Demokratik siyaseti ve siyasetin demokratikleştirilmesini tartışırken, yapısı itibariyle anti-demokratik, anti-toplumcu olan partilerin ve elit hatta bir tür aristokrasi olarak örgütlenen profesyonel politikacı figürünün yürüttüğü faaliyetlerin, toplumsal siyaseti temsil edemeyeceğini kabul etmek gerekir.
Şu an tartışılması gereken asli sorunlardan biri de, legal demokratik siyasetin giderek devletli manada bir iktidar alanına (partiler arası mücadeleye veya ittifak, Meclis’te vekil, belediyelerde başkanlık ve encümen yarışı ve benzeri) sıkışması ve toplumsal sivil alandan kopmasıdır. Yapılması gereken, toplumsal sivil- komünal/cemai sosyal birimlerin yeniden yapılanması ve güçlenmesidir. Partili demokrasi modeli, mevcut küresel ve yerel durumlar göz önünde bulundurulduğunda devam edecektir. Ancak Kürt siyasal aklının tartışması gereken husus, siyasetin ve siyasal özneliğin bu derece partili modelin tekeline alınmış olmasına karşı (modernitenin geri gördüğü) komünal birimlerin, farklı sivil kurumlaşmaların iradeleşmeleri ve özneleşmelerinin sağlanmasıdır.
Partiyi siyasetin temel öznesi konumuna yerleştiren farklı ideolojik tutumların ortak savunusu, partilerin siyasal ve ideolojik çoğulculuğun sağlanmasına hizmet ettiğidir. Ancak burada temel sorun, modern çoğulculuk (pluralism ) kavramının içerik itibariyle tarihsel toplumun on binlerce yıllık geleneksel formlarını ya tümüyle reddetmesi ya da işlevsiz bir alt-katmana indirgemiş olmasıdır. Rejim tarafından tek meşru katılım aracı olarak kabul edilen partiler, böylece siyasal katılımın/özneliğin bütün formlarını kendisine bağlayan tekelci totaliteye dönüşür.
Bu nedenle siyasetin demokratikleştirilmesi, daha fazla partinin siyasete katılımı sorunu değildir. Ya da popüler tartışmalarda iddia edildiği gibi partilerin demokraside yaşadıkları yegâne hata, lider sultası denilen şey de değildir. Partiler, demokrasinin ve siyasal faaliyetin yegâne meşru aktörleri olarak kabul edildikleri müddetçe, siyaset tekelini ellerinde bulunduracaklar ve her tekelci yapı gibi öz itibariyle anti-demokratik, hatta totaliter veya faşist bir modele kayacaklardır.
O halde partili modeli tümüyle red mi etmeli ya da partileri demokratikleştirmek imkânsız mı demek istiyoruz?
Hayır. Olgusal bir gerçeklik olarak partilere dayalı temsili demokrasi modeli, modernleşmeci sistemin temelidir ve partiler, bir şekilde parlamenter sistemde ana aktörler olmaya devam edecektir. Bunu tümden reddetmenin mantıklı bir yönü de yoktur.
Burada önemli olan siyaseti (siyasal faaliyet alanını, öznelerini ve katılım biçimlerini) yeniden yapılandırmak ve gerçek manada demokrasiye açık hale getirmektir. Modern sosyoloji, toplumu atomize birey- vatandaştan müteşekkil bir kolektivite olarak ele alırken açıkça hatalıdır. Toplum çok çeşitli komünal/cemai topluluklardan oluşmaktadır. Aileden köy-mahalle birimlerine, ekonomik-mesleki gruplardan, dini- mezhebi- felsefi cemaatler, çevrecilerden değişik siyasi görüşlerden gruplara değin komünal- cemai birimler siyasetin temel öznesi kabul edilmelidir. Bu gibi birimler yerelin güçlü olduğu bir sistemde güçlü olacaklardır. Ve yerel demokrasi güçlendikçe, merkezi siyaset, “Ankara siyaseti” olması gereken sınırlara çekilecek, yerellerin doğru temsiline doğru biçimlenecektir.
Aksi durumda, yani şu anki mevcut durumda olduğu gibi, yerel komünal cemaatler oldukça zayıflamış, ayakta kalanlar ise ancak herhangi bir siyasal partiye intisap ederek kuyrukçu olarak, onlardan bir vekil ya da belediye başkanı, hatta muhtarlık almak için bütün değerlerinden vazgeçen yapılara dönüşürler.
Türkiye’de şu an yaşanan budur. Örneğin İslami yapılar, 1990’lara kadar tabanda etkili olan cemaatsel/kömünal niteliklerini nispeten korumuştu. 90’ların ortalarında milli görüş partilerinin hükümetlere koalisyon ortağı olacak denli güçlenmesiyle İslami cemaatlerin (legal- illegal) giderek zayıflaması, birbiriyle ilgilidir. 2002’de iktidar olmalarıyla da çeşitli İslami cemaatler birer birer tasfiye oldular. Şu an İslami cemaatler en zayıf halini yaşamaktadır. Benzer durum sol hareketlerde de yaşandı. 1970’lerde nispeten toplumsal destek kazanan sol hareketler, 90’ların ikinci yarısında neredeyse bütün toplumsal desteğini yitirmiş marjinal küçük particikler olarak kaldılar. Bir sol grubun halen kullandığı “her şey devrim için, her şey parti için” sloganı çöküşünün temel sebebini ortaya koyuyordu. ‘Parti’ bütün toplumsal özneliğin ve toplumsal faydanın önüne geçirilmişti.
Kürt legal siyasetinin yaşadığı sorunların temelinde bunlar bulunmaktadır. Legal parti, toplumun ve onu oluşturan çeşitli toplulukların temsili mi olacak, yoksa toplumun ve komünal birimlerin parti olarak yapılaşmış merkezi otoriteye tabii mi olacak? Teorik ve paradigmatik düzlemde komünal demokrasi, radikal demokrasi veya doğrudan demokrasi ifadelendirmeleri olsa da, pratikte profesyonel bir siyasi elitin, bir tür siyasal aristokrasinin hakim olduğu durum yaşanmaktadır. Bunları da cesaret ile tartışmak gerekecektir.
*Sincan Yüksek Güvenlikli Cezaevi
Demokratik siyaset ve yeniden yapılanma tartışmaları -1-









