Yakın tarih ve günümüz gelişmelerine bakıldığında bilineceği gibi tüm Ortadoğu’da olduğu gibi Kürdistan coğrafyası da birçok devrimsel olaya, birçok önemli tarihsel gelişmeye sahne olmuştur
Sümeyye Boz
Antropolojinin, arkeolojinin, sanatın, mimarinin, sosyolojinin ne denli mühim olduğunu, Kürdistan’da artık sadece yakın değil eski tarih çalışmalarının ne kadar elzem olduğunu Girê Mirazan (Göbeklitepe) ve Girê Keçel (Karahantepe) araştırmalarında ortaya çıkan buluntular bir kez daha göstermektedir. Hem tarihin hem de arkeoloji ve antropolojinin ezberlerini bozan ve yeni bakış açılarıyla yeniden yorumlama ihtiyacını ortaya çıkaran gelişmeler ışığında okumak gerekliliğinin farkındayızdır. Ve bunu yaparken de antropolojinin holistik bir bilim olduğu gerçeğini akılda tutmak önemlidir. Yani elzemliğine kanaat getirdiğimiz her şey; arkeolojinin, sanatın, tarihin, sosyoloji ve kültürün, dilin ve dinin de bu bütüncül yaklaşımın parçası olma zorunluluğudur. Ve bu parçaların her biri “insan” ürünüdür. Zira insan, maddi kültür kalıntılarının yaratıcısıdır. İşte tam bu noktada, insanı bir bütün olarak ele alan antropolojinin gerekliliği de önemi de açığa çıkmış oluyor.
Kürtler ve tarih sayfaları
Yakın tarih ve günümüz gelişmelerine bakıldığında bilineceği gibi tüm Ortadoğu’da olduğu gibi Kürdistan coğrafyası da birçok devrimsel olaya, birçok önemli tarihsel gelişmeye sahne olmuştur. Bir başka deyişle Verimli Hilal’de yer alan Kürdistan coğrafyası, önemli tarihi gelişmelerin yaşandığı bir merkez olma özelliği taşıyorken, Kürt halkının bu devrimsel gelişmelerden uzak, azade veya katkı sunmamış olması mümkün olmamakla birlikte hayatın olağan akışına aykırı bir gerçeklik barındıracağı kanaatindeyim. Ama maalesef Kürtler, egemen uluslar tarafından şekillendirilen, onlar tarafından kaleme alınmış tarihin sayfaları arasında kaybedilmiş durumdalar. Dünya ve Türkiye örneklerinde rastlanan ulus yaratım süreçlerinde de tarihe hegemonik güçlerin perspektifinden bakan ve tarihteki hegemonik devletleri de üstün medeniyetler olarak işaret eden ve kodlarla hareket eden ve hatta olumlayan bilgi üretimine karşı yeni bir refleks gerekliliği ortadadır. Görülmeyeni ve görülmek istenmeyeni ortaya çıkarmak, görünür kılmaya çalışmak. Yok sayılan, inkâr edilen, çarpıtılan ve tarihten silinen ve silinmeye çalışılan halkların tarih yazımına dair girişimlerde bulunmak bir alternatif olabilir. Bu alternatifi güçlendirmek oldukça önemli olduğu gibi arkeoloji ve antropolojinin -daha öncelerde egemenler tarafından yapıldığı gibi- araçsallaştırması sorununa da işaret etmektedir. Zira bu araçsallaştırma misyonu bu coğrafyada yaşayan farklı kültür ve inançların maddi manevi yaratımlarına verdiği zararlar ile ilişkilendirilebilir. Bu tahribatların birçok yönü Türkiye coğrafyasında da deneyimlendi. Bu tahribat kendisini farklı kültür ya da toplumların üretimi olan maddi kültür kalıntılarının ve varlıklarının, egemen olana mal edilmesi ile kendisini gösterirken bazen de söze bahis maddi kültür kalıntılarının, varlıklarının ve eserlerinin tahrip edilmesi, yok sayılması şeklinde kendini göstermiştir. Bu yok etme gafletine en yakın ve somut örneğini IŞİD’in antik kent Palmira’da bulunan Bel Tapınağı’nı ve Irak’ta bulunan Nemrud antik kentinin yıkımında görebiliriz. Kürt direnişinin ve hafızasının mekânı olarak tahrip edilen mezarlıklarda, üzerine TOKİ yapıları kondurulan Ermeni mezarlıklarında da görebiliriz. Sayısı daha fazla olan ve bu türden, egemenler ve egemen olma ülküsü ile her türlü yıkımı mubah sayanların gerçekleştirdiği tahribatlar… Kürtler de dezenformasyon ve asimilasyon çabalarının yarattığı zararlardan oldukça yoğun etkilenmişlerdir. Bu nedenle klasik basit bir tepkisellikten öteye bir bilinçle yaklaşılmayı zorunlu kılmaktadır.
Politik arkeoloji
Dünyada ve Türkiye’de hatırda tutulması gereken ya da yeniden hatırlanması gereken önemli bir husus var ki o da diğer sosyal bilimlerde olduğu gibi arkeoloji ve antropolojinin de doğası gereği politik olduğudur. Ve bu politik varoluş; ulus devletlerin mitlerinin yaratılmasında önemli bir rol oynamıştır. Yaratılmak istenen ulus devlet argümanları altında Kürtlerin; görünür olamama durumunu mümkün olduğunca saha çalışmalarının kazandırdığı verilerle destekleyerek hem keskin bilimsellik hem de tepkisel milliyetçilik tuzağına düşmeden görünür hale getirmek, yeni dönemin değişim ve dönüşüm ruhuna uygun bir alan yaratımı olabilir. Bu dönem ve dönüşüm ruhu çerçevesinden baktığımızda da demokratik modernite anlayışı etrafında şekillenen, belirli bir coğrafyada yaşamış sadece bir halkın değil; ancak halkların geçmişine dair tutum almak daha doğru olacaktır. Bu bağlamda sadece Kürtler değil, aynı coğrafyayı paylaşan Süryaniler, Araplar, Ermeniler, Keldaniler vs de bu tarihi paylaşan aktörler olmak durumundadır. Kürt antropolojisinin, diğer sosyal bilimlerden ve fen bilimlerinden bağını, ilişkisini koparmadan, ama ayrı bir kategoride daha özgün ve kapsamlı bir başlık olarak ele alınmasının gerekliliği üzerinde de durmak yerinde olacaktır. Kürt antropolojisi, arkeolojisi çalışmalarına başlanmasının ortaya çıkaracağı diğer ihtiyaçlar da olacaktır. Metodolojik, terminolojik çalışmalar ve teknik anlamda ortaya konulması gereken çalışma yöntemleri ve çözüm önerilerini tartışmayı mümkün kılan alanlar yaratmanın elzemliği bunlardan bazılarıdır.
Bu bakımdan antropolojinin, arkeolojinin ve tarihin de toplumsal bir bakış açısıyla tekrar ele alınması gerekmektedir. Zira dünyada ve bu ülkede de arkeoloji genelde kapitalist anlayışla değerlendirilirken, antropoloji Anglosakson yaklaşımın etkisinde geliştirilmiştir. Öyle ki Türkiye’de kurulan Antropoloji Enstitüsü’nün kuruluş gerekçeleri bu niyeti beyan etmektedir. Dolayısıyla, sosyal bilimleri iktidarların ve egemenlerin çıkarlarının aracı olmaktan kurtarmak, diğer ezilmiş, yok sayılmış kadim Kurdistan halklarını da görünür kılacaktır. Ve halkların sosyal tarih çalışması, her buluntunun ait olduğu kültür ve inanca dair emareleri görünür kılarak bu hakkı onlara teslim etme bakımından mühimdir. Topyekun halklara dair araştırmalar yapmak, kadim Kürdistan halklarını; bilimsel olmayan, sığ milliyetçi bakış açısından uzaklaştıran bir bakış açısıyla yeniden yorumlamayı gerekli kılar.
Şimdiye kadar antropoloji, arkeoloji ve tarih, egemenler tarafından ulus devlet aklıyla hareket ederek ulus oluşturma/yaratma projeleri kapsamında muazzam bir araç olarak kullanıldı. Bu ulus yaratım alanlarının karşısına bir alternatif yaratımına ihtiyaçtan söz ettik. Özet olarak; statüsü olsun ya da olmasın, herhangi bir coğrafyada yaşayan veya yaşamış olan toplumların, halkların ve kültürlerin tarih boyunca ortaya koyduğu maddi kalıntıların tespitinin; objektif, tüm baskı unsurlarından sıyrılan bir yaklaşımla yeniden değerlendirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Devletsiz halkları ve toplumları, Verimli Hilal’de yaşamış bütün halkları ve bütün kültürleri, bugünkü Kürdistan’ı yaratan ortak kültürlerin toplamı olarak gören Demokratik Modernite/Demokratik Toplum anlayışı; bu ihtiyacı öne çıkarmaktadır. Demokratik toplumun ana esaslarından olan demokratik entegrasyonun sıklıkla konuşulduğu şu dönemde, tekil özellikleri ve öznel yaklaşımları, bir halkı halk yapan temel nitelikleri yitirmeden, demokratik toplumun tarihsel boyutunu anlamlandırmak; Kürt tarihi, Kürt antropolojisi ve arkeolojisini yeniden okumayı ve bunu Kürt aklıyla yeniden yorumlamayı gerekli kılmaktadır. Bu yönüyle doğası gereği politik olduğunu belirttiğimiz ve devletlerin kendi mitlerinin yaratımında kullandığı bu alanların demokratikleştirilmesi, her varoluşun hakikatini tanıyan ve o hakikati muhatabına teslim eden bu alanlara dair çalışmaların hızlandırılması ve bir arşiv yaratılması sadece politik bir görev değil aynı zamanda tarihsel sorumluluktur.
Uzak tarihe bakıldığında; doğada olduğu gibi kültürlerde de gördüğümüz çeşitliliğin büyük bölümü farklı çevre ve koşullara uyarlanmayı yansıtmaktadır. İnsanlar yalnızca çevreleriyle belirlenmekle kalmazlar, onu yaratıcı bir biçimde kullanırlar. Hominid tarihi açımlanırken toplumsal ve kültürel uyarlanma araçları artan bir önem kazanmıştır. İnsanlar bu süreçte zaman ve mekân içinde yerleştikleri çevre ve toplumsal sistemlerle (yerel, bölgesel, ulusal ve küresel) baş edebilmede çeşitli yollar geliştirmişlerdir. Geliştirilen bu yollar birer kültürel ürün halini almış ve doğduğu kültür için bir kimlik niteliği kazanmıştır. Bu sebeple yapılan kazı ve araştırmalarda karşılaşılan verilerin tek bir kültüre, etnik kökene gönderme yaptığı gafletine düşmemek için, farklı bölgelerdeki kültürlerin, egemen kültürün belli başlı birtakım özelliğini taşıdığı ihtimalini kabul ederek, o kültürde tikel olan başka bir özelliğin de hakkını teslim etmek ve bunu yeniden ve doğru yorumlamak gerekir. Benzer çevrelerde farklı kültürel adaptasyonlar, farklı kültürler arasında da benzer adaptasyonlar görülebilir. Ve bunlar mimariye, seramiğe, taş aletlere ve sanata yansıyabilir. İnsanlar birbirinden habersiz, benzer sorunlara benzer çözümler üretebilirler ve bu her zaman iki kültür arasında bir şekilde doğrudan bir ilişki olduğuna anlamına da gelmez. Topluluklar, farklı mekân ve zamanlarda aynı ihtiyaca benzer çözümler geliştirebilirler.
Bahsettiğimiz çevresel uyarlanmalar genel anlamda belirgin özellikler taşırken aynı zamanda yerelde, tekilde daha özel ayrıntılar taşır. Bu ayrıntılar geneli tekil olandan ayırt edebilmede büyük önem arz eder. Çünkü kimi biyolojik, psikolojik, toplumsal ve kültürel özellikler evrenseldir, bazıları genelleşmiştir, bazıları ise tikeldir, paylaşılamazlar.
Bilimsel ortaklık ve tutarlılık
Antropolojinin önemi sadece kültürlerin benzerlik ve ayrılıklarını tanımlamaktan ibaret değildir elbette. Bu anabilim dalına bağlı diğer bilimler yaşayan, nesli tükenmiş insan ve insanımsıların sosyal, biyolojik ve kültürel hatta siyasal analizlerinin yapılmasında, incelenen topluluğun genel yapısını anlamada etkili olmasından gelmektedir. Aletlerde (taş, kemik, seramik vb.) karşımıza çıkan değişik teknolojik özellikler, bir kültürel ilerlemeden çok, bizde başka sorular uyandırmalıdır. Değişen ekoloji-ekonomi ilişkileri, farklı hayvan türleri üzerinde avlanma, değişik bitki türlerinin tarımı, popülasyon sayısı gibi. Zira hiçbir kültür diğerine oranla gelişmiş ya da ilkel olarak düşünülmemelidir. Bu yönüyle her kültürün kendine özgü yapısı ve yaşadığı doğal ortamla sıkı ilişkileri vardır.
Bu nedenle değerlendirmeler yaparken ve yorumlamalarda bulunurken diğer bilim ve disiplinlerle ortaklaşmak, elde edeceğimiz sonuçların tutarlılığına ve haklılığına ciddi katkılar sağlayacaktır.
Bu yüzden Kürdistan’da eski tarih çalışmaları bir gerekliliktir. Bu gerekliliğe cevap olabilecek yerel yönetimler bünyesinde birtakım sempozyum ve çalıştaylarla, nasıl bir ihtiyacın bulunduğu, hangi metodolojiyle hareket etmek gerektiği sorularına cevap arayarak bir ihtiyaç analizi yapılabilir. Bunun akabinde oluşacak komisyon ve çalışma ekipleri ve akademilerle kapsayıcı bir çalışmanın startı verilebilir. Daha önce DTK bünyesinde oluşturulan içerisinde benim de olduğum Kürdistan Tarihi, Arkeolojisi ve Antropolojisi çalışma ekibi bu misyonla bir başlangıç yapmıştı. Ancak Sur olaylarının başlangıcı ile bu çalışma sekteye uğradı ve ne yazık ki bugüne büyük katkısı olacağına inandığım verilerin oluşması, birikmesi ve taşınması mümkün olamadı. Yarım kalan bu gereklilik içerisine Kürdistan’da yaşayan halklar, onların toplumsal yapısı, paleodemografik özellikleri, kültürel özellikleri, kültürlerin birbiri ile benzeyen ve farklılaşan özellikleri, yönetim biçimleri, yönetim sistemleri içerisindeki cinsiyet rolleri, sosyal organizasyonları, iş bölümü ve bu iş bölümlerinin cinsiyetler arası farklılığı gibi toplumun genel yapısını anlatacak; toplumu bir bütün olarak anlamamızı sağlayacak her türden bilgiye ulaşma ihtiyacı girmektedir. Ve bu bilgilere ulaşmada antropolojinin önemi kaçınılmazdır. Bu bakımdan bu çalışmaları Kürt aklının aydınlatma, yorumlama, değerlendirme ve eyleme dökme kapasitesinin bir boyutu olarak değerlendirmek gereklidir. Kürtlerin tarih boyunca eksik bıraktığı “ortak akıl” konusu; yeni dönemin antropolojik eleştirisi ile ulus devletçi yaklaşımın alternatifi olarak “demokratik toplum” perspektifine geçiş için elverişli alanlar yaratabilir. Çünkü tüm bunlar Kürtlerin yerel-komünal yapısını öne çıkararak ulus-devlet modelinin Kürtler için mevcut koşullarda demokratik-ulus kadar yeni dönem yapısı ve ihtiyacına cevap olamayacağını destekler argümanlar sağlayabilir.









