CHP, beklenen komisyon raporunu açıkladı. 53 sayfalık rapor, hemen ilk sayfada da belirtildiği üzere, yaz aylarında kamuoyu ile paylaşılan demokrasi paketinin güncellenmiş hali.
Rapora genişçe baktım. Doğal olarak ilk etapta Kürt meselesine dair tanımı, çözüm önerileri, barışın nasıl sağlanacağına dair öneriler kısmına baktım.
En fazla buraya yoğunlaşılmıştır herhalde der gibi oluyorsanız, “kamu ihale mevzuatında düzenleme”, “MASAK’ın yapısının gözden geçirilmesi”, “Merkez Bankasısın bağımsızlığının sağlanması”, “Vergi denetimlerinde yeniden düzenleme” gibi başlıklar hayırlı olsun.
Maalesef bir iki sayfa ile geçiştirilmiş Kürt meselesi.
Fakat 19 Mart ve sonrası gelişmeler, Kürt meselesinin iki üç katı kadar özenle işlenmiş. Yani asıl odak o kısım olmuş.
CHP raporuna bakınca aklıma 1989’da yayınladıkları (SHP süreci) rapor geldi.
Hatırlanacak olursa, 1989 gibi çok zor bir eşikte, dönemine göre çok ileri bir rapor yayınlandı. Rapor çok büyük tepkiyle hatta linçle karşılaştı. Sebebi devletin yok saydığı Kürt realitesinin var olduğunu söylemesi ve adını net koymasıydı. O raporda “Kürt kimliğinin tanınması”, “anadil yasaklarının kaldırılması” ve “bölgesel eşitsizliklerin giderilmesi” gibi çok kritik ve hayati tespit/talepler vardı. Kürt meselesini de “terör” değil, kimlik üzerinden ele alın diyordu.
Şimdi 36 yıl sonra CHP’nin bir Kürt raporu daha önümüzde duruyor.
Bu geçen 36 yılda herkes ve her şey çok değişti ama en fazla da Kürt meselesi büyüyerek değişti; yetmedi, herkes ve her şeyi de değiştirdi. 36 yılın birikimiyle, öğrettikleriyle bakınca daha kapsayıcı, daha cesur ve net bir rapor beklemek doğal hakkımız. Fakat 2025 raporu, bir rapordan öte sanki konuya ilişkin bir dilekçe…
Yanlış anlaşılmasın CHP raporu kökten kötüdür demiyor kimse. Gayet olumlu öneriler, kendi açısından toplumsal normlara dönük talepler var. Elbette hukuk devletine dair öneriler, eleştiriler olur. Fakat Kürt meselesini özünden kopararak bir ifade özgürlüğü, adil yargılama ve kısmî demokrasinin yokluğu ile ele alırsak yanlış yollarda tew lê gulê oluruz. Siyaseti es geçip sadece hukuka sığınacağımız bir alan değil burası. CHP tam da bunu yaptığı için 1989’in çok gerisindedir. Bundan ötürü sadece köy isimlerinin iadesi, cezaevinin müze yapılması ve Newroz’un tatil ilan edilmesi gibi önerilerle yetinebiliyor.
Ee bunların daha fazlasını zaten iktidar yıllar önce söyledi. Yeni ne diyorsunuz, farklı ne diyorsunuz? Onu bize de…
İlginçtir, 36 yıl önceki rapor eşit yurttaşlığı kültürel hakların ve kimliğin anayasal güvencesi olarak kurgularken, bugünkü rapor anayasal hakların “uygulanması” ile sınırlı kalıyor. 89’da anadile dair net vurgu varken (daha da önemlisi, dil meselesinde devlet aklına karşı açıkça meydan okuma var) bugün müfredata sıkıştıran bir bakış var.
Şimdi sormazlar mı: 36 yıl sonra Kürt meselesine “esas” çözüm, müze açmak ve Newroz’u tatil ilan etmek midir? Bu muazzam bir siyasetsizlik hali. Fakat bunun “tercih” ediliyor olması asıl sorun. Siyasal cesaret nasıl oldu da bu kadar geriledi? Tartışmamız gereken elbette bu kısmıdır.
Ama tam da burada büyük bir kırılma başlıyor. 1989 raporu, bahsettiği çoğulculuktan, kimliğin tanınmasından, yasağın adını koymaktan güç alıyordu. 2025 raporu ise neredeyse her sayfada kendini güvenceye alma ihtiyacı hissediyor. Ana odağımız olan barışa dair her sözün kurulduğu yerde cümleler bir temkinlilik ile kuruluyor. Lozan’dan başlayan, Türk kimliği ile devam eden bir merkezilik vurgusu ihtiyacına demir atma ihtiyacı duyuyor. Raporda Annelerin Meclis’te Kürtçe konuşmaması eleştirilmiş. Bana kalırsa sadece bu durumun kendisinden dahi yola çıkılsa, Kürt meselesinin neden derhal çözülmesi gerektiğine dair bir anlayış hasıl olurdu. Daha nasıl çarpıcı bir gerçeklik istediler de bulamadılar?
OHAL’in en sert olduğu, askeri vesayetin her şeyi belirlediği bir dönemde öylesi bir rapor hazırlanabiliyor; yetmiyor meselenin sosyo-politik kökenleri tarif ediliyor; ama bugün uluslararası alanda artık tartışmaya açılmış ve ülkenin en yıkıcı, en önemli meselesi sadece “demokratikleşme” başlığı altında eritilip söz kuruluyor. Tarihsel toplum sosyolojisinden bu kadar uzaklaşılması bir parti için tarihi bir hatadır. Hakikati denge, söylenmesi gerekenleri risk diye okuyamazsınız. 36 yıl önce kurduğunuz bir sözün çok gerisinde iseniz, bu sizin trajediniz olarak kalır. Türkiye’de iktidarı hedefleyen bir partinin bu kadar geriden gelmesi, gerçekte iktidar olmaya dair bir stratejisinin de olmadığını gösteriyor.









