Dış tehditlerle başa çıkabilmenin yolunun iç barışı sağlamak olduğunu belirten Tuncer Bakırhan, ‘Komisyon pozitif barışa geçişi sağlayacak düzenlemelerin mutfağı olmakla mükelleftir. Demokratikleşme ve hukukun tesisini sağlayacak adımlar atılmalı’ dedi
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, başta Barış ve Demokratik Toplum Süreci olmak üzere 2025 yılındaki politik gelişmelere ilişkin Mezopotamya Ajansı’ndan Mehmet Aslan’a konuştu.
Tuncer Bakırhan, Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin bir yılın değerlendirirken şunları belirti: “Barış ve Demokratik Toplum Süreci, büyük bir şiddet ve baskıyla geçen uzun yılların ardından bir kez daha barışı hayal etmeyi, demokratik bir yaşam için çaba göstermeyi en güçlü şekilde mümkün kıldı. Bu yönüyle hem siyasetin motivasyonunu değiştirdi hem de insanların yaşamını yitirmediği ve silahların konuşmadığı bir dönem ortaya çıkararak sorunları müzakere ve diyaloga dayalı şekilde çözebileceğimize dair büyük bir ümit yarattı. Bu bir yılda Sayın Abdullah Öcalan’ın siyasi iradesi ve Kürt Siyasi Hareketi’nin kararlı adımlarıyla önemli bir yol alındı. Negatif barış denen silahlı çatışmaların durması ve bu çatışmalara zemin hazırlayabilecek durumların ortadan kaldırılması aşaması tamamlandı. Şimdi sıra başta iktidar ve Meclis olmak üzere tüm siyaset kurumunda, sivil toplum mücadelesinde, toplumun barış ve demokrasi talebini güçlü şekilde ifade edecek yol ve yöntemleri bulmasında. Bunlar bulundukça önümüzdeki yıl, geçen yıl gösterilen siyasi iradenin ve atılan cesur adımların barışla taçlanması mümkün olacaktır.”
Risk alanları
Sürece dair Kürt tarafının attığı adımları sıralayan Tuncer Bakırhan, devletin sürecin önünü açmak için gerekli olan adımları atmakta ağır davrandığının altını çizerek şunları söyledi: “Devletin adımlarının gecikmesi, görebildiğimiz kadarıyla iki risk alanı üretiyor. İlki, toplumda doğal olarak ‘yine mi oyalama?’ duygusu gelişiyor; ikincisi ve daha önemlisi de sahada provokasyonlara açık alanlar hazırlıyor. Siyaset doğa gibidir, boşluk kabul etmez; yasal adımlarla doldurulmayan her boşluk, provokasyonlara açık hale gelebilir. Gecikmeler oldukça barış karşıtlarının sözü artıyor.
Meclis inisiyatif alarak yasa kısmına geçmeli
Fakat burada şunu belirtmeme müsaade edin: ‘Haydi, hemen olsun’ durumunu kastetmiyorum. Böylesi süreçlerde her zaman aralığının ihtiyaç duyduğu adımlar var; onlar gecikirse, sonraya ertelenirse fayda vermiyor. Bu nedenle sürdürülebilirliğin anahtarı, güveni büyüten küçük jestler veya sözler değil; yasal ve kurumsal garantilerdir, somut adımlardır. Biz başından beri “olmazsa olmaz” üzerinden gitmedik. Hangi zamanda nelerin yapılması gerekir, ne yapılırsa yol açılır üzerinden baktık ve buna göre de yapılması gerekenleri tarif ediyoruz. Yasa değişikliği gerektirmeyen birçok düzenleme var. Kısa vadede yapılabilecekler var ve biz bunlar nefes aldırır dedik. Mesela kayyım rejiminin bitmesi; ifade, örgütlenme ve siyaset yapma özgürlüğünün sağlanması, yargı güvencesi ve infaz eşitliğinin olması, hasta tutsakların bırakılması. Aynı şekilde Meclis’in inisiyatif alarak hızlıca ortak rapor üzerinden yasa kısmına geçmesi. Yine Sayın Öcalan’ın özgür iletişim, özgür çalışma ve özgür yaşam şartlarının olması. Bunlar ilk etapta hızlıca yapılabilir şeylerdir.”
CHP’nin tutumum
Tuncer Bakırhan, CHP’nin sürecin başında temkinli bir destek verdiğini ancak ikinci aşamada patinaj yapmaya başladığın belirterek, CHP’nin tutumu süreç açısından önemini şu sözlerle belirti: “ CHP, Ekim 2024’te başlayan sürecin ilk aşamasında temkinli bir destek verdi. Yani ne tam karşı, ne tam içinde… Sanki bir köprünün ortasında durarak iki yakayı da izleyen bir gözlemci gibiydi. Özellikle Sayın Özel’in ilk aşamadaki söylem ve katkıları oldukça pozitifti ve hepimizi umutlandırdı. 19 Mart operasyonlarından sonra ise nötr bir belirsizliğe gömüldü. Sanki sahnede durduğu yerden ne olup bittiğini anlamaya çalışan, seyirci ile oyun arasında kalmış bir aktör gibi. İlk aşama büyük ölçüde devlet-PKK-Öcalan üçgeninde cereyan ettiği için siyasetin dâhili henüz belirgin değildi. Ancak süreç ikinci aşamaya geçtiğinde, top artık siyaset kurumunun sahasına yuvarlandı. Bu aşamada söylenen her kelimenin, atılan ya da atılmayan her adımın etki gücü ilk aşama gibi olmayacaktı. Ki öyle oldu. Bu durum bütün partiler için geçerli. Hatanın maliyetinin ağır olacağı bir aşamaya geçtik.
Tarih dışı kalmak da siyasetin doğasına aykırıdır
CHP, maalesef bu ikinci aşamayı patinaj yaparak başladı. İmralı komisyonuna üye vermeme kararı ilk kırılma noktasıydı. Bu, sadece bir ‘hayır’ değil, tarihi bir tercihti. Özgür Özel’in kongrede DEM Parti ve Kürtlere yönelik ‘Stockholm sendromu’ söylemi de bir duygu kırılması yarattı. Sayın Özel’in daha sonra bunu düzelten açıklamalarını tabii ki önemsiyorum. Üçüncü kırılma noktası maalesef Meclis’e sunulan rapor oldu. Cumhuriyetin kurucu partisi, aynı zamanda sorunun ortaya çıkışında tarihsel sorumluluğu olan, kendi içinde demokratik eğilimleri barındıran bir partinin daha cesur bir tutum almasını bekliyoruz. 1989’daki raporun bile çok gerisine düşen bir yerde olmak düşündürücüdür. Naçizane önerim şudur; CHP, iktidar karşıtlığının süreç karşıtlığına dönüşmemesine dikkat etmeli. İktidara karşı sonsuz muhalefet en doğal hakkıdır ama süreç konusunda müşterekleri arttırmaya odaklanabilmeliyiz. Süreç dışında kalan, tarih dışında kalır. Tarih dışı kalmak da siyasetin doğasına aykırıdır.”
Yerel demokrasinin önemi
Partisinin rapor önerilerini özetleyen Tuncer Bakırhan, bu konuda yerel demokrasiyi güçlendirmenin altını çiziyor ve şunları ekliyor: “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı gibi başlıkların içeriği ve ne dediği bellidir. Yerel demokrasiye katkıdır. Burada bir kaygıya gerek yoktur. Çünkü Türkiye’nin normalleşmesi açısından yerel demokrasiyi güçlendirmeden kalıcı barışı kurmamız zordur. Biz bu önerileri ‘maksimalist talep’ değil, istikrarın kurumsal temeli olarak gördüğümüz için işaret ediyoruz. Bu iyi anlaşılmalıdır ve manipüle edilecek bir konu değildir. Eğer rapor yalnızca AKP-MHP güvenlik perspektifine sıkışırsa, iki şey olur; süreç kısa vadede yönetilir ama uzun vadede meşruiyet kaybeder. İkincisi de Kürt toplumunda ‘eşitlik’ beklentisi karşılanmadığı için toplumsal enerji yeniden gerilim üretir. Bizim tutumumuz; Meclis zeminini terk etmek değil, daha güçlü savunmaktır. Toplumu, sivil alanı, meslek örgütlerini, kadın ve gençlik hareketlerini, sürecin demokratik içeriği için daha fazla seferber etme derdimiz bununla ilintilidir. Çünkü barış, ancak toplumun rızası ile korunur ve büyür.”
ANKARA









