• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
26 Aralık 2025 Cuma
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2025
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2025
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Gündem Güncel

Mustafa Karasu: Türkiye’deki siyasi partiler tarihi bir sınavda

26 Aralık 2025 Cuma - 09:34
Kategori: Güncel, Manşet

Kürtsüz demokrasi anlayışıyla Türkiye’nin sorunlarının çözülemeyeceğini vurgulayan Mustafa Karasu, siyasetin Kürt sorunu ve demokrasi için çözüm iradesi göstermemesi halinde toplum nezdinde inandırıcılığını yitireceğini belirterek, ‘Türkiye siyaseti, partileri tarihi bir sınavda’ dedi

Koma Civakên Kurdistan (KCK) Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Türkiye siyasi tarihine işaret ederek, Meclis’in bugüne kadar Kürt ve Alevi sorunu gibi stratejik meselelerde çözüm iradesi ortaya koyamadığını, bu alanların “derin devlet”, oligarşikleşmiş çeteler gibi siyaset dışı güçlere bırakıldığını dile getirdi. Kürt sorunu yok sayılarak demokrasi kurulamayacağını vurgulayan Karasu, “Türkiye siyaseti, partileri tarihi bir sınavda. “Biz partiyiz, Türkiye sorunlarına çözüm buluruz, çözüm üretiriz” diyecekler mi, yoksa geçmiş yüzyılda olduğu gibi bu konularda söz söylemeden sadece diğer temel olmayan sorunlarla uğraşmaya devam edip kendilerini siyasetçi ya da parti gibi mi gösterecekler?” diye konuştu.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, İkinci Paris Katliamı ve Mereş Katliamı’nın yıl dönümünü, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tecridinin sürece etkisini, Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için partilerin Meclis Komisyonu’na sunduğu raporları, Barış ve Demokratik Toplum Sürecinin ikinci aşamasını, 30 yıllık tutsakların infazlarının yakılması, Türk devlet yetkililerinin Suriye ziyaretleri gibi yakıcı konuları Medya Haber TV’yle değerlendirdi.

Mustafa Karasu’nun konuşması şöyle:

İlk önce Evîn Goyî, Abdurrahman Kızıl ve Mîr Perwer’i minnet ve saygıyla anıyorum. İkinci bir Paris katliamıydı. İki defa Paris’te kadın yoldaşların ve yurtseverlerin böyle katledilmesi, üzerinde durulması gereken bir konu. Tesadüf değil, kesin. Fransa’nın seçilmesi de tesadüf değil. Öyle anlaşılıyor. Bizim yurtseverlerimizin, Kürt kurumlarının en fazla olduğu yer Almanya’dır. Eskiden beri böyle bir durum var ama iki katliam da Paris’te yapılmıştır. Büyük ihtimalle de Almanya’da planlanıp Paris’te, Fransa’da yapılmış olabilir. Yani böyle düşünmek mümkündür.

Biz Evîn Goyî ile yıllarca beraber çalıştık. Bizim yürütme konseyi üyemizdi. Yönetimden bir arkadaşımızdı. Rojava’da da kaldı Evîn Goyî arkadaşımız. Bilinçli hedeflendi. Bir yönetim üyesi olarak hedeflendi. Zaten kadın arkadaşlar daha önce hedeflenmişti; Sara, Rojbîn, Ronahî yoldaşlar. Gerçekten bu, dikkatle değerlendirilmesi gereken bir konu. Kürt halkının özgürlük mücadelesi hedefleniyor ama özellikle de kadınlar hedefleniyor. Bu kadınların özellikle hedeflenmesi, arkasındaki gücün Türkiye olduğu kuşkusunu artırıyor. Zaten Sara arkadaşların şehadetinde MİT’in parmağının olduğu birçok etkenle netleşmişti. Türkiye’de kirli savaşçılar, özel savaşçılar özellikle Kürt Kadın Hareketine yönelik bir saldırı kampanyası başlattılar. Kürt halkının özgürlük mücadelesinde kadının öncü olması, Türk devletini, Kürtleri soykırıma uğratmak isteyen, Kürt halkının özgürlük mücadelesini ezmek isteyen kesimleri Kürt kadınlarına yöneltti. Bunu biliyoruz. Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesi, Türk devleti gerçeğini teşhir eden, Türk devletinin Kürtler üzerindeki politikasının tüm dünyada teşhir olmasını sağlayan önemli bir mücadele. Bu yönüyle iki Paris katliamında da kadın arkadaşlar hedeflendi.

İkinci Paris Katliamı’nın ırkçı olay olarak gösterilmesi, üstünü örtme politikasıdır

Fakat Fransa’nın tutumu gerçekten kabul edilemez. Güya hukuk devleti. İşte tarihte Dreyfus olayı var; Bir hukuk mücadelesinin olduğu, gerçeklerin ortaya çıkarıldığı böyle bir tarihsel olay var. Fransa o olayla hukuk devleti olduğunu, gerçekleri açığa çıkardığını gösteriyor. Bu, edebiyatın da en temel konusu olmuş ama iki Kürt katliamı konusunda Fransa devletinin attığı bir adım yok. Birincisi açık; Türkiye’de Milli İstihbarat Teşkilatı’nın içinde olduğu bir cinayet olduğu kesin.

Fakat Fransa devleti Türk devletine karşı herhangi bir tutum almadı. Herhangi bir yaklaşımı ortaya koymadı. Nasıl benim topraklarımda, benim ülkemde böyle eylemler yaptırırsınız, diyemedi. Ya da sadece diplomatik kanallardan söyledi. Ama bu öyle diplomatik kanallarla geçiştirilecek bir durum değil ki! Dünya devletlerinin egemenlik alanı, kendi anayasalarının olduğu alanda böyle bir cinayet işleniyor. Bu, açıktan açığa Fransa’nın da bu kirli savaşa göz yumduğunu ortaya koyuyor. Hukuku, anayasayı bir tarafa bırakmış durumdalar.

İkinci katliam ise, bilmem bir ırkçının yaptığı… Niye bu ırkçılar Kürtleri mi hedefliyor? Böyle Kürtlerin Fransa’da, Fransa toplumunu rahatsız eden, Fransa toplumu ile karşı karşıya kalan bir toplumsal gerçeklik değil ki! Eğer ırkçı bir eylem olsa herhalde başka hedefler olurdu. Biz doğru bulmayız ama yani Kürtler yerine başka birileri hedeflenebilirdi.

Yani bunun bile bir ırkçı olay olarak gösterilmesi, aslında üstünü örtme politikasından başka bir şey değil. Açık yani. Bir halk var, bir halkın örgütlenmesi var, halkın evlatları var. Bunlara yönelik bir saldırı var. Kim yapar? Bunu Fransa devletinin açığa çıkarması lazım. Birinci Paris katliamındaki durum neyse, ikinci Paris katliamı da odur. O katil kiralanmış da olabilir. Yani çeşitli biçimde Kürtlere yöneltilmiş olabilir ama öyle hiç Kürt karşıtlığı, Kürt düşmanlığı yok, siyasi bir şey yok, sadece bir ırkçının yaptığı bir eylem olarak gösterilmesi kabul edilemez.

Bu açıdan Kürt halkı da, Kürt kadınları da bu cinayetin peşini bırakmayacaklardır. Kesinlikle Birinci Paris Katliamı ve İkinci Paris Katliamı açığa çıkana kadar Kürt halkı mücadelesini sürdürecektir. Bu çok önemli. Yoksa başka yerlerde Kürtler her zaman bu tür katliamlarla karşı karşıya gelebilir. Bu yönüyle Kürt halkı ve Kürt kadınları bir mücadele veriyor. Onların mücadelesini selamlıyoruz. Kürt halkı artık kendine yönelik katliamları, cinayetleri kabul etmeyecek. Mutlaka sonuna kadar takip ederek hesap soracaktır. Biz bu katliamdan da hesap sorulacağına inanıyoruz.

Fırat’ın batısı Kürtsüzleştirilmek isteniyor

Maraş Katliamı’nın yıl dönümü. Tabii sadece bir Maraş katliamı yok. Evet, Maraş’ta gerçekleşti ama hedef, Fırat’ın batısındaki Kürtlerdi. Fırat’ın batısı tümden Kürtsüzleştirilmek isteniyor. 1924 Anayasası sonrası Şark Islahat Planı aslında Fırat’ın batısını Kürtsüzleştirme, Türkleştirme, soykırıma uğratma planıydı. Şark Islahat Planı gerçekten çok açık bir soykırım planıydı. Ama o koşullarda bu planı devlet açıkça bina etmiş ve uygulamıştır. Böyle bir planın sahibi devlet, uluslararası mahkemelerde bir soykırım devleti olarak yargılanabilir. Çünkü Kürtlüğü nasıl yok edeceğini, kimliğini, kültürünü nasıl ortadan kaldıracağını, nasıl Türkleştireceğini açıkça Şark Islahat Planı’nda ortaya koyuyor.

Küçük bir şehir değil yani. Fırat’ın batısı; buraya Antep de dahildir, Adıyaman, Maraş, Malatya, Sivas gibi çok geniş bir alandaki Kürtler hedeflenmiştir. İşte şimdi Başûrê Kurdistan ya da Rojava diyoruz ya; aslında Fırat’ın batısı, tüm bu alanlar Başûrê Kurdistan’dan daha büyük, Rojava’dan da daha büyük. Çok geniş bir alan. Ama böyle bir alan şu anda bir kültürel soykırım saldırısı altında. Soykırım sadece fiziki katliamlarla olmuyor ya da dünyada Birleşmiş Milletler’de soykırım tanımı sadece fiziki katliamlar için kullanılmıyor. Demografik değişim, dilin, kültürün yok edilmesi, kimliğinin ortadan kaldırılması da bir soykırım. Şark Islahat Planı’yla adım adım böyle bir politika izlendi. Yani Fırat’ın batısında Kürtler, Kürtlükten uzaklaştırılıp Türkleştirme politikası izlendi. Maraş Katliamı ile bu daha hızlandırıldı. Çünkü Maraş Katliamı ve arkasından gelen 12 Eylül faşist diktatörlüğü ile Fırat’ın batısındaki Kürtler metropollere, Avrupa’ya, dünyanın başka ülkelerine göç ettirilmiştir. Yani şu anda Fırat’ın batısındaki Kürt nüfusunun 10 katı, 20 katı, 30 katı, belki daha fazlası metropollerdedir, dünyaya savrulmuştur. Öyle ki canlı o Kürt köyleri, cıvıl cıvıl Kürt köylerinde sadece yaşlılar kalmış, birkaç ev kalmış. Bunun öyle belirtildiği gibi ekonomik nedenlerle alakası yok. Tamamen o topraklar Kürtler için yaşanmaz hale getirilmiştir.

O topraklara sahip çıkma sorumluluğumuz var

En son 6 Şubat depremi ile birlikte o Şark Islahat Planı ile başlayan, 78 Maraş katliamı ile hızlandırılan Fırat’ın batısını Kürtsüzleştirme, soykırım politikası, 6 Şubat depremi ile yeni bir boyut kazanmıştır. Gerçekten çok acı bir durum. Maraş Katliamı derken, Fırat’ın batısı derken, Adıyaman, Malatya, Sivas, Maraş Kürtlüğünü sürdürürken, burada uygulanan politikayı bilince çıkarmak gerekiyor. Buna öfke duymak, tepki duymak gerekiyor. Öfke ve tepki nedir? O topraklara dönmek, o toprakları yeniden Kürtlerin yaşadığı Kürt coğrafyası haline getirmek gerekiyor. Bu yönüyle kabul etmemek gerekiyor.

Şimdi bazıları kabul etmiş gibi. Kabul etmemek, boyun eğmemek gerekiyor. Olmuş, göçertilmişiz, öldürülmüşüz, yaşanmaz hale getirilmiş, artık oralar bize ait değildir, dememek gerekiyor. Atalarımız, dedelerimiz yüzyıllarca o topraklarda yaşadı. Biz onların evlatları, torunlarıyız. Onlara, o topraklara sahip çıkma sorumluluğumuz vardır.

Bu yönüyle Maraş Katliamı gerçekten acıdır. Özellikle oranın Maraş’ın, Malatya’nın, Sivas’ın, Adıyaman’ın insanının bu konu üzerinde düşünmesi gerekiyor. Ülkeye dönüş gerekiyor, o köyleri yeniden canlandırmak gerekir. Böyle olursa, o zaman o katliamcılara, o soykırımcılara, o Kürtlüğü yok etmek isteyenlere karşı doğru bir tutum almış olur. Doğru tutum da, -belirttiğim gibi-, o toprakları sahiplenmek, oraya dönmektir. Şimdi biraz dönüş oluyor; evler yapılıyor, tatile gidiyorlar. Yani biraz sahiplenme var ama daha da etkili ve güçlü bir sahiplenme gerekiyor.

Maraş Katliamı’nda 200’e yakın insan katledildi. Gerçekten vahşice katledilmeler, kafa kesmeler oldu, çocuk kadın demeden öldürmeler oldu. Bu çok acı bir durum. Onları da minnet ve saygıyla anıyorum, onları da hiçbir zaman unutmayacağız. Onları da Özgür Kürdistan, Demokratik Türkiye’de yaşatma mücadelesi vereceğiz.

Önder Apo’nun muhataplığının kabul edilmesi gerekiyor

Geçen yıl Ekim ayında Devlet Bahçeli bir çağrı yaptı. “Gelsin, mecliste konuşsun, örgütünü feshetsin, umut hakkından yararlansın” dedi. Bu, kayıtlarda olan bir konuşma. Önder Apo da “Ben bu sorunu, bu Kürt sorununu, 50 yıllık savaş sorununu hukuki, siyasi zemine taşıyabilirim” dedi. Ve 27 Şubat’ta da bir çağrı yaptı. 27 Şubat çağrısını AKP iktidarı da, Devlet Bahçeli de olumlu gördü, birçok çevre olumlu gördü. Ama o çağrının bir ruhu var. Hatta o çağrının en önemli cümlesi şuydu. Barış, özgürlük savunucusu değerli Sırrı Süreyya Önder, “27 Şubat çağrısının pratikleşmesi, gerçekleşmesi için hukuki ve siyasi zeminin oluşması, gerçekleşmesi gerekir” dedi. Bu sürecin karakteri budur yani. Eğer böyle bir süreç varsa, buna uygun davranılması gerekiyor. 27 Şubat çağrısıdır, Sırrı Süreyya’nın söyledikleridir. Ve AKP iktidarı da, Devlet Bahçeli de, MHP de olumlu gördü. Diğer partiler de -birkaç tane kara faşist, Zafer Partisi gibi dışında- herkes olumlu yaklaştı. Şimdi böyle çok önemli bir süreçse, Türkiye 100 yıllıktır; 50 yıllık tarihini, yani Türkiye’nin tarihinin yarısını ilgilendiren bir konu çözülecekse ve bunun amacının da Türk-Kürt kardeşliğini sağlamak olduğu vurgulanıyorsa, o zaman Önder Apo’nun muhataplığının kabul edilmesi gerekiyor. Onun bu süreçte etkili rol oynaması için özgür, yaşar ve çalışır koşullarına hazırlanması gerekiyor. Umut hakkının gündeme konulması gerekiyor. Kaldı ki bu hukuki bir konu, yasal bir konudur, kendi anayasaları tarafından kabul edilmiştir.

Devlet Bahçeli de uygulanacak dedi. Şimdi buna rağmen Önder Apo’yu böyle tecrit koşullarında tutmak, sürece yetersiz yaklaşımdır, sürece doğru yaklaşmamaktır. Önder Apo büyük çaba gösteriyor, büyük adımlar attı. Böyle bir Önder’e doğru yaklaşmamak demek, sürece doğru yaklaşmamaktır.

Süreçten söz ediliyor, işte “terörsüz Türkiye” diyor, tabii böyle kabul etmiyoruz. Türk-Kürt kardeşliğinin gerçekleşeceği, yüzyıldır kavgalı olan, Kürtlerle Türk devletinin barışacağı bir demokratik entegrasyon olarak, yani Kürtlerin varlığını kabul edeceği, yasal çerçeveye kavuşturulacağı bir süreç olarak görüyoruz. O zaman Önder Apo’ya bu yaklaşımın değişmesi gerekiyor. Herkesin değiştirmesi gerekiyor. Devlet Bahçeli “kurucu önder” dedi. İşte Önder Apo’nun attığı adımları AKP iktidarı da, Devlet Bahçeli de olumlu gördü. O zaman yaklaşım böyle midir? Bu açıdan Önder Apo’ya yaklaşımın böyle olması, tecridin devam etmesi, hâlâ rolünü oynayacak, 50 yıllık sorunu çözecek bir muhatabın bu durumda tutulması, açıkça sürece -adına ne denilirse denilsin- doğru yaklaşmadığının ifadesidir.

Bu yönüyle başta Devlet Bahçeli çağrı yaptı. Umut hakkından söz etti. O zaman bunun gereklerinin yerine getirilmesi gerekiyor. “Gelsin, örgütünü feshetsin, Meclis’e gelsin konuşsun” dedi. Önder Apo, Devlet Bahçeli’nin söylediklerinden ileri adımlar attı, attırdı. Peki o zaman niye gerekleri yerine getirilmiyor? Tabii bu da bu sürecin muhatabı olan AKP iktidarının, MHP iktidarının süreci geliştirme konusunda çok net bir iradeye sahip olmadığını, kafalarının karışık olduğunu gösteriyor.

Kürt halkının 4 Ocak’ta iradesini ortaya koyacağına inanıyoruz

Umut hakkı konusunda bir adım atılmadı, tecrit konusunda ciddi bir gelişme olmadı. Kuşkusuz bazı görüşmeler oluyor, heyetler gidip geliyor ama bu yetmez. Bu konuda tabii ki Kürt toplumu rahatsızdır.

Kürt toplumu, böyle bir süreç olacaksa, o zaman Önder Apo’nun özgür koşullarda süreci yürütmesi gerektiğini söylüyor. Umut hakkından söz ediyor. Bu açıdan 4 Ocak’ta Kürt halkı, umut hakkı, Önder Apo’nun özgür ve çalışır, özgür yaşar ve çalışır koşulları olmasını isteyen bir tutum ortaya koyacak, irade ortaya koyacak, miting yapacak. Yani bu da önemli. Şundan önemli; Kürt halkının iradesinin dikkate alınması gerekiyor. Kürt kardeşliğinden söz edeceğiz. O zaman Kürt halkının bir de iradesi var. Kürt halkının iradesini kim temsil ediyor? Kürt halkı meydanlara çıkacak. Kürtleri temsil ediyor.

Bu yönüyle de böyle bir mitingin Kürt halkının iradesini ortaya koyacağına inanıyoruz. Bu temelde de herkesi böyle güçlü bir mitingle Önder Apo’nun özgürlüğü ve umut hakkının uygulanması için bir tutum, bir irade ortaya koyacaklarına inanıyoruz.

Raporlar, siyasilerin halkın sorunlarına çözüm bulamayacağını gösteriyor

Biz partilerin Meclis Komisyonu’na sunduğu raporların ayrıntıları incelemedik. Basında parça parça yansıyor. CHP’ninki, AKP’ninki yansıyor. DEM Parti’ninki biraz daha kapsamlı yansıdı. DEM Parti gerçekleri ortaya koyuyor, esas böyle bir rapor olması gerekiyor.

Bu kadar görüşme, bu kadar tartışma oldu, Meclis başkanlarının, demokrasi kurumlarının görüşleri alındı. Bu kadar görüş alındıktan sonra, herkes biliyor; Kürt sorunu, demokrasi sorunu yani. Zaten Millî Birlik Dayanışma ve Demokrasi Komisyonu denildi. O zaman ismine uygun bir yaklaşımın ortaya çıkması gerekiyor. Şimdi öyle bir şey gözükmüyor. Özellikle Kürt halkı ve demokrasi güçleri eleştiriyor.

Bu kadar görüşme nasıl oldu? Bu kadar herkesle görüştüler, görüş aldılar. Bilmem 50 yıllık Türkiye’deki meclis başkanlarının hepsi olumlu bir yaklaşım gösterdi. Meclis, Türkiye halkının ne kadar temsil ediyor, etmiyor; bu ayrı bir tartışma konusu ama iddia ediliyor. “Meclis halkı temsil ediyor” deniliyor. Meclis başkanları açıkça “bu sorunun adı, Kürt sorunu” dedi. Bu yönüyle bu raporlar çok yüzeysel. Böyle mi olur yani? Böyle bir komisyon, bütün partilerin komisyonu soruna böyle mi yaklaşıyor? Kendi ağırlıklarını kaybediyorlar.

Bu yaklaşım sadece Kürt sorunu, demokrasi konusunda değil, başka konularda da bu partilerin, bu siyasilerin halkın sorunlarına çözüm bulamayacağını gösteriyor. Veyahut halkta öyle bir izlenim doğuyor. CHP’ninki zaten -hadi gitmedi İmralı’ya- demokrasiden söz ediyordu. Yani Kürtsüz demokrasi mi olacak? Diyorlar, “eski SHP raporundan bile geri bir yaklaşım içinde”. Bir de Özgür Özel o kadar “Kürt sorunu var” dedi, Kürdistan’da dolaştı, “Kürtler var olduğu zaman bu sorun var”, “çözülmesi gerekir” dedi, birçok şey söyledi. Niye bunlar yansıtılmıyor? Bu, siyasi partilerin ilkeli programları,  amaçları yerine, günlük siyaset içerisinde etkilenen, günlük siyasete göre tutum alan yaklaşımlar ya da kendi programını, planını, politikasını başkasının bilmem neyine göre düzenliyor.

Bir parti, bir hareket, şu partinin bu partinin yaklaşımına bakmadan kendi tutumunu ortaya koyması lazım. Bu yönüyle de gerçekten CHP’nin yaklaşımı çok geri. Böylelikle “AKP şöyle, MHP şöyle” diye eleştiriyordu, bu eleştirilerin hiçbir anlamı olmadığı ortaya çıktı. Bu kadar eleştireceksin, demokrasiden söz edeceksin; Türkiye’nin en temel sorunu konusunda bir rapor olacak, kıyısından köşesinden gideceksin. Bu gerçekten ciddiyetsizliktir. Artık ortak bir rapor nasıl olur, onu bilemeyiz. Şimdiden olumsuz bir şey söylemeyelim. Ama tek tek raporların öyle çok olumlu olduğunu söylemek mümkün değil.

Türkiye tarihinde, temel sorunlarda meclis hep sessizdir, iradesizdir

Meclis konusu önemli. Meclis Komisyonu oluştu. Biz bunu önemsedik. Türkiye tarihi şöyle: Evet, Meclis var ama Türkiye tarihinde meclisler Türkiye’nin temel sorunlarıyla ilgilenmemiş. Partiler de ilgilenmemiş. Nedir? Ekonomiyle ilgilen, biraz sağlıkla ilgilen, biraz şununla ilgilen. Yani temel, stratejik konular, Türkiye’nin temel sorunları; Kürt sorunu, Alevi sorunu, başka temel sorunlar, konular söz konusu olduğunda Meclis sessizdir, iradesizdir. Türkiye tarihi, Meclis’in Türkiye’nin temel konularında irade olmadığını açığa çıkardı. Onun yerine işte derin devlet deniyor, norm dışı devlet deniyor; bu kesimler bu tür konularda söz sahibi. Halbuki siyasetin söz sahibi olması lazım. Siyasetin, Türkiye’nin bütün sorunlarında söz sahibi olması, çözüm bulması, yaklaşım göstermesi lazım. Şimdiye kadar göstermedi meclis. Meclis bir nevi göstermelik oldu. Temel konular başkalarının; işte ekonomidir, eğitimdir, onun da sınırları belli zaten.

Şimdi komisyon kuruldu, büyük tartışmalar oldu. Meclis gerçekten Türkiye’nin sorunlarını çözme iradesini ortaya koyacak mı? Siyaset bunu ortaya koyacak mı? Yoksa yine Türkiye’nin temel sorunlarında siyaset dışı çeşitli kurumların, devlet içindeki norm dışı devletin ya da derin devletin ya da bir grup oligarşik, çeteleşmiş bir kesimin iradesi mi hakim olacak? Türkiye yine öyle mi yönetilecek? Partilerin, siyasetin, başbakanın, başbakan ve cumhurbaşkanlarının etkisinin olduğu, temel konulara girdiği zaman; İşte Özal’ın ya da Erbakan’ın durumu… Ne hale getirdiler! Türkiye’nin Kürt sorunu, Alevi sorunu gibi biraz temel sorunlarına girdiği zaman cumhurbaşkanının da başbakanın da herhangi bir etkisi yok, o gücü ortaya koyamıyor.

Türkiye siyaseti, partileri tarihi bir sınavda

Şimdi Önderlik “ikinci aşama” dedi. Komisyon geldi kendisiyle görüştü. Önder Apo Türkiye’nin temel sorunlarını ortaya koydu, Kürt halkıyla Türk halkının kardeşleşmesi gerektiğini söyledi. Türkiye’nin bu tarihe dayanarak var olacağını ortaya koydu ve siyasilerden tutum bekledi. Türkiye’nin de bir diyalektiği var, Türkiye tarihi de bir diyalektiktir. Bir tarihsel sosyoloji var yani. Tarihten kopuk bir Türk devlet gerçeği, Türkiye’nin gerçeği düşünülemez. Onun için Önderlik Türk-Kürt ilişkilerini hep ortaya koyuyor. Türk devletinin, Türkiye’nin var olmasının, geleceğe umutla bakmasının ancak bu Türk-Kürt kardeşliğiyle olacağını söylüyor. Peki siyasiler, partiler bu tarihsel gerçeğe sahip mi çıkacak yoksa Kürt inkârı devam mı edecek? Sözde Kürt var ama yasada yok, inkâr böyle devam edecek.

Bu bakımdan Türkiye siyaseti, partileri tarihi bir sınavda. “Biz partiyiz, Türkiye sorunlarına çözüm buluruz, çözüm üretiriz” diyecekler mi, yoksa geçmiş yüzyılda olduğu gibi bu konularda söz söylemeden sadece diğer temel olmayan sorunlarla uğraşmaya devam edip kendilerini siyasetçi ya da parti gibi mi gösterecekler? Böyle siyasetçilik de böyle partilik de olmaz. Bu açıdan -açığa çıkıyor yani- Türkiye’nin temel sorunlarına girmemek, bu partilerin, bu siyasilerin Türkiye toplumunu kandırmasından başka bir anlam ifade etmez.

Bir yandan ‘gelsinler’ deniliyor ama 30 yıllık tutsaklar bile bırakılmıyor!

Bu süreç için “barış, milli birlik, kardeşlik, demokrasi, dayanışma” deniliyor. Peki nasıl olacak? E adımlar atıldı. Gerçekten silahlar yakıldı, Türkiye sınırları içindeki güçler çekildi, gerilla güçleri çatışma riski olan yerlerden çekildi. Çatışmaya meydan vermemek, bir süreç varsa bu sürecin sağlıklı yürümesi için gerilla güçleri çekildi. Bazı alanları boşalttılar. Türkiye içinden de önemli bir düzeyde çekilme oldu. Yani bu kadar şey oldu. Peki buna nasıl cevap verecek? “Silahsızlandırma”, “teröre son verme” diyorlar. Demokratik siyaset yapılacaktı güya. Mehmet Ağa bile “siyaset yapsınlar” dedi. Türkiye’de hâlâ binlerce tutuklu var, hâlâ terör yasası var. Kürt, Kürdistan’dan söz edersen, demokrasiden söz edersen içeri atıyorlar. Demokratik siyaset yapma imkânı yok. Peki nasıl olacak? “Gelsinler” diyor; nasıl gelecekler? Demokratik siyaset ortamı olacak mı? Özgürce demokratik siyaset yapılacak mı? Yoksa Kürtlükten, demokrasiden söz etti, biraz eleştirdi diye içeri mi atılacak? Böyle olabilir mi? 30 yıl yatmış, infazını yakıp bırakmıyorlar. Ya 30 yıl yatmış, daha fazla yatmış. Bazıları bırakılıyor mecburen. Bırakmak zorunda kalınıyor.

Otuz yıl yatmış! Herhalde bir kısım otuz yıllıklar bırakıldı. Bazı televizyonlar “nasıl bırakılır” diyor. 30  yıl yatmış ya! Eskiden on yılda bir af çıkar, siyasiler bırakılırdı. 30 yıl cezaevi yatmış olanların bırakılmasına bile karşı çıkan, kendine güvenmeyen bir şey gözüküyor. Utanmaz, kapkara faşistler!

AKP-MHP iktidarı da, tamam bir kısmını bırakıyor ama hâlâ birçok 30 yıllık tutsakları infazını bitirmiş,  bırakılmıyor. Bunun izah edilecek yanı yok! Böyle olunca süreç nasıl ilerleyecek? Önder Apo da süreci ilerletmek için çaba gösteriyor, biz de çaba gösteriyoruz. En azından şunu gösteriyoruz. Eğer bir niyet varsa, adım atma, çözmek için bazı şeyler varsa buyurun diyoruz, kolaylık gösteriyoruz. Ama 30 yıllıkların bırakılmaması hiç doğru bir tarz değil. Bu bakımdan hem “süreç” denilecek hem de “hadi silahlarını bıraksın, gelsinler” deniyor. E zindanda 30 yıl yatmış, bırakılmıyor. Ahmet Kaya’nın dediği gibi, bu ne yaman çelişki!

Niye Gazze’de, Lübnan’da barış istiyor da Kürtlere savaş istiyor?

10 Mart Mutabakatı Şara’yla Mazlum Abdî arasında yapılan bir anlaşma. Bildiğimiz, arabulucu da ABD.  Fakat 10 Mart Mutabakatı’nda yorum farkları var. Şam kendine göre yorumluyor. Biraz Türk devletinin etkisi de, o 10 Mart Mutabakatı’nın yorumlanmasını olumsuz hale getiriyor. O yorumlama, 10 Mart Mutabakatı’nın pratikleşmesini engelliyor. Yoksa Rojava da, işte oradaki yöneticiler de sahip çıkıyorlar. Fakat özüne, içeriğine göre, onun gereklerinin yerine getirilmesi gerektiğini söylüyorlar.

Türkiye’nin son günlerde yaklaşımı var, anlaşılır gibi değil. Kürtler Türkiye’nin parçası değil mi? En fazla Kürt nüfusu Türkiye’de değil mi? Onların akrabaları da Suriye’de, Suriye’nin kuzeyinde, Kuzey ve Doğu Suriye’de.

Başka yerde Türkmenlere sahip çıkılıyor, onlar Türkiye’nin parçası olarak görülüyor, onların hak hukuku, dili, kültürü, kimliği savunuluyor. Niye sıra Kuzey ve Doğu Suriye’ye gelince, sanki oradaki Kürtler, oranın insanları Türkiye’de yabancı? Böyle yaklaşım gerçekten olmaz. Türkiye’nin Kürtleri sahiplenmesi gerekiyor. Kürtler orada bir öz yönetime sahip olacaksa, kendi diliyle, kimliğiyle, kültürüyle yaşamak istiyorsa Türkiye buna niye sahip çıkmıyor? Türkiye’de en önemli nüfus Kürt nüfusu değil mi Türklerden sonra? Türkiye’nin parçası değil mi? E o Kürtlerin akrabaları burada. Böyle mi yaklaşılır? Herhangi bir devlet kendi ülkesindeki vatandaşlarının akrabalarına böyle mi yaklaşır? Bunun izahatı yok. Kimse de buna cevap veremiyor. Niye böyle yapıyorlar? Kürtlerin hepsi öyle; sadece Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürtler ya da Türkiye’deki DEM Parti’ye oy veren Kürtler değil, bütün Kürtler; AKP’ye oy veren Kürtler bile akraba. Bunu anlamıyorlar.

Suriye’de kışkırtılarak istikrar sağlanmaz

Türkiye bunu niye yapıyor? Türk devletinin bu yaklaşımları doğru değil. Türkiye söylemiyor mu; “niye Gazze’de bu savaş oluyor, niye İsrail Lübnan’a saldırıyor? Niye İsrail bilmem şuraya buraya saldırıyor diye saldırıya karşı çıkıyor. Savaşa karşı çıkıyor, barış olsun diyor. Şimdi “böyle olursa oraya müdahale ederiz” diyorlar. Nasıl oluyor, bu nasıl bir mantık? Yani Türkiye orayı savaş ortamına mı çevirecek? Hani barışçıydı? Gazze’de, Lübnan’da barış istiyor, Suriye’de barış istiyor ama Kürtlere savaş istiyor.  Orada Kürtlerle Şam Hükümeti kendi sorunlarını çözebilir. Tartışırlar, çözerler. Suriye’nin iç sorunudur bu. Orada Kürtler bölünelim, parçalayalım, Suriye’yi parçalayalım demiyorlar ki! Böyle bir yaklaşım yok.

Birçok gücün eli içinde. Evet, farklı güçler de var. Sadece Türkiye değil, başka güçler de Suriye’nin içini karıştırıyorlar. Yani en doğrusu Suriye’de istikrarı sağlamaktır. İstikrar öyle sağlanmaz. Kışkırtılarak, kavga edilerek, Şam ile Kuzey ve Doğu Suriye yönetimi karşı karşıya getirilerek istikrar nasıl sağlanacak? Bu yönüyle Türk devleti politikasını değiştirmesi lazım. Sürekli baskı, tehditle adım attırmaya çalışıyor. Doğru bir yöntem değil. Kürtlere karşı hep bu yöntemi kullanması doğru değil. Türkiye’de de, Irak’ta da, İran’da da böyle. Bu, Kürt politikasına karşı bir şey. Yani olumsuz bir yaklaşım var.

Türkiye stratejik düşünemiyor

Özellikle Türkiye’de bir çatışmasızlık var, bir süreç var. Bu sürecin nereye evirileceğinin konuşulduğu bir dönemde, Suriye’de de, Kuzey ve Doğu Suriye’de de yaklaşımların değişmesi lazım. Türkiye’nin daha stratejik düşünmesi lazım. Türkiye stratejik düşünmüyor. Hep eski kaygı, Kürt kaygısı, bilmem ne kaygısı, bu kaygılarla yola çıkıyor; gerçekten stratejik, uzun vadeli düşünemiyor. Bu kısa vadeli yaklaşımlar da Türkiye’ye ne kadar yarar getirir; vallahi kuşkuludur.

Türkiye’de demokrasi mücadelesi birikimi mutlaka bir yol bulacak

İstanbul’da Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı gerçekleştirildi. Konferansı biz iyi gördük. Birçok kesim katıldı, Türkiye’deki demokrasi güçleri de katıldı. Yani demokrasiyle barış arasındaki bağlantı kurmaya çalışıldı. Yani sorunların çözümünün demokratikleşmeyle olacağı fikri Türkiye’de önemli bir düzeyde var. Bugün de aslında Türkiye’de sorunların demokratik temelinde çözülme eğilimi, birikim, potansiyeli var aslında. Fakat bastırılıyor, susturuluyor, töhmet altında bırakılıyor.

Ya da “beka”, “vatan-millet-Sakarya” denilerek… Sanki demokratikleşme Türkiye’yi bölecek. Türkiye demokratikleşirse, Kürtler haklarına kavuşsa Türkiye bilmem ne tehlikeyle karşı karşıya girecek gibi kaygılar nedeniyle Türkiye’nin bu olumlu birikimi açığa çıkmıyor aslında. Bu, Türkiye’nin bir gücüdür, olumlu birikimidir aslında. Türkiye’nin böyle bir gücü var, bu gücünü kullanmıyor. Türkiye, diyorlar ya yumuşak güç, şu güç, bu güç… Aslında Türkiye’nin bu yönde epey şeyi var. Ama tercih bu olmayınca; tercih bastırma, susturma olunca, tabii ki bu demokratik birikim, işte o konferansta görülen eğilim, açık gelişme, Türkiye’de çok etkili hale gelme fırsatı bulamıyor. Ama Türkiye’de öyle bir zemin var. Türkiye’de on yıllara dayalı, hatta yüz yıllık bir demokrasi mücadelesi, onun yarattığı birikim var. Yani bu birikim, Türkiye’de mutlaka bir yol bulacak. Bu yönüyle bu çalışmayı yapanları kutluyorum.

Sosyalizme, antikapitalist yaşama daha fazla ihtiyaç var

Önderliğin bir sosyalist anlayışı var. Önderliğin bütün yaşamı sosyalizm mücadelesi içinde geçti. 1970’lerde sosyalizmin en fazla tartışıldığı, sosyalizm mücadelesinin en fazla geliştiği, sosyalizm literatürünün en fazla gündem olduğu 70’ler dönemiydi. Bu dönemde Apocu Hareket, bizler de Kürt toplumu içinde sosyal düşüncelerin gelişmesinde büyük çaba gösterdik. Sadece düşünceyle değil, yaşamımızla, ilişkilerimizle sosyalizmi temsil etmeye çalıştık. Küçük burjuva yaşamdan, kapitalizmden etkilenen bir Hareket olmadık. Zaten Kürt yoksul hareketiyiz biz. Sosyalizmi o toplumsal zemine dayanarak da güçlü biçimde savunduk. Önderlik savundu; ben buna şahidim. Ben o zaman THKO sempatizanıydım.

Ankara’da ilk devrimci gençliğin gelişmesine öncülük yapan Önder Apo’dur. Daha 74’te af olmamıştı, eski devrimciler çıkmamıştı; Önder Apo öncülük yaptı. Bu biliniyor. ADYÖD’de devrimci gençliği toparladı. Neye karşı? Pasifizme karşı. 12 Mart’taki saldırıdan sonra böyle oportünistleşen, mücadeleden uzaklaşan sola eğilimlere karşı gerçek devrimci solu, devrimci demokratik solu, mücadeleci solu, sosyalizmi savunan bir Önderlik gerçeği oldu. Bunu Türkiye’deki herkes biliyor.

Önderliğin Marksizm’e yönelik, geçmişteki sosyalizme yönelik eleştirileri var. Yani 150 yıl önce Marx ve Engels’in ortaya koyduğu bir duruş var. Çok önemli, çok şey değiştirdi. Yeni bir düşünce akımı, yeni bir sosyoloji geliştirdi, kapitalizme karşı bir duruş ortaya koydu. Artısı var, eksisi var, yetersizliği var. Şöyle değil: 150 yıl geçmiş, sosyalizm zamanı geçmiş falan değil. Aksine kapitalizmin geldiği aşamada daha fazla sosyalizme, antikapitalist yaşama, antikapitalist duruşa ihtiyaç var.

Sosyalizmden kaçma, kapitalist sistem içinde erime var

Gerçekten insaf! Küçük burjuva eğilimler, yaklaşımlar… Önderliğin, Hareketimizin demokratik sosyalist anlayışına, sosyalizm anlayışına karşı kendine göre şeyler söyleniyor. İyidir; sosyalizme sahip çıkılsın, Marx’a sahip çıkılsın. Çıkılabilir, tartışılsın; bizin buna bir diyeceğimiz yok. Ama biz bir devrimci hareketiz, sosyalist hareketiz; eleştirilerimiz olur. Biz dogmatik miyiz, hiç değişmeyecek miyiz yani? Değişmeyecek derken sosyalizmden vazgeçme, geriye çekme değil; sosyalizmi daha doğru temsil etme, kapitalizm içinde erimeme…

Devletçi sosyalizm ya! Önderlik, Hareketimiz sosyalizmi devletle yan yana getirmiyor. “İktidarla sosyalizm olmaz” diyor. “Sosyalizm demokrasiyle olur, demokratik toplumla olur” diyor. Temel tez bu. “Kadın özgürlüğüyle olur bu” diyor. “Endüstriyalizmle olmaz” diyor. Endüstriyalizmi överek…

Gerçekten reel sosyalizm övdü. Bu endüstriyalizm şimdi doğayı, her şeyi tüketiyor, bitiriyor. Ama reel sosyalizm döneminde, Sovyetler döneminde endüstriyalizmi övmek sosyalizmin bir özelliğiydi.

Bu yönüyle gerçekten sosyalizme sahip çıkılsın. Evet, biz istiyoruz ki daha fazla sosyalizme sahip çıkılsın. Çünkü sosyalizmden kaçma var, kapitalist sistem içinde erime var, küçük burjuva yaşama anlayışları var; bunları bırakmak lazım. Gerçek anlamda toplumcu olmak, sosyalist olmak, komünal yaşamak lazım. Ama Önderliğin yaptığı eleştirileri de anlamak lazım. Eleştirilebilir yani. Önderlik, bir teori ortaya koyuyor. Bir süre sonra belki bu tahlilde eksiklikler olacak. Eleştiriler olur, öz eleştiri olur. Biz kendimize öz eleştiri veririz ama anlamak lazım.

Bir diğer şey de; biraz ahlaki, vicdanlı olmak lazım. Önderlik zindanda yani. Böyle açık bir tartışmayı yürütemiyor. O koşullarda bazı düşüncelerini zar zor iletiyor. Evet, biz bütün sol kesimlerle, sosyalistlerle, sosyalist akımlarla derin bir tartışmaya hazırız. Tartışmalıyız. Tartışma kötü bir şey değil. Yok, “150 yılda şu söylenmiş”; o doğru. Uyarıyla doğru olmaz heval! Değişebilir, değiştirebiliriz. Bunu niçin değiştirebiliriz? Daha etkili mücadele etmek için, kapitalizm içinde erimemek için. Önderliğin en önemli tezi; kapitalizmin içinde erimemek. Yani iyi bir antikapitalist olmak, erimemek. Sosyalizmin doğru temsili olmak.

Şu ayrı: Bizim yaptığımız eleştirileri, Önderliğin bazı eleştirilerini doğru bulmayabilirler. Ama tartışmak ayrı bir konu. Önderlik Marx’ın bazı şeylerini eleştirdi diye böyle saldıran yaklaşımlar doğru değil. O, sosyalist yaklaşım değildir. O bakımdan bazı yaklaşımlar öyle Marx’a sahip çıkıldığından değil yani.  Nasıl? Çok kuru. Yani bir eleştiri, öz eleştiri, bir düşünce tartışması değil de sadece karalamak, kötülemek içindir.

Derler ya, aynı köyden peygamber çıkmazmış. Bir Kürt, Marx’ı eleştiriyor! Bir Kürt’ün, bir Orta Doğulunun bir Avrupalının düşüncesini, bazı şeylerini eleştirmesi olur mu?!! Böyle bir yaklaşım var. Bence bu tür yüzeysel yaklaşımların bırakılması lazım. Elbette eleştiri olabilir, bazı eleştiriler kabul edilmeyebilir, şu anda anlaşılmayabilir. Olabilir, tartışabiliriz. Karşılıklı tartışmalarla biz de düşüncelerimizi koyabiliriz. Diğer sosyalist dostlar da herkes de düşüncelerini ortaya koyabilirler.

Kaynak: ANF

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Gaxan demokratik toplum ve barış şiarıyla düzenlenecek

Sonraki Haber

Koruma tedbiri ‘kelepçe yetersiz’ denilerek uygulanmıyor!

Sonraki Haber

Koruma tedbiri 'kelepçe yetersiz' denilerek uygulanmıyor!

SON HABERLER

Mansur Yavaş hakkında soruşturma izni talep edildi

Yazar: Nazlı Buket Yazıcı
26 Aralık 2025

11 ilde bazı ormanlar arsa oldu

Yazar: Heval Elçi
26 Aralık 2025

Küresel ısınma leyleklerin göç alışkanlığını değiştirdi

Yazar: Bedri Adanır
26 Aralık 2025

ÖHD’den mitinge çağrı: ‘Umut ilkesi’ni savunmak barışı savunmaktır

Yazar: Nazlı Buket Yazıcı
26 Aralık 2025

Türkiye’de gelir eşitsizliği derinleşiyor

Yazar: Heval Elçi
26 Aralık 2025

Sümeyye Durgun cinayetinde bir gözaltı

Yazar: Nazlı Buket Yazıcı
26 Aralık 2025

Tarım Bakanlığı 34 hileli gıdayı açıkladı

Yazar: Heval Elçi
26 Aralık 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2025
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır