FARC’ın eski komutanlarından Yezid Arteta Dávila, Kolombiya deneyimini dikkate alarak sürece mümkün olan en kısa sürede çözüm üretebilecek bir hukuki çerçeve ihtiyacı olduğunun altını çizdi
FARC’ın eski komutanlarından Yezid Arteta Dávila, barış görüşmelerinde hukuki zeminin geciktirilmesinin taraflar arasında belirsizlik yarattığını ve süreci zayıflattığını; özellikle eski savaşçıların hukuki statüsünün netleştirilmemesinin yeni çatışma risklerini beraberinde getirdiğini söyledi. Kolombiya’dan örnekler veren Yezid Arteta Dávila, siyasi irade, uzun vadeli entegrasyon politikaları ve güçlü uluslararası eşliğin kalıcı barışın temel sütunları olduğunu vurguladı.
Kolombiya’daki silahlı çatışma ve 2016 sonrasında Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) ile Kolombiya Hükümeti arasında şekillenen barış süreci, çatışmadan müzakereye geçişin en kapsamlı örneklerinden biri olarak öne çıkıyor. Dokuz yılı geride bırakan bu sürecin içinde yer alan Yezid Arteta Dávila, uzun yıllar FARC içerisinde üst düzey komutanlık yaptı; 1980’li ve 1990’lı yıllarda silahlı mücadelenin merkezinde yer aldıktan sonra yakalanarak on bir yıl cezaevinde tutuldu. Serbest kaldıktan sonra barış müzakereleri, çatışma çözümü ve uluslararası arabuluculuk alanlarında aktif roller üstlendi. Silahlı mücadele pratiğinin içinden gelen ve barış süreçlerinin farklı aşamalarına doğrudan tanıklık eden Yezid Arteta Dávila, ANF’nin sorularını yanıtladı.
- Öncelikle sizi tanımayan okuyucularımız için mücadele sürecinizi ve bugün ne tür çalışmalar yaptığınızı kısaca anlatabilir misiniz?
Kolombiya topraklarının Karayip kıyısında yer alan Barranquilla’da doğdum; orada hukuk ve sosyoloji eğitimi aldım. 1970’li yılların ortalarında ve 1980’li yılların başlarında Kolombiya Komünist Gençliği’nin bir üyesiydim. 1984’te Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri’ne (FARC) katıldım. 1996’da Kolombiya Amazonu’nda gerçekleştirilen bir askeri operasyon sırasında yakalandım. Kolombiya’daki yedi farklı cezaevinde toplam on bir yıl tutuldum. İsyan suçundan aldığım cezayı 2006’da tamamladıktan sonra özgürlüğüme kavuştum. Bu tarihten itibaren silahlı mücadelenin sayfasını kapatıp barış ve uzlaşma için çalışmayı temel bir amaç haline getirme kararı aldım. 2007’de Barselona’ya gittim.
Barış Kültürü Okulu’nun direktörü Prof. Vicenç Fisas, İspanya topraklarında son derece önemli olan bu kurumun araştırma ekibine beni aldı. Orada birkaç yıl çalıştım; aynı zamanda çatışma çözümü üzerine bir sertifika programında öğretim görevlisi olarak da görev aldım. Norveç Krallığı, 2012’de Havana’da başlayan FARC ile müzakerelere dolaylı biçimde katılmama imkan tanıdı. Norveç Krallığı’nın müzakere değil, eşlik ve destek ekibini hazırlamaya yardımcı oldum; çatışmanın bağlamını aktardım ve gerilla örgütlerinin özelliklerini tanımalarını sağladım. 2016’da bir barış anlaşmasına varılan bu sürecin tamamı boyunca dolaylı biçimde bağlı kaldım.
Gustavo Petro yönetimi üstlendiğinde, “Toplam Barış” (Paz Total) adlı bir program başlattı. Bu programın amacı, ülke genelinde dağınık halde bulunan çeşitli gruplarla -bazı eski gerilla örgütleri, sözde muhalif (disident) gruplar ve aşırı sağcı birliklerin kalıntıları olan bazı gruplar- görüşme, müzakere ve anlaşma süreçlerini başlatmaktı. Bunun üzerine 2023’te geri döndüm ve FARC’ın bir ayrılıkçı kanadıyla yürütülen müzakere ekibine katıldım. Yaklaşık iki yıldır, hatta iki yıldan biraz daha uzun bir süredir, bu barış süreci üzerinde özel olarak çalışıyorum.
- FARC ile 2016’da imzalanan Barış Anlaşması’nın uygulanışı nasıl gidiyor, olumlu ve aksayan yönleri nelerdi?
Bence Havana’da başlayan ve 2016’da imzalanan, Kolon Anlaşmaları (Acuerdos de Colón) olarak da bilinen barış süreci hem başarılar hem de başarısızlıklar içeriyor. Başarılar açısından bakıldığında, her şeyden önce ülkeyi siyasal olarak açtığını düşünüyorum. Bu süreç, FARC olgusu nedeniyle bir şekilde damgalanmış olan Kolombiya solunun, silahlı mücadele meselesi gibi bir yükten nihayet kurtulmasına olanak tanıyan bir siyasal açılım yarattı.
Kolombiya’daki solun anayasal çerçeve içinde tam güvencelerle açık biçimde siyaset yapabilmesini ve Gustavo Petro’nun bir cumhurbaşkanı adayı olarak ilk kez Cumhuriyet Başkanlığına gelmesini kısmen açıklamaktadır. Bu, sürecin olumlu yönlerinden biridir.
İkinci olumlu yön ise, daha önce adeta halının altına süpürülmüş olan ülkenin sosyal ve ekonomik meselelerinin görünür hale gelmesidir. Daha önce yalnızca isyanın isyana, şiddetin şiddete karşı olduğu bir söylem hakimdi. Barış Anlaşmaları, ülkede derin ve yapısal sorunların var olduğunu ortaya koydu. Bunların başında toprak mülkiyeti meselesi ve toprakların ciddi ölçüde yoğunlaşması geliyordu. İkinci önemli konu ise uyuşturucu meselesi ve bunların yerine geçebilecek alternatiflerin bulunması gerekliliğiydi.
Siyasal haklar ve siyasal katılım hakkı da 2016 Anlaşması’nın son derece önemli unsurları arasında yer almaktaydı.
- Peki başarısız yönleri neydi?
Başarısızlıklar açısından bakıldığında ise silahlı bir grubun, yani bir isyancı örgütün, bir müzakere sürecine girdiğinde esas olarak siyasal açılım sağlayacak bir anlaşmaya odaklanması gerektiğini düşünüyorum. Bir müzakere yoluyla ülkenin büyük yapısal sorunlarının çözülebileceğini düşünmek mümkün değil. Bence bu, FARC liderliğinin temel hatalarından biriydi. Yalnızca bir anlaşma ya da bir belgenin imzalanmasıyla bir devrim ya da büyük bir dönüşüm gerçekleştirilemez. Bu konuda hayalci olmamak gerekir.
- Burada önemli olan nedir?
En önemli olan iki şeyin sağlanmasıdır:
- Silahlı mücadele dışında siyaset yapabilmeleri için isyancılara tam güvenceler sunan bir siyasal açılımın sağlanması.
- Benim için çok önemli ve bu sürecin en büyük eksikliklerinden biri olarak gördüğüm husus ise, eski savaşçılar için kapsamlı bir planın oluşturulmasıdır. Bu plan, onların yeniden toplumsallaşmasını ve siyasal ile sivil yaşama tam güvencelerle entegre olmalarını sağlamalıdır.
- Entegre olmaları konusunu biraz açar mısınız?
Örneğin, bir genç kadın ya da genç erkek bu gruplardan birine katılmak için lise ya da üniversite eğitimini yarıda bırakmışsa, müzakerelerin sonunda devletin bu kişinin üniversite eğitimini tamamlamasını ekonomik destek ve kamusal güvencelerle sağlaması gerekir. Kolombiya’da yaşanan sorun, eski savaşçılar bir gecede hiçbir şey yapamaz hale gelmemeli. Bunun Türkiye’deki müzakere süreçleri için de dikkate alınması gereken bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Uzun yıllar silahlı mücadele içinde yer almış kişilerin, savaş ve silahlı eylem dışında bir alanda kendilerine yol bulmaları son derece zordur.
- Burada devletin yanı sıra örgüte de mi görev düşüyor?
Devletin, tüm eski savaşçılar için sosyal, ekonomik ve siyasal alanları kapsayan programlar ve listeler aracılığıyla en az beş yıllık bir yol haritası sunma taahhüdü olmalıdır. Bu beş yıllık süreçte eski savaşçı, ekonomik, sosyal ya da eğitsel düzlemde bir yaşam alternatifi bulabilir ya da yalnızca siyasal faaliyetlere yönelmiş olabilir. Örgüt liderliklerinin bu konuya özel bir önem vermesi ve bu hususun son derece sağlam, açık ve bağlayıcı biçimde güvence altına alınması gerekir.
FARC, kâğıt üzerinde bir devrim yapmaya odaklandı; ancak eski savaşçılarının kaderini yeterince önemsemedi. Dolayısıyla bu sürecin en büyük eksikliklerinden birinin bu olduğunu düşünüyorum.
‘Farklı gruplarla müzakereler devam ediyor’
- Anlaşmanın dışında kalan birçok silahlı grup var. Bu gruplarla müzakere süreci nasıl ilerliyor, hangi formatta gerçekleştiriliyor? Karşılaştığınız başlıca zorluklar nelerdir?
Günümüzde eş zamanlı olarak yürütülen yaklaşık on müzakere süreci bulunuyor. Bazı özelliklerini şöyle özetleyebilirim:
- Tamamı da doğrudandır. Kolombiya devleti ve hükümetinin bir müzakere komisyonu var; karşı taraf da kendi delegelerinden oluşan bir müzakere komisyonu ile temsil ediliyor.
- Bu süreçlerin tamamı uluslararası destek ve eşliğe sahiptir. Uluslararası toplumun eşlik etmediği hiçbir müzakere süreci yok. Örneğin, bizim Devlet Blokları ve Cepheleri Genelkurmayı (Estado Mayor de Bloquesy Frentes) olarak bilinen grupla yürüttüğümüz süreçte İsviçre, Norveç, AB (kurumsal olarak) ve Venezuela sürece eşlik ediyor. Katolik Kilisesi de Kolombiya Piskoposlar Konferansı aracılığıyla sürece manevi bir eşlik sağlıyor. Ayrıca, BM sistemi içinde gözlemci statüsüne sahip olan ve çeşitli Hristiyan örgütleri bünyesinde barındıran Dünya Kiliseler Konseyi de bu sürece katılıyor.
İki büyük çok taraflı örgütün de desteği bulunuyor; 2016 anlaşmalarından sonra Güvenlik Konseyi yetkisiyle sürece dahil olan BM ve MAPP-OEA aracılığıyla Amerikan Devletleri Örgütü var. Bu da uluslararası ve manevi eşlik açısından sürecin tüm güvencelere sahip olduğu anlamına gelmektedir.
- Müzakere ettiğiniz taraflar açısından bunun önemi anlaşılıyor mu?
Bazen gruplar bu eşliğin büyüklüğünü ve önemini tam olarak kavrayamıyor.
- Neden?
Müzakerelerde karşılaştığımız temel sorunlardan biri, bu yapıların yatay örgütlenmiş olmasıdır. Merkezi bir komuta yapısına ve disiplinli bir emir-komuta zincirine sahip siyasi-askeri örgütlerle müzakere etmek her zaman daha kolaydır. Resmi olarak bir komutanlık bulunsa da fiiliyatta her grubun yüksek düzeyde özerkliğe sahip olduğu yapılarla müzakere etmek çok daha zordur.
Bu durum sıklıkla sorunlara yol açıyor; çünkü grubun bir kısmı anlaşmalar doğrultusunda ilerlerken ve taahhütlerini yerine getirirken, diğer bir kısmı ise kamuoyunun sert biçimde kınadığı son derece şiddetli eylemler gerçekleştirebiliyor. Bu da ciddi sorunlar yaratıyor.
- FARC, bu anlamda çok mu farklıydı?
Bu gruplar genellikle maddi zenginliğin bulunduğu bölgelerde konuşlanmış. Bu durum, FARC örneğiyle karşılaştırılamaz. FARC, San Andrés ve Providencia takımadaları dışında ülkenin neredeyse tamamında varlık gösteriyordu. FARC hem yoksul hem de zengin bölgelerde, doğal kaynakların bulunduğu ya da bulunmadığı alanlarda faaliyet gösteren, ulusal ölçekte bir siyasi ve askeri projeydi.
Günümüzde Kolombiya’da var olan gruplar ise özellikle maddi zenginliğin ya da yasa dışı üretimin bulunduğu bölgelerde yoğunlaşmış durumda.
- Yasa dışı üretimden kastınız nedir?
Bu grupların büyük bir kısmı, kendileri ve bölgeler için önemli bir gelir kaynağı olan koka ya da esrar ekiminin yapıldığı alanlardadır. Diğer bazı gruplar ise özellikle altın madenciliğinin yoğun olduğu bölgelerde faaliyet gösteriyor. Başka gruplar da büyük kent merkezlerinde, temel gelir kaynağı uyuşturucu ticareti olan alanlarda konuşlanmış durumda. Uyuşturucuların alımı, satımı ve tüketicilere dağıtımı söz konusu.
- Bu grupların FARC gibi bir siyasi hedefleri yok mu?
Bu grupların hiçbirinin nihai hedefi siyasal iktidarı ele geçirmek ya da ulusal ölçekte bir proje geliştirmek değil. FARC, iktidarı ele geçirmeyi ve farklı bir siyasal proje inşa etmeyi hedefliyordu. Günümüzdeki bu gruplar ise devleti devirmeyi, yeni bir anayasa yapmayı ya da ülke genelinde siyasal, sosyal ve ekonomik bir dönüşüm gerçekleştirmeyi amaçlamıyor. Bu, onların hedefi değil.
Bunlar belirli bölgelere odaklanmış ve ekonomik faaliyetin tekelini ele geçirmiş durumda. Ekonomi uyuşturucuysa onu, altınsa onu, esrarsa onu kontrol ederler. Bu şekilde ticareti kontrol etmekle kalmıyor, aynı zamanda o bölgelerdeki yerel siyasal aktörleri de etkileri altına alıyorlar. Aynı zamanda bu bölgelerde silahların tekelini ellerinde bulunduruyorlar. Bazı durumlarda yerel yetkilileri, hatta polis ve askeri makamları dahi rüşvetle etkileyebiliyorlar.
Dolayısıyla bu grupların sahip olduğu özellikler nedeniyle yürütülen müzakereler son derece karmaşık.
Eski savaşçıların geleceği
- Genel anlamda, Kolombiya barış sürecinden çıkarılması gereken en önemli dersler sizce nelerdir, özellikle eski savaşçıların ‘entegrasyonu’ ile ilgili süreç nasıl işledi?
Eski savaşçıların entegrasyonu, yeniden silahlanma riskini önlemek açısından belirleyici bir faktördür. Eski savaşçılar, herhangi bir alternatif bulamadıklarında hayal kırıklığına uğrayabilir ve mevcut çatışmadan çok daha kaotik, anarşik ve hatta daha şiddetli biçimlerde yeniden örgütlenebilir.
2016’daki müzakerelerden sonra karşılaştığımız temel sorunlardan biri şudur: FARC silahları bırakıp varlık gösterdiği bölgelerden çekildiğinde geride bir boşluk oluştu. Bu boşluk, küçük gruplar tarafından doldurulmaya başlandı. Bu gruplar küçük olmalarına rağmen silahlıydı ve zamanla bu bölgelerde yayılmayı ve meşruiyet kazanmayı başardı. Bu, son derece temel bir meseledir. Devletin bu alanları hızla doldurması gerekir.
Bir diğer önemli konu ise şudur: Devlete karşı yürütülen uzun süreli silahlı mücadele boyunca siyasal bir bütünlüğünü ve iç uyumunu korumuş olan bir silahlı grup, geçiş sürecinde bu uyumunu kaybedebilir.
- Bu uyum ne zaman kaybolur?
Eski savaşçılar somut ve gerçekçi alternatifler bulamadıklarında, işte tam da bu noktada -Kolombiya’da yaşanan tam olarak buydu- anlaşmayı imzalayan komutanlar ile orta kademelerde yer alan savaşçılar ve “gerilla tabanı” olarak adlandırılan kesim arasında bir kopuş yaşandı.
- Tam olarak ne oldu?
Komutanlar anlaşmayı imzaladı; ancak eski savaşçıların durumu netleştirilmedi. Çünkü bu konu sona bırakıldı ve tüm savaşçılar için açık, bağlayıcı ve kapsamlı bir planla güvence altına alınmadı. Böylece siyasal ve askeri açıdan son derece büyük ve sağlam bir örgüt, geçiş sürecinde siyasal bakımdan etkisiz ve önemsiz bir yapıya dönüştü.
Özellikle FARC örneğinde görüldüğü gibi, müzakere sürecinin yarattığı siyasal momentumu, programlarını, estetiklerini ve artık silaha sarıldıkları dönemdeki toplumdan çok farklı bir topluma nasıl hitap edeceklerini dönüştürmek için kullanamadılar. Bu toplum değişmişti ve bu nedenle biçimlerin, söylemin, estetiğin ve hatta kadroların değişmesi gerekiyordu. FARC kadrolarının büyük bir kısmı, ülkenin yaşadığı büyük ve son derece sert şiddet olaylarıyla özdeşleşmişti.
- Burada neyi yapamadı?
FARC, kamuoyunda “tükenmiş” ya da “yanmış” olarak algılanan bu liderleri ikinci ya da üçüncü plana çekmeyi başaramadı; aksine, onları örgütün başında tutmaya devam etti. Oysa kamuoyu, muhtemelen yenilenmeyi, yeni yüzleri, özellikle genç kuşakların talepleriyle daha uyumlu genç kadroları görmeyi kabul edebilirdi. Bu durum, FARC örneğinde siyasal projenin neredeyse tamamen etkisiz hale gelmesine ve ülke genelinde çok sınırlı bir etkiye sahip olmasına yol açtı.
- Siyasal alana güç aktaramadı mı?
Bu anlaşma çerçevesinde gerçekten önemli olan tek unsur, Cumhuriyet Kongresi’nde elde edilen sandalye kontenjanlarıydı. Sekiz yıllık bir süre için verilen bu sandalyelerin süresi artık neredeyse dolmuş durumda. Bu sayede bir siyasal faaliyet yürütüldü; ancak bu faaliyet son derece izole kaldı.
Geçmişin FARC’ı, bugün siyasal açıdan bakıldığında neredeyse var olmayan bir örgüt haline geldi.
- Barış süreçleri üzerine çalışan biri olarak, Türk devleti ile Kürt Özgürlük Hareketi arasında devam eden barış sürecini Kolombiya deneyimleri ışığında nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle Türk devletinin, PKK’nin komuta kademesi stratejik nitelikte bir karar aldığında, iyi niyetlerinden şüphe duymaması gerektiğini düşünüyorum. Bir grubun, silahlı mücadelenin artık bir anlamı kalmadığına; aksine, bir engel haline geldiği ve şiddet içinde kalmanın hem zamansal hem de mekansal olarak neredeyse çözümsüz ve sonsuz bir durumu sürdürmek anlamına geldiği sonucuna varması, çok önemli bir eşiktir.
Bu noktada, örgütün komutanlığı, liderliği, kongresi bu türden bir karar aldığında, devletin bunu ciddiyetle ele alması gerekir. En önemli unsur, tam da bu siyasal ve stratejik karardır. Böyle bir karar alındığında, devletin gerekli koşulları kolaylaştırması ve alanlar açması gerekir. Siyasal alanlar olduğu kadar hukuki ve yasal alanlar da açılmalıdır.
- Hukuki ve yasal alanlardan ne anlaşılmalı?
Türkiye’nin anayasal ve hukuki çerçevesi içinde, örgüt liderliğinin sunacağı listelerde yer alan ve gerçekten örgüte mensup olduğu kabul edilen savaşçılar için bir hukuki çözüm mekanizması oluşturulması gerekir. Bu çözüm, elbette Türkiye’nin hukuki sistemi içinde şekillenecektir; ancak geçici bir süre için oluşturulacak bir geçiş mahkemesi ya da özel bir mahkeme gibi bir yapı düşünülebilir.
Kolombiya’da bu konuda ciddi bir sorun yaşadık. Bir mahkeme kuruldu; ancak bu mahkemenin faaliyet süresi olumsuz biçimde uzadı. Bir eski savaşçının başına gelebilecek en kötü şeylerden biri, hukuki bir belirsizlik, yani bir ‘hukuki limbo’ içinde kalmaktır. ‘Hukuki limbo’, bir kişiye af, bağışıklık ya da benzeri bir düzenleme tanınmış olmasına rağmen bazı ceza davalarına bağlı kalması demektir. Böyle olunca durum hiçbir zaman tam olarak netleşmez.
Bu nedenle eski savaşçıların özgürlüklerine kavuşmalarını sağlayacak; gerekli hukuki işlemleri yerine getirmelerine, barışa olan bağlılıklarını açık ve somut biçimde göstermelerine imkan tanıyacak ve aynı zamanda onlara güvence ve koruma sunacak bir ‘af’ ya da ‘indult’ (Kilise hukukunda bir kuraldan bireysel bir durum için özel izin veya istisna / Deniz hukukunda düşman tarafından gelen gemilerin belirli bir süre içinde limandan dokunulmadan ayrılma hakkı) sistemi mutlaka oluşturulmalıdır.
- Neden güvence ve koruma gerekir?
Kolombiya ya da Türkiye örneğinde olduğu gibi, uzun süreli silahlı çatışma süreçlerinden sonra genellikle güçlü bir intikam ve misilleme duygusu ortaya çıkar. Geçmişte siyasal şiddet kullanmış kişilerin bugün kameralar önünde, yasal çerçeve içinde ve kamusal alanda yer alması, bazı kesimlerde rahatsızlık yaratır ve bu da saldırılara yol açabilir.
Kolombiya’da eski savaşçılar açısından son derece karmaşık bir durum yaşanıyor. 2016 anlaşmalarından sonra 500’den fazla eski savaşçı öldürüldü. Altını özellikle çizmek gerekir: Bu cinayetler yalnızca bireysel intikam nedenleriyle değil, aynı zamanda barış anlaşmasını imzalayanları “hain” olarak gören ya da onları tamamen ortadan kaldırmak isteyen silahlı karşıt gruplar tarafından da gerçekleştirildi.
Bu nedenle bu güvenceler son derece ciddiye alınmalı. Bu biraz ironik ya da rahatsız edici gelebilir; ancak gerçek şudur: Her barış anlaşmasından sonra iki şey mutlaka yaşanır:
- Bazı eski savaşçılar çeşitli nedenlerle öldürülür.
- Her zaman daha radikal tutumları olan ya da farklı koşullar nedeniyle anlaşmayı kabul etmeyen küçük bir grup karşıt olarak kalır.
Bence bu durumlar en aza indirilmeli, mümkün olduğunca sınırlandırılmalı ve etkisizleştirilmeli. Bunun yolu, öncelikle ana lider kadrolara güvence sağlamak; ama daha da önemlisi, güvenliği temin etmekle mümkündür.
Örneğin El Salvador’da, FMLN’nin bazı eski savaşçıları polis ve askeri güçlere entegre edildi.
- Kolombiya’da neden bu yapılmadı?
Yapılamaması önemli bir sorun yarattı; çünkü birçok eski savaşçının sahip olduğu bilgi birikimi, deneyim ve yerel düzeydeki toplumsal bağlar, devletin kapasitesini ve sahadaki etkinliğini güçlendirmek için kullanılabilirdi. Eski savaşçılar, yalnızca kendileriyle bir anlaşma imzalanmış ve kenara itilmiş marjinal bireyler olmamalı. Aksine, devletin özellikle çatışmanın yoğun yaşandığı bölgelerde kapasitesini, mevcudiyetini ve etkisini pekiştirmesine katkı sunabilecek kişiler olarak değerlendirilmelidir.
- Kolombiya’da müzakerelerin ve müzakerecilerin hukuki çerçevesi neydi?
Bu konu çok önemli ve bunu hatırlatman çok yerinde oldu. Bir müzakere süreci başlatıldığında en baştan itibaren bir hukuki çerçevenin bulunması gerekir. Hukuki çerçeve, müzakerelerin sonunda ortaya çıkamaz; sürecin en başında mevcut olmalıdır. Bu çerçeve, sözcülerin ve müzakerecilerin tanınmasını sağlamalı ve aynı zamanda örgütün ve örgüt üyelerinin geleceğine ilişkin temel ilkeleri de belirlemelidir.
Biz müzakere sürecinde tam olarak bu sorunu yaşadık. Hukuki çerçeve halen tanımlanmış değil. Bu durumda şu oluyor: Bir grupla -bu örnekte birden fazla grupla- anlaşmaya varılıyor. Bu grupların liderleri ilerlemeye, anlaşmalara ulaşmaya ve şiddet eylemlerini sona erdirmeye hazır olduklarını ifade ediyor. Tam bu noktada ise ‘bunu hukuki olarak nasıl çözeceğiz?’ sorusu ortaya çıkıyor. Çünkü bu kişilerin hukuki sorunları ve devam eden ceza davaları var.
- Türk devleti ile Kürt Özgürlük Hareketi arasındaki müzakerelerin tanımlanmış bir formatı veya henüz bir hukuki çerçevesi belirlenmedi. Ne yapılmalı?
Devletin, izleyeceği yolu netleştiren bir hukuki çözüm alternatifine en baştan sahip olması gerekir. Aksi halde iyi niyetler ve iyi bir anlaşma olur; ancak hukuki bir çıkış yolu olmaz. Türkiye de Kolombiya da anayasal ve hukuki bir çerçeveye sahip ülkelerdir. Dolayısıyla bu çerçeve içinde, sürece mümkün olan en kısa sürede çözüm üretebilecek bir hukuki alanın inşa edilmesi gerekir. Bana göre bundan korkmamak lazım.
Silahların teslim edilmesinin koşulları, bunun nasıl gerçekleştirileceği ve hangi güvencelerin sağlanacağı açık biçimde tanımlanmalıdır. Bunun için uluslararası toplumun katılımı şarttır. Yalnızca uluslararası alanda saygınlığa sahip ülkelerin değil, aynı zamanda küresel diplomasi içinde yeterli ağırlığı olan ülkelerin de sürece dahil olması gerekir. Bu şekilde hem devletin hem de savaşçıların üstlendikleri taahhütleri yerine getirmesi güvence altına alınabilir.
Günümüzde güçlü diplomatik aktörlerin eşliği olmadan bir müzakere yürütmek son derece zordur. Bu mutlaka BM ya da bölgesel örgütler aracılığıyla olmak zorunda değildir; ancak bugün uluslararası diplomasi sahnesinde önemli roller oynayan ülkeler aracılığıyla olabilir.
Bu tür bir eşlik, güvence ve güvenlik sağlamak açısından temel önemdedir. Bir örnek vereyim: Biz müzakere turları gerçekleştirdiğimizde -geçen hafta yedinci turu tamamladık- grubun temsilcileri, masada uluslararası kurumların ya da diplomatik ağırlığı olan ülkelerin temsilcileri bulunduğunda kendilerini çok daha rahat ve güvende hissediyor.
Söyleşi: Serkan Demirel / ANF









