Üç bürosu birden bombalanan Özgür Ülke’nin Genel Yayın Yönetmeni Baki Karadeniz Gazetemize konuştu:
- Kürt basını açısından son derece ağır bir dönemdi; gazeteciler sistematik şekilde hedef haline getiriliyor, kaçırılıyor, öldürülüyor, bürolarımıza saldırılıyor ve çalışanlarımız JİTEM zindanlarında günlerce işkenceli sorgulara maruz kalıyordu
- Olay yerine vardığımda bina alevler içindeydi. İtfaiye geciktirilmiş, polis ise edilgen biçimde etrafta bekliyordu. Bu tavır saldırının kaynağını açıkça ortaya koyuyordu. Sabaha kadar hastanelerde yaralı arkadaşlarımızı aradık
- Kürt kamuoyu saldırıyı, devletin Kürt toplumunun söz hakkına ve hakikat üretimine yönelttiği bir yok etme girişimi olarak değerlendirdi. Halkımız bürolarımızı koruma altına aldı; maddi-manevi dayanışma olağanüstü bir düzeye ulaştı
Hüseyin Kalkan
Dünya tarihinde az rastlanan bir durumdur, bir başbakanın yönettiği ülkede bir gazetenin ‘bertaraf edilmesi’ için yazılı emir vermesi. Ama Türkiye’de bu oldu. Türkiye Cumhuriyet Başbakanı imzası ile böyle bir emir verildi ve bu emrin kopyası internete düştü ve hiçbir şey olmadı. Gerçi Baki’nin dediği gibi (Karadeniz) o günlerde sadece bir gazete değil, bir ülke bombalanıyordu. Gazeteciler, aydınlar, yazarlar ve sadece Kürt olduğu için insanlar ‘faili meçhul’ cinayetlere kurban ediliyordu. Köyler yakılıyor, şehirler yıkılıyordu. Bu günden baktığımızda, içinde bulunduğumuz ‘Barış ve Demokratik Toplum’ sürecinin ne kadar kıymetli olduğunu bir kere daha anlıyoruz. Baki Karadeniz, üç bürosu birden bombalanan, bir çalışanı yaşamını yitiren, Özgür Ülke’nin yayın yönetmeniydi. Baki, bize o yılların Kürdistan’ını ve Özgür Ülke’nin bombalanmasını anlatı. Sözü ona bırakıyoruz.
- Özgür Ülke’nin bombalandığı dönemi siyasi olarak analiz eder misiniz?
Özgür Ülke’nin bombalandığı dönem, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt meselesinde biriktirdiği siyasal krizlerin inkârcı ve imhaya dayalı bir çizgide sertleştiği bir eşikti. Bu dönem, Başbakan Tansu Çiller ve Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş etrafında şekillenen askeri-siyasi blokun devlet aklını tamamen militarize ettiği bir süreçti. 1990’ların karanlık atmosferinde Süleyman Demirel’in Diyarbakır’da “Kürt realitesini tanıyoruz” sözünü dillendirmesi bile derin devletin zihniyetinde bir yumuşama yaratmamıştı. Ardından gelen iktidar mekanizması, Kürt halkının siyasal taleplerini karşısına alan özel harp konseptini tüm yönleriyle devreye soktu. Kürt basını açısından son derece ağır bir dönemdi; gazeteciler sistematik şekilde hedef haline getiriliyor, kaçırılıyor, öldürülüyor, bürolarımıza saldırılıyor ve çalışanlarımız JİTEM zindanlarında günlerce işkenceli sorgulara maruz kalıyordu. Bu tablo, devletin Kürt halkına yönelttiği imha konseptinin ayrılmaz bir parçasıydı. Bizim çabamız ise bu konsept karşısında hem kendimizi hem halkımızın hakikatini savunma refleksiydi. Çiller–Güreş merkezli militarist yapılanma, Kürdistan’da yürüttüğü operasyonları salt askeri bir dosya değil, toplumsal belleği hedef alan bir kırım stratejisi biçiminde tasarlıyordu. Bu dönemde binlerce Kürt köyü yakıldı, milyonlarca yurttaş zorunlu göçle sürgün edildi; faili belli cinayetler devlet operasyonuna dönüştürüldü. JİTEM benzeri kontra yapılanmalar mafya ve katil güruhlarla iç içe sokularak sınırsız hareket alanıyla donatıldı; tüm yasadışı saldırıları ödüllendirildi. Devlet içindeki klikler mafyavari yöntemlerle Kürt toplumunun üzerine çökmeye başladı. Kürt basını, demokratik çevreler ve siyasal yapılar “iç düşman” kategorisine yerleştirildi. Özgür Ülke, bu karanlık politikaların üzerindeki örtüyü kaldırdığı için hedef alındı. Bombalama bireysel bir saldırı değil, devletin kurumsal kararının sonucuydu. Nitekim, dönemin Başbakanı Tansu Çiller imzasıyla Adalet Bakanlığı’na gönderilen ve gazetemizde belge olarak yayımladığımız yazıda “Özgür Ülke’yi bertaraf edin” ifadesi yer alıyordu.
- 3 Aralık 1994 günü neler yaşandı?
3 Aralık sabaha karşı İstanbul’daki iki büromuz -Kadırga Merkez ve Cağaloğlu İdari Büro- eşzamanlı şekilde bombalandı. Aynı saatlerde Ankara büromuza yerleştirilen bomba tesadüf eseri patlamadan fark edildi. Bu eşzamanlılık, saldırının spontane değil, devlet içindeki özel mekanizmalarca planlandığını gösteriyordu. Bombalar dizgi odalarına, arşiv bölümlerine ve teknik altyapıya yerleştirilmişti. Yani hedef sadece çalışanlarımız değil, Kürt basınının hafızası, tanıklığı ve hakikati kayıt altına alma kapasitesiydi. Gece geç saatlerde gerçekleşen saldırıda Kadırga binamızda çok sayıda arkadaşımız yaralandı. Teknik çalışanımız Ersin Yıldız, ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Türkiye basın tarihinde ilk kez bir gazetenin tüm altyapısı aynı anda yok edilmeye çalışıldı.
- Bombalanmanın ertesi günü gazetenin yayımlandığını biliyoruz. Saldırıyı nasıl öğrendiniz ve sonrasında neler yaptınız?
Gece yarısına doğru telefonlar çalmaya başladı. Böyle anlarda ya gözaltı haberleri olurdu ya da bir arkadaşımızın katledildiğine dair acı bir bilgi gelirdi. İdari yöneticimiz Serdar Karakoç’un “Gazeteyi bombaladılar” sözünü duyduğum an, bunun münferit değil, devlet merkezli bir imha operasyonu olduğunu düşündüm. Olay yerine vardığımda bina alevler içindeydi. İtfaiye geciktirilmiş, polis ise edilgen biçimde etrafta bekliyordu. Bu tavır saldırının kaynağını açıkça ortaya koyuyordu. Sabaha kadar hastanelerde yaralı arkadaşlarımızı aradık; çoğu şok içindeydi. Ersin Yıldız’ın ölüm haberi hepimizi derinden sarstı. Sabahın ilk ışıklarıyla çalışanlarımız, gönüllüler, okurlar ve devrimci çevrelerle Atılım gazetesinin küçük dairesinde toplandık. Gazeteci dostlarımız bilgisayar, fotoğraf makinesi ve teknik malzemelerini getirerek bizimle paylaştılar. Farklı yayın organlarından gelen, Kürdistanlı ve Kürt dostu basın emekçileri gazeteyi bizimle birlikte dizdi. Bu dayanışma aylarca sürdü. Bombalanmanın ertesi sabahı gazete “Bu Ateş Sizi de Yakar!” manşetiyle çıktı. Bu manşet basın tarihine bir direniş iradesi olarak geçti.
- Belgelerin saldırı emrinin Tansu Çiller tarafından verildiği ortaya çıktı. Sizce bu emir hangi planın parçasıydı?
Belge, saldırı emrinin doğrudan Tansu Çiller’in imzasıyla verildiğini ortaya koydu. Bu emir, Çiller–Güreş ikilisinin yürüttüğü özel savaş stratejisinin bir bileşeniydi.
Bu stratejinin amacı, Kürt siyasal bilincini kırmak, halkın iradesini sindirmek, devletin köy yakmaları, zorunlu göç ve faili meçhul cinayetlerle işlediği suçların duyurulmasını engellemekti. Basın alanını kontrol ederek toplumsal belleği dondurmak ve manipüle etmek istiyorlardı. Özgür Ülke’nin bombalanması bu imha planının basına dönük ayağıydı.
- Kürt ve Türk kamuoyu bu saldırıya nasıl tepki gösterdi?
Kürt kamuoyu saldırıyı, devletin Kürt toplumunun söz hakkına ve hakikat üretimine yönelttiği bir yok etme girişimi olarak değerlendirdi. Halkımız bürolarımızı koruma altına aldı; maddi-manevi dayanışma olağanüstü bir düzeye ulaştı. Türk demokratik kamuoyu -insan hakları çevreleri, demokrat aydınlar ve sol yapılar- saldırıyı sert biçimde kınadı. Yaşar Kemal, Vedat Türkali, Ragıp Zarakolu, Ayşe Zarakolu, Orhan Pamuk dahil birçok yazar, gazeteci ve sanatçı binanın önüne gelerek dayanışma gösterdi. Özellikle zor günlerimizde ve gazetemizin yayın hayatında Ragıp Zarakolu, Ayşe Zarakolu, Haluk Gerger, Server Tanilli, Fikret Başkaya makaleleriyle her zaman yanımızda oldular. Ayrıca birçok Kürt yazar-gazeteci yazılarıyla yanımızda oldu. Gönüllü muhabirlik yapanlar, makale gönderenler, hatta İstiklal Caddesi’nde Ahmet Altan, Orhan Pamuk, Hale Soygazi ve isimlerini şu an hatırlayamadığım birçok sanatçı, yazar ve akademisyen gazetemizin bombalanmasını protesto amacıyla gazetemizi dağıttılar. Elbetteki Kürt siyasetçilerimiz ve halkımızın birçok kesimi gazetemizi sahiplendi. Bu dayanışma, devletin yok etmek istediği hafızanın toplum tarafından yeniden kurulduğunun tarihsel bir örneğidir.
- Sonrasında yola nasıl devam ettiniz?
Bombalama bizim için bir son değil, siyasal ve etik bir başlangıçtı. Devletin yok etmek istediği şey bir bina değil, Kürt halkının hakikatidir. Bu nedenle daha güçlü bir kararlılıkla yola devam ettik. Yeni muhabir ağları kurduk. O günlerde ve o zor şartlarda savcılar bombalayanların peşine düşeceğine gazetemizdeki haberlere yasak getirerek sansürlüyorlardı. Sansüre rağmen gazete halka ulaşıyordu.
Dağıtım kanallarımızı yeniden örgütledik. Okurla bağımızı genişlettik. Sansüre, gözaltılara, baskılara rağmen bir gün bile geri adım atmadık.
Özgür Ülke’nin bombalanması, Kürt basınının direniş tarihinde hem bir travma hem bir yeniden doğuş anıdır. Bugün yazmaya devam eden herkes, o gün kurulan kolektif iradenin mirasını omuzlarında taşımaktadır. Ben ve birçok arkadaşımız siyaset, gazetecilik ve sürgünde kurulan dayanışma ağlarıyla yolumuza devam ediyoruz. Çünkü biliyoruz ki, o gün kurulan irade yalnızca bir gazetenin değil, bir halkın hafızasının yeniden inşasıydı.
Baki Karadeniz kimdir?
Amed’de doğdu. Üniversite öğrencisiyken 1982’de PKK üyesi olduğu iddiasıyla tutuklandı. Diyarbakır 5 nolu cezaevinde (Esat Oktay dönemi) tutukluyken 6 yıl 8 ay hapis cezası aldı. 1983 yılında ‘5 Eylül direnişi’ ve 1984’te ‘3 Ocak direnişi’nden sonra Bursa Cezaevi’ne gönderildi. 1990’da gazeteciliğe başladı. Amed, Adana, Agirî, İzmir, Mersin ve İstanbul’da gazetecilik yaptı. 1994 yılında Özgür Ülke Genel Yayın Yönetmenliğine başladı. Gazete 1994’ün üçüncü ayında mahkeme kararıyla kapatıldı. STK’lerde ve siyasi partilerde yöneticilik yaptı. 28 Aralık 2016’da Demokratik Toplum Kongresi (DTK) soruşturmasında tutuklandı. Cezaevinden çıktıktan sonra yurt dışına çıktı. Hollanda/Amsterdam’da sürgün hayatı devam ederken, DTK davasında 7 yıl 6 ay hapis cezası aldı. Dosya Yargıtay’da. Sürgünde gazetecilik yapıyor. Nupel internet haber sitesinde makale, röportaj ve haberler yazıyor. Ayrıca Hollanda’ya mülteci olarak gelenler için Nl Oderwijs web sitesi ve Nl Ondrwijs ile Diaspora&Abori isimi iki Whatsaap dayanışma ağını eşi Emine İğdi ile birlikte kurdular. Grupta 600 mülteciye Dil (Hollandaca), İltica Hukuku, Mesleki ve Akademik eğitim konularında gönüllü danışmanlık yapıyorlar.









