politikalarına ve otoritesine karşı çıkan yerel aşiretlerin başlattığı direniş, Dersim Harekâtı adı altında büyük bir askeri operasyonla bastırıldı. Bu olay,  tarihe Dêrsim Katliamı olarak geçti. Operasyon sırasında binlerce sivilin katledildiği, köylerin yakıldığı, kadın ve çocukların sürgüne gönderildiği belgelendi. Genelkurmay arşivlerinde yer alan bazı belgeler ve dönemin tanıklıkları, bu harekâtın yalnızca bir “isyan bastırma” değil, aynı zamanda bölgenin etnik ve kültürel yapısını değiştirmeyi amaçlayan bir “sosyal mühendislik” projesi olduğunu ortaya koydu. CHP’nin iktidarda olduğu bu dönemde, Dêrsim’e yönelik operasyon doğrudan Mustafa Kemal’in onayıyla yürütülmüş, dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak gibi isimler operasyonun başlıca yürütücülerinden olmuştur.

Kürt Kimliğinin resmi inkârı

1930’lu yıllarda devletin resmi görüşü, Kürtlerin ayrı bir halk değil, “dağ Türkleri” olduğuydu. Bu tez, özellikle Türk Tarih Tezi ve Güneş-Dil Teorisi gibi ideolojik yaklaşımlarla desteklendi. Kürtçe, resmi ve kamusal alanlarda tamamen yasaklandı. İsimler, yer adları, hatta kişi adları Türkçeleştirildi. Bu dönemde Kürtlerin dilsel ve kültürel varlıklarını ifade etmeleri, ağır cezalara tabi tutuldu.

27 Mayıs darbesi ve yeni anayasa 

1960’taki askeri darbenin ardından hazırlanan 1961 Anayasası, Türkiye’de düşünce özgürlüğü, örgütlenme hakkı ve siyasal temsiliyet açısından görece “özgürlükçü” bir dönem başlattı. Bu anayasa, bireysel haklara yer vermesi açısından Kürtler için de yeni olanaklar doğurmuş olsa da, etnik kimliklerin tanınması ve Kürt sorununun açıkça tartışılması hâlâ mümkün değildi. CHP, bu dönemde ana akım devlet politikalarından çok sapmasa da, 1965’te Bülent Ecevit’in genel sekreter olmasıyla birlikte parti içinde daha sosyal demokrat bir çizgi belirmeye başladı. Ancak bu değişim Kürt meselesine doğrudan yansımadı; CHP, Kürt kimliği konusundaki inkarcı çizgisini sürdürdü.

3 CHP ve ‘toplumcu’ söylemin yükselişi

1970’li yıllarda Bülent Ecevit’in liderliğindeki CHP, “ortanın solu” ilkesi doğrultusunda işçi haklarına, sosyal adalete ve demokratikleşmeye daha fazla vurgu yapmaya başladı. Bu yaklaşım, özellikle Kürdistan’da yaşayan halkta bir karşılık buldu. Ancak bu dönemde CHP’nin politik söyleminde Kürt kimliği yine adlandırılmadan, “doğudaki geri kalmış bölgeler” gibi ifadelerle dolaylı biçimde ele alındı. CHP’nin Kürdistan politikası daha çok ekonomik geri kalmışlık temeline dayalıydı. “Doğu Mitingleri” gibi etkinliklerde CHP’liler, yoksulluk, feodalite ve eşitsizlikten söz etse de, bu sorunların Kürt kimliğiyle ilişkisi hiçbir zaman açıkça dile getirilmedi.

Sol hareketlerin yükselişi ve Kürt kimliğinin gölgesi

Bu dönemde Türkiye solunda, özellikle Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) gibi yapılar aracılığıyla Kürt kimliği daha açık şekilde ifade edilmeye başlandı. Ancak CHP, bu çevrelere ve taleplerine mesafeli kaldı; solun Kürt sorununu tanıyan ya da bu konuda mücadele eden unsurlarına destek vermedi. 1971’deki 12 Mart Muhtırası sonrasında bu tür örgütler bastırıldı, pek çok Kürt aydın tutuklandı veya sürgüne gönderildi. CHP ise bu süreçte rejimle uyumlu bir tavır alarak bu baskılara karşı ciddi bir muhalefet geliştirmedi.

İçten gelen sosyal demokrat basınç

1980’e doğru giderken CHP içinde bazı sosyal demokrat unsurlar, Kürt meselesine daha cesur yaklaşılması gerektiğini savunmaya başladı. Bu dönemde dile getirilen “Doğu Raporları”, kalkınma, eğitim ve sosyal adaletin önemine değinse de, yine de Kürt kimliğini doğrudan tanımaktan kaçındı. Bu yaklaşım daha sonra 1980 sonrasında kurulan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) içinde Kürt raporlarına dönüşecektir. Ancak 1980 öncesi CHP, hâlâ Kürt kimliğiyle barışık olmayan bir çizgide durdu.

12 Eylül 1980 darbesi 

1980 askeri darbesi, Türkiye’de siyasal alanı tam anlamıyla dondurdu ve Kürt meselesine yönelik baskıyı zirveye taşıdı. Kenan Evren liderliğindeki askeri cunta, Kürt kimliğini ve bu kimliği ifade eden tüm unsurları açıkça tehdit olarak gördü. Bu dönemde: Kürtçe konuşmak, yazmak, şarkı söylemek yasaklandı. “Kürt” kelimesi medyada dahi neredeyse tamamen yasaklandı. Amed Cezaevi’nde sistematik işkenceler ve insan hakları ihlalleri yaşandı. Bu süreçte PKK, 1984 yılında silahlı mücadeleye başlayarak sahneye çıktı. Devletin baskı politikaları, silahlı direnişe yönelimi artırdı. CHP, 1980 darbesiyle birlikte kapatıldığı için bu süreçte doğrudan bir aktör değildi. Ancak bu dönemin mirası, 1983’ten sonra siyasete dönen sosyal demokrat hareketin (SODEP,SHP, CHP) Kürt meselesine yaklaşımını belirleyici hale getirdi.

SHP ve 1989 Kürt raporu

CHP’nin devamı sayılan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP), 1989 yılında hazırladığı ve dönemin milletvekilleri Mehmet Ali Eren, Ahmet Türk, Adnan Ekmen gibi isimlerin desteklediği “Kürt Sorunu Raporu” ile Türkiye siyasetinde bir ilki gerçekleştirdi. Raporda: Kürt kimliğinin tanınması gerektiği, Anayasal vatandaşlık kavramının tartışılması, Kürtçe’nin eğitim ve basın-yayın dili olabilmesi gerektiği, baskı politikalarının çözüm getirmediği, gibi önemli öneriler yer aldı. Bu rapor, sosyal demokrat çizginin Kürt meselesinde radikal sayılabilecek bir açılım yapma girişimiydi. Ancak devlet içi refleksler ve medya baskısı nedeniyle büyük tepki topladı. SHP, raporu resmi parti görüşü olmaktan çıkardı; ardından raporu destekleyen bazı milletvekilleri partiden ihraç edildi veya istifa etti.

CHP’nin yeniden kuruluşu 

CHP, 1992 yılında yeniden kurulduğunda, SHP’nin deneyimlerinden büyük ölçüde uzaklaşarak daha temkinli bir çizgiye yöneldi. 1990’lı yıllar boyunca: PKK ile çatışmalar tırmanırken, CHP daha çok “terörle mücadele” ekseninde açıklamalar yaptı. Kürt kimliğine dair reform talepleri sınırlı kaldı. Kürdistan’daki OHAL uygulamalarına karşı net bir tavır alınamadı. CHP, bu dönemde “devletin bekası” söylemine daha yakın durarak güvenlikçi politikaları doğrudan eleştirmekten kaçındı. Bu da Kürt seçmen nezdinde partinin “eski CHP” ile aynı ideolojik düzlemde kaldığı algısını pekiştirdi.

Medyada, hukukta ve eğitimde süren inkar

1990’lı yıllar boyunca medyada Kürt kimliğinin görünürlüğü hâlâ büyük oranda sansür altındaydı. Kürtçe yayınlar yasaklıydı, Kürt siyasetçiler sürekli yargılanıyor, partileri kapatılıyordu (HEP, DEP HADEP). CHP bu süreçte bazı bireysel demokrat isimlerin çabaları dışında kurumsal olarak baskılara ciddi karşı çıkışlar sergilemedi. DEP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinde CHP, süreci engelleyebilecek bir siyasal tavır geliştirmedi. Bu da Kürt seçmenin CHP’ye olan güvensizliğini derinleştirdi.

AKP’nin açılım süreci ve CHP’nin muhalefet pozisyonu

2009–2015 yılları arasında Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tarafından yürütülen ve kamuoyunda “çözüm süreci” ya da “demokratik açılım” olarak bilinen süreç, Kürt meselesinin siyasal çözümüne yönelik en açık ve kapsamlı girişimdi. Bu süreçte, PKK ile dolaylı görüşmeler (Oslo, İmralı), Kürtçe yayın, dil kursları, seçim kampanyaları, TRT Kurdi’nin açılması, Newroz’un  resmi kutlama haline getirilmesi gibi adımlar atıldı. CHP, bu sürece başından itibaren mesafeli hatta karşıt bir tutum aldı. Parti yönetimi şu argümanlarla süreci eleştirdi: Sürecin şeffaf yürütülmediği, sürecin Abdullah Öcalan ve Kandil arası yürütülmesinin meşru olmadığı, Türkiye’nin üniter yapısına zarar vereceği, PKK’nin meşrulaştırılmak istendiği… CHP’nin bu yaklaşımı Kürt seçmenin gözünde CHP’nin yine “devlet refleksiyle” hareket ettiği algısını güçlendirdi. Parti, kendi alternatif çözüm önerisini uzun süre ortaya koyamadı.

Yumuşama ve çelişkiler

2010 yılında Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan olduğunda CHP, söylem düzeyinde daha demokratik ve çoğulcu bir çizgiye yöneldi. Özellikle şu adımlar dikkat çekti: “Kürt sorununu Meclis’te çözelim” söylemi, Anadilde eğitime karşı çıkan net tavrın zamanla yumuşaması”. Ancak bu dönem de tutarlı bir politik değişim getirmedi. Kemal Kılıçdaroğlu, zaman zaman “Kürt sorunu vardır” demesine rağmen, bu sorunla ilgili bütünlüklü bir çözüm programı geliştirmedi. Parti içinde hâlâ ulusalcı ve milliyetçi eğilimler güçlüydü; bu da CHP’nin Kürt meselesinde “iki dilli” bir çizgide kalmasına neden oldu. CHP, 2013’te Meclis’te Demokratikleşme Paketi’ne destek vermedi. Kürtçe seçmeli ders uygulamasına mesafeli yaklaştı. Anayasa aykırı ama evet diyerek, birçok milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasının önünü açtı. Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla beraber 15 milletvekili tutuklandı. Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş başta olmak üzere birçok siyasetçi 8 yıldır hala cezaevinde tutulurken, CHP tüm bunlara rağmen HDP ile ittifak düzeyinde mesafe kurdu, oyunu talep etti.

Görünmez ittifak, görünür mesafe

2015’te HDP’nin yüzde 13’le Meclis’e girmesi, CHP için hem bir fırsat hem bir sınavdı. HDP’nin meşruiyeti üzerinden yürüyen milliyetçi kampanyalar karşısında CHP genellikle sessiz kaldı. 2019 yerel seçimlerinde HDP seçmeninin CHP’li adaylara büyük destek vermesiyle AKP birçok büyükşehri kaybetti (İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, Antalya…). Ancak CHP bu stratejik iş birliğini açıkça ifade etmedi. “İttifak yok” söylemiyle hareket etti. Bu da Kürt seçmen nezdinde “fayda odaklı, ama samimiyetsiz” bir izlenim yarattı. Ayrıca: HDP’li belediyelere kayyum atamalarına karşı zayıf tepki verildi. HDP’nin Meclis’te maruz kaldığı linç kampanyalarında aktif savunuculuk yapılmadı.

2023 seçimleri ve CHP’nin yeni çıkmazı

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı,  HDP’nin kapatılma durumu ile karşı karşıya kalmasından kaynaklı DEM Parti’nin açık desteğini aldı. Ancak bu süreçte de CHP, DEM Parti ile kurduğu ilişkiyi açıkça savunmak yerine, bu desteği perdelemeye çalıştı. Bu tavır, DEM Parti  seçmeninde güvensizlik, milliyetçi seçmende ise “ikiyüzlülük” algısı yarattı. CHP’nin bu dönemdeki çelişkili tutumu, hem Kürt seçmeni elde tutmayı zorlaştırdı hem de milliyetçi seçmene ulaşmayı başaramadı. Seçim sonrası parti içi değişim süreci başlasa da, Kürt meselesi hâlâ CHP’nin “görmek istemediği dosyası” olarak duruyor.

Tarihsel süreklilik

CHP’nin Kürt meselesine yaklaşımı, kurucu kimliği ve devletle özdeşleşen ideolojik pozisyonu nedeniyle yüz yıl boyunca büyük oranda sistem içi reflekslerle şekillendi. CHP, zaman zaman söylem düzeyinde ilerici pozisyonlar almış olsa da bu pozisyonlar kurumsal tutuma dönüşmezken, kimlik siyaseti konusunda partinin bir bütün olarak dönüşmesini sağlayamadı. Cumhuriyet tarihi boyunca CHP’nin Kürt meselesinde dönüşüm sağlayabileceği dört ana “fırsat anı” ortaya çıktı.  Bu dört dönemde de CHP ya geri adım attı ya da suskun kaldı. Özellikle HDP’nin 2019’daki desteğine rağmen görünür iş birliği kurmaması, Kürt seçmenin “kullanılıp terk edilme” algısını pekiştirdi.

Yüzyıllık inkarın güncel yansıması 

2025 sürecine gelindiğinde, CHP,  “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” kapsamında yürütülen çalışmalarda, İmralı’ya temsilci göndermemesi ve sürece yönelik yaptığı açıklamalarla, bir kez daha Türkiye siyasetinde yerleşik inkâr siyasetinin temsilcisi olarak konumlandı. Bu tutum, sadece bir stratejik tercihten ibaret değil; aynı zamanda CHP’nin, Kürt meselesine yönelik tarihsel yaklaşımının güncel bir tekrarına işaret etti. CHP’nin bu tavrı, Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtlerin kimliğinin, kültürünün ve siyasi taleplerinin yok sayılmasıyla şekillenen resmi ideolojinin sürdürücüsü olarak görüldü. CHP, bugün de “İmralı’yla görüşmemek” adı altında Kürt sorununu görmezden geldi.  CHP, çözümün bir tarafı olmayı reddederken, çözümün dışına itilmekle kalmıyor; aynı zamanda yüzyıldır süregelen inkâr siyasetinin günümüzdeki taşıyıcısı hâline geldi.

CHP’nin bu süreçteki pasifliği, yalnızca siyasi bir hata değil, toplumsal barış açısından da kaybedilmiş bir fırsat. Ana muhalefet partisi olarak, geniş kitlelere hitap etme kapasitesine sahip CHP’nin, Kürt meselesinde söz üretmesi, sadece siyaseten değil etik olarak da zorunludur. AKP’nin manipülatif zeminine çekilmemek adına alınan bu “geri durma” kararı, aslında AKP’nin stratejisini dolaylı biçimde meşrulaştırdı,  Kürt halkının gözünde CHP’yi bir kez daha güvenilmez ve uzak bir aktör olarak konumlandırdı.

Haber: Dilan Babat \ JINNEWS

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Aydın’da şüpheli çocuk ölümü

Sonraki Haber

Mazlûm Ebdî: İmralı’yı ziyaret ihtiyacı duyuyoruz, Türkiye bundan korkmamalı

Sonraki Haber
Mazlûm Ebdî: İmralı’yı ziyaret ihtiyacı duyuyoruz, Türkiye bundan korkmamalı

Mazlûm Ebdî: İmralı’yı ziyaret ihtiyacı duyuyoruz, Türkiye bundan korkmamalı

SON HABERLER

Tutsaklardan 25 Kasım mesajı: Halkların barışı kadının özgürlüğü ile olur

Tutsaklardan 25 Kasım mesajı: Halkların barışı kadının özgürlüğü ile olur

Yazar: Reyhan Hacıoğlu
24 Kasım 2025

Gazeteci Özdemir: Fotoğrafı idealize etmeden gereklerini yapmak gerek

Gazeteci Özdemir: Fotoğrafı idealize etmeden gereklerini yapmak gerek

Yazar: Reyhan Hacıoğlu
24 Kasım 2025

Filozof  Therborn: Abdullah Öcalan Nobel Ödülü’nü hak etmiştir

Filozof Therborn: Abdullah Öcalan Nobel Ödülü’nü hak etmiştir

Yazar: Heval Elçi
24 Kasım 2025

‘Pişmanlığı’ kabul etmeyen gazeteci Kurt’un tahliyesi 6 ay ertelendi

‘Pişmanlığı’ kabul etmeyen gazeteci Kurt’un tahliyesi 6 ay ertelendi

Yazar: Aziz Oruç
24 Kasım 2025

Feti Yıldız’dan İmralı görüşmesi öncesinde açıklama

Feti Yıldız’dan İmralı görüşmesi öncesinde açıklama

Yazar: Aziz Oruç
24 Kasım 2025

Murat Karayılan: CHP yanlıştan dönmeli, çözümde rol oynamalı

Murat Karayılan: CHP yanlıştan dönmeli, çözümde rol oynamalı

Yazar: Bedri Adanır
24 Kasım 2025

Meclis Komisyonu bugün İmralı’ya gidiyor

Meclis Komisyonu bugün İmralı’ya gidiyor

Yazar: Aziz Oruç
24 Kasım 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır