“Kürt siyasetçi Leyla Zana’ya küfretmek bir zehirli dil örneğidir. Bu dil Türkiye’de birlikte ve dostane yaşama kültürünü zehirleyebileceği için zehirlerin en tehlikelisidir. Tek örnek bu değil. Kürt vatandaşımızın nasırına basan her söylem, zehirli dildir.”
Bu satırları okur okumaz, yazıya ara verdim ve yazarın bu değerli sözlerine bir katkı yapmak üzere bu zehirli dilin yalnız Kürt vatandaşlarımızın nasırına değil, yazarın da evinde yaşamakta olan Türk kadınlarının da nasırına basan çok zehirli bir dil olduğunu yazacakken yazarın sonraki cümlesini okumuş oldum. Şöyle yazmış:
“Bazı DEM’lilerin Lozan’a saldırmaları, ‘Lozan öncesi’ diye dayatmaları da zehirli dildir.”
Gayr-ı ihtiyari “çüş” demişim. Benden başkası duymadığı halde böyle bir “tepki” gösterdiğim için yazardan “özür” dilerim. Teşbihte hata olmaz.
“Yazar” da kim diye soracak olursanız, bu yazarın Karar Gazetesi’nin en önemli “muhafazakar-liberal” kalemi Taha Akyol olduğunu söyleyeyim.
Leyla Zana’ya bir tribün dolusu azgın maço erkek güruhunun hep bir ağızdan küfür etmesiyle DEM Partililerin “Lozan öncesi diye dayatmalarını” zehirli dili tartan terazinin kefesine koymuş, ikisinin de eşit ağırlıkta zehirli dil olduğunu ölçmüş.
Taha Akyol hukuk okumuş bir zat. Küfrün, hele kadına yönelik cinsiyetçi küfrün “suç”, Lozan Antlaşması’nı eleştirmenin ise düşünce özgürlüğü çerçevesinde “hak” olduğunu bilir.
Yazdığı bu satırlarla içine yuvarlandığı utanç verici durumun farkında olup olmadığını bilemem. Ama asıl tehlikeli “zehirli dilin” tastamam Taha Akyol’un dili olduğundan şüphem yok. Çünkü bu zehirli dil, faşizmin dilidir. Lozan Antlaşması’na yönelik eleştiriyi “Lozan’a saldırı” sayan ve “Lozan öncesi dayatma” dediği bu eleştiriyi “zehirli dil” diyerek “cinsel küfür suçu”yla aynı kefeye koyan kişi düşünce özgürlüğünün düşmanıdır.
Ne DEM Parti, ne de Kürt özgürlük hareketinin tümü, Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıyan Lozan Antlaşması’na değil, bu antlaşma gereği Kürdistan’ın Türk devletiyle Irak devleti arasında parçalanmasına itiraz etmektedir. Aynı zamanda “Lozan öncesinden” söz ederken de, 1921 Anayasasının henüz Cumhuriyet’ten ve laiklikten söz etmeyen içeriğini değil, bu Anayasa’da yer alan Türkiye Kürdistan’ına özerklik tanıyan 1921 Anayasasının ilgili maddesini savunmaktadır. Tanınan bir hakkın Lozan sonrasında geri alınmasını eleştirmektedir.
Taha Akyol ve onun gibi düşünenler bu eleştirilere katılmayabilirler. Ama bu eleştirileri “zehirli dil” olarak suçlayamazlar ve hele kadına cinsiyetçi küfürle eşitlemeye yeltenemezler.
Kaldı ki, DEM Parti şu günlerde ne Lozan öncesine, dolayısı ile Sevr Antlaşması’na dönülmesini talep ediyor, ne de çözüm süreci müzakerelerinde Bakur Kürdistan’ı için, uluslararası hukuk terimiyle söyleyecek olursam, teritoryal-administratif otonomi talebinde bulunuyor.
Ama DEM Parti haklı olarak Kürt isyanlarının gerçek sebeplerini anlatıyor. Bu sebeplerin arasında Lozan Antlaşması’yla Kürdistan’ın parçalanmasını, 1921 anayasasıyla Kürt halkına tanınan özerkliğin 1924 anayasasıyla geri alınmasını, ardından “Türk ulus devletin” kurulmasıyla birlikte Kürt ulusunun varlığının ve dilinin inkar edilmesini sayıyor. Bunlar tarihi gerçeklerdir. İsyanların sebepleridir.
Oysa bu tarihi gerçekler bugün bile karartılıyor. İlk büyük Kürt isyanı Şeyh Said liderliğindeki isyan, İslamcısından liberaline, ulusalcısından solcusuna kadar egemen ulusun mensupları tarafından “Kerkük-Musul’a el koymak isteyen İngiliz emperyalizminin” kışkırtmasına bağlanıyor. Oysa Taha Akyol’un pek meraklı olduğu tarih kitapları Kerkük’e Mondros Mütarekesi’ne aykırı olarak İngilizlerin 1925 Şeyh Said ayaklanması esnasında değil, 1918 yılında el koyduğunu yazıyor. Dahası İngilizlerin Kerkük’ü işgaline karşı Kürt aşiretlerinin o esnada Kemalistlerle birlikte İngilizlerle silahlı savaşa kalkıştığını da aynı kitaplar yazıyor.
DEM Parti’nin dili “zehirli dil” değildir, gerçekleri dile getiren bir dildir. Ve Taha Akyol, neden DEM Partililerin Türk diliyle konuştuğunu, neden kendisinin Kürtlerle Kürtlerin diliyle konuşmadığını, neden hala TBMM’de ağızdan kaçan bir Kürtçe cümlenin “bilinmeyen bir dilde” denerek tutanaklara geçtiğini düşüneceğine “zehirli dil”den dem vuruyor? Sakın “zehirli dilden” kasıt tastamam Kürt dili olmasın?
DEM Parti TBMM komisyonunda devletin resmi dilinin Türkçe olmasına itiraz etmiyor. Ama devlet Kürtlerin kendi ana dillerinde eğitim hakkına itiraz ediyor.
Şu tuhaflık artık dayanılmaz bir hal almıştır: Kürtler silah bırakmış, partilerini feshetmiş, üstüne üstlük neredeyse tümü Türk dilini öğrenmiş, üstelik TRT’nin Kürtçe yayınında spikerlere akademik Kürtçeyi de onlara devlet değil, Kürt dilbilimcileri öğretmiş, kısaca Kürt halkı demokratik entegrasyon için yapılacak her şeyi yapmış, Taha Akyol DEM Parti’nin diline hala “zehirli dil” demekte.
“Bin yıllık kardeşiz” deniyor ya, kardeş dediğin birbirinin diliyle konuşandır. Ben Kürtçe bilmediğim için Kürt kardeşimin karşısında mahcup oluyorum. “Anti-emperyalizm” adına mangalda kül bırakmayan Türk dincilerinin, Türk ulusalcılarının ana dilleri gibi İngilizce, Almanca konuşmalarına bakınca, elbette hepsini kutluyorum kutlamasına ama, “acaba bunlar kardeşlerini mi şaşırmış” demekten de kendimi alamıyorum.
Çok dilli olmak iyidir. Ama önce kendi kardeşinin dilini öğrenmek şartıyla…









