Eğer bir hareket halkın gündemini yapay ya da o anda gündem dışı etkili bir gündem konusuna karşı merkezde tutamıyorsa, halkın gündemini yeterli güçte, ikna edici bir nitelikte savunamıyor demektir.
Örneğin şu günlerde CHP medyası “magazinel gündem yüzünden bir türlü kendi gündemimizi konuşamıyoruz” diye yakınıyor. CHP’nin gündemi nedir? Konuşmacılara bakılırsa CHP’nin gündemi “asgari ücret ve emekli maaşlarıdır.” CHP’li sözcüler ve onların medyası aralıksız biçimde bu ücret ve maaşların “açlık sınırı altında” olmasına şiddetle itiraz ediyorlar. İyi de yüksek maaşlı milletvekillerinin ve medya mensuplarının bu itirazlarından çok daha fazla itirazları asgari ücretliler ve emekliler evlerinde, sokaklarda, kahvelerde, parklarda onlardan çok daha inandırıcı bir şekilde yapıyor. Çünkü açlık sınırının altında olduklarını onlara grafiklerle, rakamlarla, sokak röportajlarıyla anlatmanın hiçbir anlamı yok. Yaşayan ne yaşadığını onlardan çok daha iyi hisseder ve bilir.
Demek ki, CHP’nin gündemi gerçekte gündemsizliktir. Öyle olunca açlık sınırının altındaki işçi ve emekli, onların genç çocukları gündem olmayan gündem yerine, pompalanan “magazinel gündeme takılıyor.” Böyle olunca da “kendi gündemimizi konuşamıyoruz” diyen CHP’li medya, bir bakıyorsunuz “magazinel gündemin” peşine takılmış, falanca genel yayın yönetmenini ya da filanca kadın sunucuyu, uyuşturucu ve seks partilerini vs. konuşuyor.
Böyle olur.
İyi de, “gündem olmayan gündemlerini” korumak için, gazetelerinde ve ekranlarında yer verdikleri “magazinel gündemi” vermeme kararı alsalar ne olur? Gazetelerinin tirajı ve TV’lerinin reytingi dibe vurur.
Demek ki çözüm kendi gündemini doğru saptamak, bu da yetmez, doğru saptanan gündemi yaratıcı çabalarla, güçlü ve ikna edici argümanlarla, okurlara ve izleyicilere sunmak.
Dilimin döndüğü kadar anlatayım. Gündem asgari ücret ve emekli maaşları değildir. “İktidarımızda ücret şu kadar, maaş bu kadar olacak” vaadi de gündemin çözüm anahtarı olamaz. Ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan bir seçime kadar açlık sınırı altında olan insanlara yapılan böyle bir vaat, “ölme karakaçanım ölme yaz gelecek, yonca bitecek, karnın doyacak” demenin ötesinde etki yapmaz.
Gündem “çözüm sürecidir.”
Asgari ücretli ve emekli Türklerle, asgari ücretli ve emekli Kürtleri tek “çözüm süreci cephesinde” birleştirmektir. Çözüm sürecinin amaca ulaşmasıyla bu iki halkın emekçilerinin neler kazanacağını, sürecin başarısızlığa uğramasıyla neler kaybedeceğini, her iki halktan emekçinin “sinir uçlarına” dokunacak bir etkililikte anlatmaktır. Çok değil çözüm sürecinin kaderi birkaç ay içinde, bilemediniz yarım yıl içinde belirlenecektir. TBMM Başkanı Kurtulmuş, Türkiye halklarının karşı karşıya bulunduğu tehlikeye değinerek “zaman daralıyor” demiştir.
Türk emekçilerinin de, Kürt emekçilerinin de anavatanları kuşatılmıştır. Türkiye’nin ve Kürdistan’ın kaderi hiçbir zaman olmadık ölçüde ortaklaşmıştır. Her iki halk için “kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” denilen zamandayız. Bu kuşatmadan birlikte çıkamazsak, CHP de iktidara gelse ne asgari ücretler, ne de emekli maaşları bir kuruş artmayacaktır. Artmak bir yana, çözüm süreci yıkıma uğradığı durumda, öyle kaotik bir durum ortaya çıkacaktır ki, devlet ve patronlar asgari ücreti de emekli maaşlarını da ödeyemeyecektir. Asgari ücretli ve emekliye dayanışmada bulunan ailenin gençleri işlerinden olacaktır. O zaman seçimden de hayır gelmeyecektir. Ülke seçimli otokrasiden seçimsiz diktatörlüğe geçecektir. CHP bu gerçeği halka, eğer halkı kandırmayacaksa açıkça söylemelidir.
Türkiye’nin ve Kürdistan’ın etrafı ABD ve İsrail tarafından kuşatılmıştır. Kuşatılan Türk devleti tarihinin en ağır çok yönlü krizleriyle çöküntü halindedir. Sonuç vermeyen AKP-CHP iktidar savaşlarına, CHP ve AKP’nin içindeki bitmez tükenmez “hizip kavgalarına” ve mafya çetelerinin hem devletle danışıklı dövüşlere ve hem de kendi aralarındaki kanlı savaşlara, bir de çözüm sürecinin yıkımı sonrasında Türk-Kürt savaşları eklenirse, bunların sonucunda devletin içindeki farklı çıkar çevrelerinin uzantısı asker-sivil bürokrat fraksiyonlar birbirleriyle kavgaya kaçınılmazlıkla sürüklenirse, Türkiye ve Kürdistan kendi içlerine çöker. Bu enkazın üstünde hangi partinin bayrağı yükselirse yükselsin buradan sadece hegemon küresel emperyalizme tam bir teslimiyet çıkar. Bunun sonucu emperyalist planların gereği olarak Türk ordusunun İran’la savaşa sürüklenmesidir.
CHP gündemini böyle belirlediği zaman atacağı ilk adım içindeki çözüm karşıtı unsurlardan kurtulmak ve mücadelesinin sivri ucunu Zafer Partisi ve İyi Parti gibi faşizan unsurlara çevirmek, DEM Parti’yle birlikte AKP’nin süreci “demokratikleşme” dışına düşürme ve daraltma politikasına karşı birleşerek muhalefet etmek, DEM Parti’nin desteği ile AKP’yi CHP’ye karışı yürüttüğü iktidar savaşından geri çekilmeye zorlamaktır.
“Seçmen tabanımız buna razı olmaz” diyen CHP’liye, MHP bile seçmen tabanının geçici daralmasını göze almışken, “ulusalcı ve yurtsever” olan CHP böyle muhtemel bir geçici daralmayı göze neden almıyor diye sorabiliriz. Seçimden çok önce, belki birkaç ay, taş çatlasın altı ay sürecek bu mücadelenin sonunda çözüm süreci başarıya ulaşırsa hem ülke krizden kurtulur, hem CHP’nin de seçmen tabanı büyür, eğer bir başarısızlık söz konusu olursa, bunun sorumluluğu faşist unsurların ve iktidarın sırtına yüklenir ve oluşacak kaosta belki ayakta kalan CHP ve DEM Parti, diğer sosyalist güçler, özgürlükçü İslamcı çevreler meydana gelecek krizden bir çıkış yolu bulabilir.
Demek ki, “magazinel gündem gündemimizi konuşmayı engelliyor” diye yakınmak yerine, ülkenin gerçek gündemine odaklanmak gerekir.









