Her zehirlenme ve pestisit olayı sonrasında çiftçiler günah keçisi yapılır. Çiftçinin eğitimsizlik temcit pilavı pişirilip kamuoyunun önüne konur. Oysa mesele ekonomi meselesidir. Bütün bu melanetlerin sebebi endüstriyel tarım tarzıdır
Abdullah Aysu
Uzun zamandır, sofralarımıza gelen gıdaların üretim süreçleri, kaynakları ve geçirdiği aşamalar hakkında neredeyse hiçbir bilgiye sahip değiliz.
Endüstriyel tarımın ve küresel gıda ticaretinin etkisi sonucunda, gıdayla ilişkimiz market rafları ve pazar tezgâhlarıyla sınırlı bir hale geldi.
Limit aşımları nedeniyle sınırdan geri çevrilen veya hakkında uyarılar yapılan gıdalarla ilgili haberler her geçen gün artıyor. Biber, Antep fıstığı, incir, mandalina, greyfurt, nar ve limon gibi birçok sebze ve meyve ya sınırdan geri çevrildi veya uyarı aldı. Biliniyor. Yetersiz denetim politikaları ve bu konudaki çaba eksiklikleri eleştirilerin hedefinde.
Peki, bu ürünler neden geri çevriliyor?
Analizlerin eksik yapıldığı, pestisit gibi zararlı kimyasal kullanımının kontrol edilemediği gibi üreticilerin giderek daha fazla yoksullaştığı bir dönemden geçiyoruz. Tüketicilerin sağlıklı gıdaya erişimi giderek zorlaşıyor. Temel gıda ürünlerine ulaşmak bile büyük bir mesele haline geldi. Üretim ve denetim süreçlerinin büyük ölçüde şirketlere bırakıldığı günümüzde, benzer sorunların artması kaçınılmaz görünüyor.
Yediklerimiz şifamız olmuyor
Gıda güvenliği krizinin alabildiğine derinleştiği, çözüm için hangi politikaların uygulanması gerektiği, sorumlulukların kimlere ait olduğu ve nasıl bir örgütlenme sağlanabileceği gibi soruları, akademisyenler, çiftçiler ve gıda topluluğu üyeleri sürekli aktarıyor.
Şöyle diyor Gıda Güvenliği Komisyonu Başkanı:
“Türkiye’nin ihraç ettiği gıdalar en çok aflatoksin ve okratoksin sebebiyle gümrüklerden geçemezken son dönemlerde bunlara, kullanımı 2016’da yasaklanan klospirifosetken maddesi tarım ilacı kalıntısı, insanların gıda olarak tüketmediği bitkilerde bulunan pirolizidin alkaloit bileşikleri ve gıda zehirlenmesine yol açan Salmonella bakterileri de ilave olmuş durumda.”
Peki, biz geri dönen bu ürünlerin tüketime uygun olmadığını, sağlığı tehdit ettiğini nasıl öğreniyoruz? Öğrenemiyoruz. Çünkü Gıda Güvenliği Bilgi Sistemi’miz (GGBS) halkın erişimine açık değil.
Bizler, durumu, AB ülkelerinin gıda ve yem ticaretinde kamu sağlığını korumaya yönelik olarak paydaşlarını bilgilendirmede kullandığı “Gıda ve Yemler İçin Hızlı Alarm Sistemi- (RASFF)”tan yapılan bildirimlerden öğreniyoruz. Halk sağlığı için bilgiler haber yapıldığında da Tarım ve Orman Bakanlığı, “iade edilen ürünlerin piyasaya mevzuata aykırı bir şekilde sunulmadığını, bu ürünlerin imha edildiğini” açıklıyor. Uzmanlar ise bakanlığın “tehlikeli atık imha tesisi” olması gerektiğini, ancak ülkemizde böyle tesislerin olmadığını belirtiyorlar. Kısacası, fahiş fiyatlarla zehir yediğimiz bir dünya sunuluyor bize.
Ürünler niye geri geliyor?
Evet, bu ürünler neden geri çevriliyor? Çünkü geri çevrilme nedeni olarak gösterilen kimyasallar, doğurganlık sorunları, büyüme geriliği, nörolojik bozukluklar, bağışıklık sistemi baskılanması ve kanser gibi birçok sağlık sorununa yol açıyor. Bu olumsuz etkiler sadece tüketicilerle sınırlı değil. Tarım zehirlerinin uygulanması aşamasında, çiftçiler ve tarım işçileri de sağlıklarını kaybediyor. Her yıl dünyada milyonlarca çiftçi bu konuda zehirlenme vakaları yaşıyor. Yaşamını yitiren insanlar var.
Endüstriyel tarım nedeniyle kullanılan pestisitler sonucu ortaya çıkan sağlık sorunları sadece ürünlerin alım fiyatını değil, aynı zamanda bu hastalıklarla mücadele etmek için yapılan sağlık harcamalarını da hesaplamamız gerektiğine işaret ediyor.
Pestisitler sadece insan sağlığını bozmakla kalmıyor; biyoçeşitlilik kaybında da önemli rol oynuyor. Hayvan ve bitki türlerindeki hızlı azalmaların başlıca sebeplerinden biri pestisitler olduğu uzmanlar tarafından belirtiliyor. Ne yazık ki biyoçeşitlilik kaybının yarattığı ve yaratacağı maliyetler ise parayla ölçülemez!
Kimyasalların ettiği
Türkiye’de toprak kaybı konusu konuşulurken hep erozyondan bahsediliyor. Ama aslında toprak kaybının ana nedenlerinin başında pestisit ve kimyasal gübre kullanımı geliyor. Önce pestisitler toprak canlılarını öldürerek toprağı, toprak olmaktan çıkarıyor. Sentetik gübreler de yakıcılığıyla toprak canlılarını öldürerek benzer işlev görüyor. Ayrıca gübrelerin granül halinin toprağa karışması ile toprağın kalitesini bozuyor, toprağın erozyona karşı korumasız bırakıyor. Böylece kullanılan pestisit ve sentetik gübre sonucunda topraktaki organik madde azalıyor. Yani tarımda kullanılan pestisitler ve sentetik gübreler sadece sağlığımız için risk oluşturmuyor. Toprağın vasfını bozuyor, yeraltı ve yerüstü sularını zehirliyor, ekolojiyi tahrip ediyor.
Avrupa Birliğine-AB göre pestisit kullanımında onlardan geride olduğumuz yönetenler tarafından propaganda ediliyor. Yönetenlerin söylemleri ve açıkladıkları veriler bizi yanıltmasın, biz üretim sürecinde AB’den daha fazla pestisit kullanıyoruz.
Şöyle ki, Türkiye’de kullanılan pestisitin yaklaşık %57’si meyve-sebze üretiminin en fazla yapıldığı 10 ilde (Antalya, Manisa, Adana, Mersin, Bursa, İzmir, Aydın, Konya, Malatya, Çanakkale) kullanılıyor.
Bölgelere göre ise durum şöyle: Toplam pestisit kullanımının %28’i Akdeniz Bölgesi, %24’ü Ege Bölgesi, %18’i Marmara Bölgesi’nde. Fakat bu oran Karadeniz Bölgesi %5, Doğu Anadolu Bölgesi için %6 gibi daha düşük seviyelerde.
Ayrıca 2022 yılı verilerine göre Türkiye’de en fazla tarım kimyasalı kullanılan ilk beş il Antalya, Manisa, Mersin, Adana ve Malatya. Bu şehirlerdeki üretime baktığımızda en yoğun üretim sebze ve meyve üretimidir. En fazla pestisit kullanımı bu topraklarda oluyor. Bu toprakların büyüklüğü dikkate alınıp bir hesaplama yapılsa biz Avrupa Birliği’nde en arka sıralarda değil en üst sıralarda pestisit kullanımına sahip bir ülke olduğumuz görülebilir. Dolayısıyla bu farklılıkları göz önünde bulundurmadan yapılan değerlendirmeler tam olarak gerçek durumu göstermez. Buna bir de kayıt dışı durumu eklediğimizde durum daha da acıklı bir hal alır.
Suçlu olan çiftçi mi?
Bir de her zehirlenme ve pestisit olayı sonrasında çiftçiler günah keçisi yapılır. Çiftçi sebep gösterilir. Çözüm olarak çiftçilere eğitim vermekten bahsedilir hep. Eğitimi verecek kimdir? Neden bu eğitimi vermez? Tarımsal üretimin kimyasallara-zehir kullanımına dayalı olması politikalarını kim belirler? Sağlıklı gıdaya ulaşmak için ilk olarak, tarımda kullanılan pestisitlerin ve kimyasalların izlenebilir olmasını kimin sağlaması gerekir? Bütün bu soruların tek cevabı ve muhatabı hükümetler ve mesele bu denli orta yerde iken her olumsuz vaka sonrasında çiftçinin eğitimsizliğinden niye bahsedilir? Çiftçinin eğitimsizlik temcit pilavı pişirilip kamuoyunun önüne konur.
Oysa mesele ekonomi meselesidir. Sorun ise sistem sorunudur ve bütün bu melanetlerin sebebi uygulanan endüstriyel tarım tarzıdır. Yerine ekolojik-bilge köylü tarımının hükümetler tarafından ikame edilmemesidir.
Ekonomi sorunudur derken, çiftçilerin üretime devam ederek hayatta kalmasından/kalabilmesinden söz ediyorum. Maliyetlerin çok yüksek olduğu, her gün arttığı zamanımızda ekolojik-bilge köylü tarıma geçişin mali yükü çok fazla. Bunu kim üstlenecek? Bizim ülkemizde bu maliyet üreticiye-çiftçiye yükleniyor. Çiftçiler bu yüksek maliyetin altından tek başlarına kalkamıyor.
Endüstriyel tarıma alışmış çiftçilerin, ekolojik üretim yöntemlerine kısa sürede ve destek olmaksızın uyum sağlaması zordur.
Bu nedenle, geçiş sürecinin ekolojik bir anlayışıyla planlanması ve çiftçilere ciddi destek sağlanması şarttır. Ancak, Türkiye’de tarıma ayrılan kaynaklar yetersizdir; Tarım Kanunu’na göre milli gelirin en az yüzde 1’i oranında olması gereken tarımsal destekler bu seviyeye ulaşamamaktadır. Özellikle ekolojik tarıma yönelik destekler neredeyse yok denecek kadar azdır. Organik tarım için dekar başına verilen destekler 180, 90, hatta 72 lira gibi düşük rakamlarla sınırlıdır. Ekolojik tarımın teşvik edilmesi için mevcut desteklerin ciddi şekilde artırılması gerektiği ortadadır.
Bilge köylü tarımı
Ayrıca çiftçilerin ekolojik bilge köylü tarzda örgütlenmesi desteklenmeli. Merkezi devlet ön açıcı yasal düzenlemeler yapmalı. Merkezi devletle birlikte yerel yönetimlerin endüstriyel tarımdan ekolojik-bilge köylü tarıma geçişin maliyetleri üstlenmeli. Geçiş sürecini üretici ve tüketiciler ile birlikte örgütleyerek kalıcılaştırılmalı. Ürünlerin ekim, hasat, depolama, nakliye ve pazarlama süreçlerinin desteklenmesinde merkezi devlet ve yerel yönetimler ortak plan, program ve işbölümü yapmalı. Vergi indirimleri veya sübvansiyon politikaları ile süreç desteklenmeli. Eğitim desteği şirketlere bırakılmadan kamu ve yerel yönetimlerce sağlanmalı.
Ekolojik-bilge köylü tarımına geçiş bugünden yarına olmaz. Planlamak, uygulamaya geçmek, toprağın zehirden arınması için 3-5 yıl gibi bir zamana ihtiyaç var. Ayrıca Türkiye genelinde aynı zamanda başlanmaz, üretim düşüklüğü yaşanır, beslenme sorunu çıkar. Bölgeler bazında beşer yıllık program gerekir. Yani kalıcı çözüm için uzun zamana ihtiyaç var. Ama gün geçmiyor ki pestisit kaynaklı bir sorun yaşanmasın. Her geçen gün ekoloji tahrip edilmesin, sağlık riski sürmesin.
Bugün ne olmalı?
- Üretim tarzı olan endüstriyel tarımdan ekolojik-bilge köylü tarımına peyder pey geçilmeli. Bu konuda merkezi devlet sorumluluk üstlenmeli.
- Devlet denetim, kontrol ve cezalandırma görev kusuru işlemeden yerine getirmeli.
- Destek ve teşviklerde küçük aile çiftçiliği yapanlar öncelikli olmalı ki, üreticiler topraklarıyla ve hayvanlarıyla doğayla döngüsel yapıyı kurup, koruyabilsinler.
- Devlet daha net-titiz bir denetim politikası uygulamalı, denetimlerin sıklığı ve miktarı arttırılmalıdır.
- Kullanım oranlarıyla ilgili olarak en azından belirli zehirlerin yasaklanmalı,
- Tanımlı koşullara göre üretim yapılıp saklanma koşullarının kontrol edilmesi gerekiyor. Sonuçta aflatoksin gibi zararlılar uygun koşullar olmadığından oluyor.
- Üretim sürecinin yanı sıra depolama koşulları da sıkı denetlenmelidir. Çünkü kimyasallar yalnızca tarlada kullanılmamaktadır. Depolama esnasında depolama koşulları pek çok yerde yetersiz olduğu için büyük oranda kimyasal kullanılmaktadır.
- Ve en önemlisi; yarın geç, hemen bugünden çiftçilere düzenli ekolojik tarım eğitim ve seminerlerine başlanmalı ve uygulamaya başlanmalı.
- Pestisit gibi tarım zehirlerinin “ilaç-deva” olarak adlandırılmaması konusunda ciddi bir çalışma yapılmalı, farkındalık yaratılmalı!
Yapılması gereken şey çok. Aslında ne ve nasıl yapılması gerektiği de biliniyor. Eksik olan şey, görevi kusursuz ve eksiksiz yapacak bir siyasi irade!









