31 Mart’ta gerçekleşecek yerel yönetim seçimleri sıradan rutin seçimleri aşmış durumda. Türkiye’nin kaderini belirlemede rol oynayacak gibi. Mevcut AKP-MHP iktidarı açısından bir güven oylaması niteliğinden de öte, iktidarda kalıp kalmama meselesi.
‘Devletin bekası tehlikede’ dedikleri şey de bu. Seçimin nabzını tuttuğumuzda, AKP-MHP açısından ciddi bir beka sorunu olduğu doğru. Çünkü Türkiye’nin en önemli büyük şehirlerinin AKP-MHP tarafından kaybedildiği anketlerce de doğrulanmakta. Bu da önümüzde bir erken seçimin olduğunun habercisi. Bu durumu herkesten önce gören Erdoğan, “anket şirketlerine güvenmiyorum” diyerek kaybetme algısının önüne geçmek istedi. Ama birçok AKP’li Türkiye’de var olan 30 büyükşehrin yarısından fazlasını kaybettiklerini büyük bir sesle dillendirmekten vazgeçmedi.
Özellikle AKP’yi İstanbul getirdi, İstanbul götürecek tespitleri hayli fazla. Bu durum İçişleri Bakanlığınca zapturapt altına alınan sosyal medyaya yansımışsa da esas olarak kulislerde çok ciddi bir biçimde tartışılmakta. Aynı durum hakeza MHP tabanı içinde de yaşanmakta. Bu da Cumhur İttifakı’na çok ciddi oy kaybına neden olmakta. AKP-MHP oy kaybının nedenleri irdelendiğinde, birçok neden sıralanabilir. Bunlardan biri elbette ki toplumda yükselen kriz algısı. Türkiye toplumu tarafından çokça hissedilen enflasyon ve işsizliğin ulaştığı boyut. Hayat pahalılığı.
Toplumun dile getirmediği ama derinden hissettiği ise Erdoğan’ın krizi yönetemediği ve gittikçe krizin derinleştiği yönündeki algı. Bu algı toplumdaki sıradan yurttaşla sınırlı olmamakta, başta iş insanları olmak üzere, içerde ve dışarda AKP’yi iktidara taşıyan birçok kesim üzerinde oldukça etkili. Diğer önemli bir neden de AKPMHP iktidarına tanınan uluslararası kredinin son noktaya ulaşması. Bunun bir sonucu olarak, önde gelen üç kredi derecelendirme kuruluşu da “Türkiye’de yatırım yapılamaz” statüsünde puanlarını tuttu.
Türkiye’de yatırım yapan önemli oranda yabancı yatırımcının ise ülkeyi terk ettiği zaten sır olmaktan çıkmış durumda. 2018 yılında ekonominin yanlış yönlendirilmesi sonucu Türkiye sermayesinin %50’si erimiş durumda. Sadece 2019 Ocak ayında konkordato çeken şirketlerin sayısı 278. İki binden fazla şirket sırat köprüsünde can çekişmekte. İflasların sayısı ise netleştirilememekte, Damadın beceriksizliği görülmesin diye gizli tutulmakta. Tüm bunlardan kaynaklı olarak birçok ülke borçlarını tahsil etmek için kapıya dayandı. Her gün miting meydanlarında milli güvenlik, milli sanayi diye dillendiren Erdoğan, yaşadığı borçlardan kaynaklı Tank ve Palet Fabrikası’nı 25 yıllığına Katar ortaklı BMC şirketine ihalesiz devretmek zorunda kaldı. Bu yönüyle Türkiye ekonomisinde açıktan dillendirilmese de resesyona, yani durma aşamasına geldiği birçok ekonomi uzmanının ortak görüşü.
İktidar içine düştüğü durumdan kurtulmak için, aşırı dozda milliyetçi söylemlere sarılarak işi kotarmaya çalışmakta. Hatta en kötü propogandacı Süleyman Soylu’ya da bu nedenle katlanılmakta. Toplumun dikkati ekonomiden çok milliyetçi söylemlere çekilerek tepki önlenmeye çalışılmakta. Ancak AKPMHP’nin murat ettiğinin tersi bir durum söz konusu. Toplum, milliyetçi söylemlerden çok ülkenin içinde bulunduğu ekonomik duruma dikkat kesilmekte. O nedenle seçimde oyunu rengini gizlemeden AKP-MHP iktidarına ‘yeter’ demekte. Anketlere yansıyan da bu. Elbette gelinen durum bu kadarla sınırlı değil. Özellikle Erdoğan ve Bahçeli’nin teşkilatlarına danışmadan kendine buyruk aldığı kararlar, uygulamış olduğu hatalı politikalar, atanan adayların yarattığı protestocu küskünler ordusu azımsanmayacak düzeyde.
AKP-MHP içinde işlerin iyi gitmediğini, durumun gittikçe kötüleştiğini dillendirenler çoğalmış durumda. Ancak bu eleştiriler AKP’nin savunma duvarlarına değerek yıllarca AKP’ye oy verenlerin suratına tokat gibi çarpmakta. AKP içinde yıllarca hizmet etmiş olmalarına ragmen küçük bir eleştiriye bile tahammül edilmediği, ihanet ile eş değer tutulduğu ve hatta Erdoğan yakınları tarafından soruşturmaya uğradığını, bazen de MİT elemanlarının devreye girerek “bu tür şikayet ve eleştirilere devam ederseniz, başınıza iş açarsınız” gibisinden inceden tehditlere gidildiğini söyleyenlerin sayısı oldukça yüksek. Otoriter, faşizan politikaların onları da karşısına aldığı ve gittikçe kendi kendisini yiyen bir otomata dönüştüğünü bizzat AKP’ye yıllarca emek vermiş kesimler tarafından fısıltıyla söylense de seçim sandığında yüksek sese dönüşecek gibi.
AKP-MHP iktidarının gidişatını gösteren bir başka gelişme ise hiç şüphesiz geçmişte AKP’yi bugün bulunduğu konuma taşıyan, ama Erdoğan tarafından tasfiye edilen güçlerin yeni bir parti kurma kararlarını açıkça deklare etmeleri. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eski Ekonomi Bakanı Ali Babacan ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu gibi isimlerin hepsi mi, birkaçı mı bu çalışmada yer alır bilinmez ama bu oluşumun uluslararası güçlerin desteğini arkalarına aldıklarını söylemek yanlış olmaz.
AKP ve MHP küskünlerinin yeni yuvası olacak bu oluşum seçim sonrası olası bir erken seçime hazırlandığını göstermesi açısından önemli. Erdoğan’ı ısrarla ayakta tutan Trump-Merkel ikilisi de bugün artık Erdoğan’a gidici olarak bakmakta. Son olarak bölgeyi ilgilendiren uluslararası toplantının hiçbirine Türkiye davet edilmedi. Bunlara İran karşıtı koalisyonun oluşturulduğu Varşova Toplantısı ve Münih Güvenlik Konferansı örnek verilebilir. Tabi en önemlisi de Suriye’de oluşturulacak olan ‘Güvenlikli Bölge’de Türkiye isminin zikredilmemesi. Uluslararası koalisyon güçleri ve elbette ki YPG ve YPJ güçlerinin ana omurgasını oluşturduğu QSD güçlerinin bu oluşum içinde yer alabileceği haberleri öne çıkarken, Türkiye’nin bu oluşumun dışına itilmesi. AKP-MHP politikalarının vardığı sonuç. Oysa Kürt politikasında PKK lideri Abdullah Öcalan ile yakalanan Dolmabahçe Protokolü sürdürülmüş olsaydı, Türkiye’nin bugünkü durumu hiç şüphesiz çok farklı olacaktı. 2013 yılına dönüp baktığımızda PKK lideri Öcalan ile İmralı’da başlayan görüşmeler Türkiye’de yeni bir umut ve bahara açılım sağlamıştı. Barış ortamının yarattığı rahatlamayla insanlar ölmüyor, savaşa para harcanmıyor, ekonomi ve siyasette Türkiye önemli bir büyüme sağlıyordu.
7 Haziran seçimlerinde tek başına iktidar olmayı kaybeden AKP, iktidar ve çıkarı uğruna 1 Kasım’da MHP ve Ergenekon gibi örgütlerle anlaşarak ilk darbesini demokratik siyasete yaptı. Ardından 2014’te gizliden hazırlattığı ‘Çöktürme Planı’nı uygulayarak sadece Kürdistan’da değil, tüm Türkiye’yi korkunç bir savaş sürecine sürükledi. Sonuç, ekonomide, siyasette, uluslararası alanda ciddi bir kaybediş. Bu seçimlerde Erdoğan’ın bu kadar Kürtlere saldırmasının nedeni elbette Kürtler karşında almış olduğu yenilgi. Kaderin cilvesi mi bilinmez, ama Kürtleri çöktüreyim derken kendisi çökme durumuna geldi.