Barış ve demokrasi dünya siyasal düşüncesinin en temel ve arzu edilen hedeflerindendir. Bu iki kavram arasındaki ilişki toplumsal uzlaşmadan çatışma çözüm süreçlerine kadar geniş bir yelpazede tartışılagelmiştir.
Uluslararası barışın ötesinde, bir devletin kendi içindeki barışı sağlaması, özellikle toplumsal çatışmaların, etnik ya da siyasi sorunların çözümü daha karmaşık bir dinamiğe sahiptir.
Demokratik devletler, içlerinde barındırdıkları uzlaşma, müzakere ve şiddetten kaçınma gibi normları ilişkilerine de taşırlar. Ortak demokratik değerler, karşılıklı güven ve saygı ortamı oluşturur. Bu da barışı besler ve kalıcılaştırır.
Bilinen şeydir. Gerçek barış, yalnızca silahların susması değil, aynı zamanda ezilen ve hakları kısıtlananların eşit yurttaşlık zeminine kavuştuğu, haklarının anayasal güvence altına alındığı bir politik dönüşümdür. Barış ve demokrasi birbirinin dayanağıdır. Barışsız demokrasi, demokrasisiz barış olmaz.
Barış süreci ve müzakerelerinin şeffaflık, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü gibi demokratik ilkeler olmadan yürütülmesi, süreci meşruiyetten yoksun bırakabilir ve kalıcı sonuçlara ulaşmasını engelleyebilir.
Kalıcı barış, sadece çatışmayı sona erdirmek değil; aynı zamanda toplumsal adalet, özgürlük ve temel hakların güvence altına alındığı kapsamlı bir toplumsal dönüşüm sürecidir. Bu süreç, eş zamanlı olarak demokratik kurumların güçlenmesini ve toplumsal eşitsizliklerin giderilmesini gerektirir.
Barış, çatışmanın ve savaşın sona ermesinden çok daha fazlasıdır. Bazen bir ateşkes veya baskıcı bir rejimin sağladığı “sükûnet” barış zannı yaratabilir, ancak bu tür bir durum sadece donmuş bir çatışmadır. Gerçek ve kalıcı barış, sadece demokrasi ile taçlandığında anlam ve süreklilik kazanır. Demokrasi ile desteklenmeyen bir barış, temeli çürük, eksik bir yapıdır.
***
Norveçli sosyolog Johan Galtung, son zamanlarda dillendirilen negatif ve pozitif barışı iki ana boyutta inceler:
Şiddetin, yani savaşın ve fiziksel çatışmanın olmaması durumudur. Silahların susması negatif barışı ifade ederken; sosyal adaletin, eşitliğin ve yapısal şiddetin, kurumsal eşitsizliklerin, ayrımcılığın olmadığı, insanların potansiyellerini tam olarak gerçekleştirebildiği bir ortamı da pozitif barış olarak ifade edilir.
Demokrasi ile taçlandırılmamış bir barış, en iyi ihtimalle sadece negatif barıştır. Baskı ve korkuyla sağlanan bir sükûnet, vatandaşların temel hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakıldığı bir ortamda sürdürülebilir değildir. Oysa pozitif barış, ancak demokratik ilkelerin rehberliğinde inşa edilebilir.
Demokrasi, barışın kalıcı olmasını sağlayan temel mekanizmalara sahiptir: Farklı görüşlerin, şikayetlerin ve taleplerin şiddete başvurulmadan, diyalog, müzakere yoluyla çözüldüğü bir çerçeve sunar.
Gerçek barış, bireyin güvenliği ile başlar. Demokrasi, hukukun üstünlüğünü ve temel insan haklarını güvence altına alarak, devletin keyfi gücünü sınırlar. Hakların güvence altında olduğu bir toplumda, bireylerin devlete olan güveni artar ve toplumsal huzursuzluk kaynakları azalır.
Bütün vatandaşların yönetimde söz sahibi olması ve kendini temsil edilmiş hissetmesi, dışlanmışlık duygusunu ortadan kaldırır. Dışlanmışlık, şiddet içeren hareketlerin ve isyanların en önemli itici güçlerinden biridir. Kapsayıcı bir demokrasi, toplumsal çeşitliliği barışın bir zenginliği olarak kabul eder.
***
Kalıcı barış, sadece bir süreç değil, aynı zamanda bir yaşam biçimidir. Bu yaşam biçimi, özgür tartışmayı, hesap verebilirliği ve vatandaşlık onurunu merkeze alan demokratik değerlerle beslenmelidir.
Gerçek barış, herkesin sesinin duyulduğu bir düzeni gerektirir. Kalıcı ve kapsamlı bir barış hedefliyorsak, öncelikle o barışı ayakta tutacak olan güçlü ve kapsayıcı bir demokrasiyi inşa etmek zorundayız.
Sonuç olarak, barış ve demokrasi birbirini besleyen ve güçlendiren iki temel değerdir. Uluslararası alanda demokrasi, barışın en güçlü garantörlerinden biri iken; iç çatışma ortamlarında barış süreci, baskıcı rejimleri demokratikleşmeye zorlayan güçlü bir katalizör işlevi görebilir. Sürdürülebilir bir gelecek için, bu iki değeri bir ikilem olarak görmek yerine, toplumsal uzlaşmayı ve adaleti merkeze alan bütüncül bir inşa süreci oluşturmak gerekir.









