Fotoğraftaki çocuk kim? Kuşların kızı mı, kuşların arkadaşı ya da çobanı, kuşların prensesi ya da bekleyeni mi? “Hepsi” desek yeridir zira şimdi otuzuna girmiş olan bu kız çocuğu, bu mahzun ve sessiz kız; o zamanlardaki kendini, o an’daki ruh halini iyi hatırlıyor ve “Kuşlar için üzülüyordum, yemleri bitecek, yine aç kalacaklar diye üzülüyor, bir şeyler yapmak istiyor ve yanlarından ayrılmak istemiyordum. Yemleri hiç bitmesin, aç kalmasınlar diye yanlarında kalmak istiyordum. Ama büyüklerim beni çağırıyor ‘gidelim’ diyordu” diyor kuş kız.
Acaba fotoğraftaki bu kuş kız büyüyünce bağımlı kadın sembolü Havva’ya (ve Adem’e) karşı özgür ruhlu Tanrıça, isyankar kadın (tabi ki erkek egemen hiyerarşik düzenin lincine uğramış bir figürdür o da) Lilit’in safında yer alacağını ta o zamandan biliyor muydu? Ya da her kuşta bir kadının, her kadında bir kuşun yer aldığını ve bir gün mutlaka buluşup özgürlüğü her şeye nakşedeceklerinin düşünü kuruyor muydu, kuşlarla hayat arasında bir masal periciği gibi duran bu küçük kız? Birkaç yıl önce kadın direnişçileri anlatırken, Kürtçe’de bir birleştirme ve türetmeye gitmiş ve Teyrejîn (düz anlamda ‘hayat kuşu’) ve “Teyrejin” (yine düz anlamda diyorum çünkü Kürtçe’deki fonetik ve semantik yankı Türkçe’ye çevrilemiyor “Kuşkadın”) demiştim. Zira kadın direnişinde hep inadına bir irade, kanatlanma, sınırları aşarak ışığa ve özgürlüğe ulaşma vardır. Ama duralım burada, kuşları doyuran kız, bize bir şeyler mırıldanıyor?
Acaba büyüyünce Kilisli bir Kürdistanlı ve dünyalı devrimci olacağını biliyor mu? Peki ya flütler, kavallar, gitarlar çalıp masallar yazacağını ve de resimler çizeceğini biliyor mu bu kuş, bu kız bu çocuk? Kırmızı etek ve çorabı, beyaz papuçlarıyla hangi yola revan? Peki bu fotoğraf hangi yüzyıldan kalma, bu kuşkız kim, şimdi nerede? Kuşları hala seviyor ve besliyor mu yoksa kuşlarla birlikte çocukluğu da yitirmiş mi? Hayır, fazla soruya da cevaba da gerek yok! Çünkü bu çocuk hala kuşları ve doğayı, hayatı, direnmeyi, barış ve özgürlüğü seviyor. Bu nedenle kıvılcımın bilgesi Leyla’dan sonra Gebze zindanındaki arkadaşları Hacer Halil Yusuf, Rühşan Bozan, Özlem Söyler ve Ayten Gülsün’le direnişe başlayan ilk gruptan Özlem Özdemir’dir.
Yani kuşlar aç kalacağı için daha o yaşta kederlenip “bir şeyler yapmak isteyen” o küçük kız, arkadaşlarıyla birlikte açlık grevi direnişinin 90. gününe doğru hızla ilerliyor. Kuşlar aç kalmasın, Kürtler, Türkler, Çerkezler, Ermeni ve Lazlar artık acı çekmesin, cehenneme dönüştürülen bu memleket, insanlaşıp barış, huzur ve refaha kavuşsun diye bedenler bir kayık gibi açlığın deryasına bırakılmış, haberiniz var mı? Varsa neredesiniz, yoksa ne hallerdesiniz? Bu küçük kızın devrimci hali şimdi direniyor. Kuşlar onunla dans ediyor, gitarının ezgileri kasvetli gecelerin bulutlarını dağıtıyor, kaval sesi ayışığına boğuyor herkesin kuşsever, insansever, onurlu ve barışsever çocukluğunu. Peki ya büyüklüğünüz böyle bir fotoğrafta dik durup sonra onu aydınlık hayatın ta kendisine dönüştürebilecek yürek ve cesarete ne zaman varacak? Kuşların kızlarına, kuşkızlara selam olsun! Fotoğrafa bakalım yine. Kuşların kızı, açlığı toplayıp bedenine hapsediyor, kuşlar ve çocuklar aç kalmasın diye. Şimdi açlık ışıl ışıl bir cesaret ve eylem gülüşüdür onda. Kuşların kızı, çocukluğum var, kuşların içinde, devrimciliğin var kanatlar içinde. Aç kalmasınlar diye aç kaldığın kuşlar seni unutmayacak, tecrit kırılsın diye çıktığın yolculuklar (yoldaşlarınla birlikte) mutlaka güneşe uzanacaktır. Kalbindeki kuşlar asla göçmeyecek.