İktidarın, sürecin başından beri sergilediği “mış gibi yapma” hırkasını yavaş yavaş atmaya başladığını söyleyebiliriz. Mehmet Uçum, meclis komisyonuna sunulan AKP ve MHP raporlarına da yansıyan bu tutumu, “Terörsüz Türkiye hedefi ile Kürt meselesi ayrı şeylerdir” diyerek adeta itiraf etti.
Uçum’un itirafının anlamı, devletin, bu tarihi sorunla yüzleşme ve demokratik yollardan çözme gibi bir niyetinin olmadığıdır. Başka bir ifadeyle, devletin, “PKK olmasaydı Kürt sorunu da olmazdı” körlüğünü sürdürerek, PKK’nin sebep değil sonuç olduğu gerçeğini görmemekte ısrar edeceği anlaşılıyor. Ancak her şeye rağmen, sürecin “negatif barış” denilen aşamada takılı kalacağı tehlikesini doğuran devletin bu hesabını, halkların lehine bozmak ve “pozitif barışı” kazanmak, zor da olsa mümkün. Demokrasi mücadelesi, gelinen aşamanın yetip yetmediğine göre evet veya hayır denecek bir alan değil çünkü.
İktidarın bu tavrının farkında olsun veya olmasın Kürt siyasetçilerinin, sosyalistlerin, barış ve hak savunucularının, konuya duyarlı demokratik kitle örgütlerinin ilk günden itibaren süreci sahiplenerek işe koyulmalarının, çaba harcamalarının boşa gitmediği de sonuçtan bağımsız bir gerçektir. Çünkü barış için harcanan emeğin toplumda mutlaka bir karşılığı var.
İktidar, adında demokrasiye yer vermese de süreç, demokratik toplum hedefine doğru çalışmalarla sürüyor. Ufuk açıcı toplantılar, tartışmalar, konferanslar, etkinlikler, kadın buluşmaları, mitingler, direnişler son 10 yıldır hiç olmadığı yoğunlukta sürüyor. Bütün bunlar toplum üzerindeki ölü toprağını savurarak, devlet ne derse desin ne yaparsa yapsın, kontrolün er ya da geç halklara geçeceği umudunu büyütüyor. Bu umudu en fazla taşıyanlar ise kuşkusuz 45 yıldır süren çatışmalı dönemde evlatlarını kaybedenlerle zindanlardaki mahpuslardır. Boşa çıkarmamak da hepimizin omuzlarında…
Barışa karşı kampta ise zıtların birliği var. Kürt hareketinin barış konusundaki ısrarlı ve inatçı iyimserliğini “zayıflık” veya “teslimiyet” olarak değerlendirenlerin yanında bunun tam tersini, yani devletin PKK’ye tavizler verdiğini, “Kürtlerin Erdoğan’a yeniden iktidar yolunu açacağı”, cumhuriyetin elden gideceği demagojileri, iktidarın bu tutumundan yüreklenerek artış göstermiş durumda. Birbirinin zıttı gibi görünen bu kesimlerin barış karşıtlığında buluşmaları, Bursa Spor tribünlerinden yükselen beyaz Toros sembolleri ve küfürleri beraberinde getiriyor.
Bütün olumsuzluklara rağmen sürecin evrileceği yeri, savaş tamtamları değil toplumun, barış, demokrasi, eşitlik ve adalet temelinde harekete geçmesi belirleyecek. Sevindirici olan, bu konuda da olumlu gelişmelerin varlığıdır. “Demokrasi ve Barış İçin Sivil Toplum” başlığıyla bir araya gelen onlarca demokratik kitle örgütü 18 Ocak 2026 günü İstanbul’da bir forum çağrısı yapmaya hazırlanıyor. Ülkemizde, kimi yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan bütün halkların anadillerinde yapılacak bu çağrının karşılık bulmasını ve sürecin en önemli eksiği olan üçüncü bir göz işlevini görmesini umuyoruz. Bu umudu büyütmek herkesin, üzerine düşenden fazlasını yapmaya çalışmasına bağlı elbet.
İklim krizinin ülkemizde kuraklığı derinleştireceği kadar, iktidarın faşizan uygulamalarının artma belirtileri de elle tutulur düzeyde ama her şeye rağmen 2026 baharı demokrasi yağmurlarına gebedir…









