Aralık ayı Türkiye ve Kürdistan’da can yakan ve önemli siyasal sonuçları olan toplu kıyımlarının yaşandığı bir aydır.
Türk devletini yakından tanımak için, farklı yıllarda ama aralık ayında devlet tarafından işlenmiş insanlık suçlarına bakmak açıklayıcı olacaktır.
19- 26 Aralık. 1978’de Maraş’ta Kürt- Türk Alevilere ve devrimcilere yönelik bir kırım yaşatıldı. Belirtilen hafta boyunca Maraş’ın bütün mahalleleri, çarşısı, sosyal aktivitelerin yaşandığı mekanları kontrol altına alınmış ve bu kırım gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Maraşa Antep, Adana ve Kayseri’de girilen yollar da katliamcı güruh tarafından işgal edilmiştir. Bu süre içinde Maraş’ta katliamcıların kan akıtmadıkları sokak, acı yaşatmadıkları mekân kalmamıştı.
Katliamın önlenmesini istemeyen devlet, buna uygun bir tutum izleyerek, önce polisi devre dışı bırakmıştır. Sonra Maraş’a yapılan katliamın çapına uygun olmayacak şekilde, olabildiğince az sayıda asker göndermiştir. Ayrıca mevcut güvenlik güçlerini, katliamı önlemek için değil, katliamın işleyişini kolaylaştıracak şekilde konumlandırmıştır.
Ortadaki tablo şöyleydi; silahlarıyla saldırı halinde olan ve mahallelerdeki katliamcılardan da destek alan binlerce saldırganı durdurmak için on- onbeş asker görevlendirilmiştir. Dahası, Serintepe Mahallesinde görevlendirilmiş olan ve kısmen katliamcıları önleyen askeri güçler, “kışla basıldı” yalanı üretilerek geri çekilmişler ve Serintepe’de kanlı kıyımın gerçekleştirilmesi sağlanmıştır.
Kısacası devlet hem polisi devre dışı bırakarak hem ihtiyaca uygun güvenlik gücü göndermeyerek hem de eldeki gücü doğru değerlendirmeyerek Maraş kıyımını kolaylaştırmıştır. Zaten katliamdan hemen sonra İçişleri Bakanı olan H. F. Güneş’in itiraflarıyla ve Ecevit’in arşivinde çıkan belgelerle bu gerçek teyit edilmiştir.
Yine devlet, 2000 yılında devrimci tutsakların mücadeleyi mahpushanelerden de sürdürmesinden rahatsız olmuş, bunu önlemek ve devrimcileri denetim altına almak için F Tipi hapishaneler yapmış ve devrimcilere bu hapishaneleri dayatmıştır. Devlet, yapmaya karar verdiği ve planladığı bu saldırıyı kamuoyuna benimsetmek için hapisteki devrimcilerin silahlarının bulunduğunu ileri sürerek alçakça yalanlar üretmiştir.
Buna karşı devrimci tutsaklar, devletin bu saldırısına karşı direnişe geçmişlerdir. Devletin saldırılarına karşı tutum alan bir grup aydın ve sanatçı, sorunun ölümler olmadan çözülmesi için, devletin ilgili ve yetkilileriyle ve devrimcilerle bir dizi görüşmeler yapmışlardır.
Buna rağmen devlet, 19. Aralık. 2000’de 20 mapushanede devrimci tutsaklara saldırmış ve 30 devrimciyi hunharca katletmiştir.
Devletin hem politik amaçlı katliamları hem etnik ve dinsel amaçlı soykırımları bunlarla bitmemiştir.
Bilindiği gibi Kürdistan, sömürgecilerin zoruyla dört parçaya bölünerek yapay sınırlar oluşturulmuştur. Sınırın bu yakasındaki Kürtler, yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak için, sınırın öte yakasındaki Kürtlerden aldıkları ürünleri getirip satıyorlardı. Kürt halkının bu ekonomik faaliyetini devletin ilgili yerel kurumları ve askeri yetkilileri yakından biliyor, kontrol ediyor ve izin veriyordu.
Ama Kürtlere yönelik bir toplu kıyım yapmaya karar veren devlet, sınır ticareti yapan kafilenin içinde PKK gerillalarının bulunduğunu ileri sürerek harekete geçmiştir. 28. Aralık 2011 yılında devlet, Roboski’de uçaklardan bombalar yağdırarak 17’si çocuk olmak üzere 34 Kürt gencini katletmiştir.
Bu toplu insan kıyımlarını kınamak, katledilenleri saygı ile anmak, boynumuzun borcu ve insanlık görevidir.
Belirtilen bu toplu insan kıyımlarının hepsi devletin kararıyla ve devletin imkanları kullanılarak yapılmıştır.
Fakat devlet yaptığı bu kıyımların, soykırımların ve katliamların hiçbirisi ile yüzleşmemiş, bu toplu insan kırımlarının hiç birisinin hesabını vermemiştir. Halbuki toplumsal yaşamın selameti ve toplumun demokrasi, eşitlik ve adalet içinde yaşayabilmesi için, hem bu türden katliam ve soykırımların olmaması hem de yaşanmış kıyımların hesabının görülmesi zorunludur.
Barış ve demokratik toplum sürecinin yaşandığı bu koşullarda, burada belirtilen kıyımlarla ve benzer daha başka kıyımlarla yüzleşmek, hesaplaşmak zorunludur. Bugün veya daha ileri bir zamanda ama mutlaka bu yüzleşme, hesaplaşma yapılmalı, katliamcı mekanizmanın mahkûm edilmesi sağlanmalıdır.
Sözkonusu hesaplaşma, intikam almak veya kötülüğe karşı kötülük yapmak gibi ilkel bir tepki olarak algılanmamalıdır.
Burada murat edilen hesaplaşma veya yüzleşme, demokrasi için, barış için eşitlik ve adalet için yapılması zorunlu olan bir sosyo-politik sorumluluktur.
Alman başbakanı Willy Brandt’ın, Nazilerin yaptığı Yahudi soykırımından dolayı, 1970’te Polonya- Varşova’daki Yahudi Anıtı önünde diz çökerek özür dilemesi, bu sorumluluğun ifadesi olarak tarihe geçmiştir.
Türk devletinin yaptığı kıyımlarla hesaplaşmasını sağlamak için başta katliamlara ve soykırımlara maruz kalan toplumsal kesimler olmak üzere bütün toplumsal kesimlerin aktif bir mücadele geliştirmesi zorunludur.









