İşyeri temelli ilk örgütlenmelerin meslek temeline dayalı olduğunu biliyoruz. Hatta o kadar ki Ortaçağ Avrupa’sında kentlerdeki dilenciler bile bir örgüt içinde toplanmışlardı. Günümüz sendikalarının bir ölçüde kökeninde bu meslek temeline dayalı örgütlenme anlayışları bulunmaktadır.
Bu günde her meslek grubunun sendikası olmasa da örgütlendiği bir meslek örgütünün bulunduğunu görüyoruz. Tarımsal alanda ziraat odaları, teknik meslek gruplarının mühendis ve mimar odaları, doktorların tabip odaları ilk başta akla gelen meslek temelli örgütlenmelerdir. Ancak, bu yaygın ve geniş örgütlenmenin bazı meslek ve iş grupları için ortaya çıkmadığı veya çıkamadığını da unutmamak gerekir. Çok yaygın ve geniş bir meslekler grubunu içinde barındıran İktisatçıları bu grup içindedir. Kendini iktisatçı olarak tanımlayan ve bu mesleğin bir yönü ile eğitimini almış geniş bir kitlenin hak ve çıkarlarını savunacak bir örgütlenme düzeyi yok veya çok cılız olarak kalmaktadır.
Şimdi tam seçim arifesinde bize ne iktisatçıların örgütlenmesi diye düşünebilirsiniz. Çok haksız da sayılmaz bu düşünceye sahip olanlar. Ama konunun bu ölçüde basit olmadığının bir kaç gerekçesi bulunmaktadır. İlkin, bir mesleki örgütlenme aynı zamanda bir mesleki dayanışmayı da örer. Dayanışma ise çok geniş sosyal ağları harekete geçirerek, o meslek grubu dışında kalanları da etkiler ve sonuçlarından o meslek grubu dışında olanlar da yararlanır. Özetle bir artı birin ikiden daha fazla ettiğini ancak gerçek örgütlenmenin olduğu zaman anlarız.
Odaları olmayan kısmen örgütsüz olan farklı meslek gruplarını barındıran iktisatçıların belirli bir okuldan mezun olanlarının ortaya çıkardığı bir mezunlar derneği olan, İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyeti bu yıl 76. yılını kutluyor. Bir mezun cemiyeti açısından oldukça önemli yaş alma diye düşündüm. Bu cemiyetin her yıl düzenlediği İktisatçılar Haftası da 43. yılını bu günlerde doldurdu. 13-15 Mart tarihlerinde düzenlenen bu etkinlik, iktisattan siyasete, kadın haklarından dış politika ya kadar birçok alanda çok sayıda panel ve konferansa da ev sahipliği yapıyor. Meraklısı için (<http://www.ifmc.org.tr>)
Mart ayının ilk haftasının bir diğer tarihi önemi ise 8 Mart’ı içermesidir. Türkiye’de 8 Mart kutlamasını yapmak isteyen kadınların biber gazı ile dağıtılması, ardından ezanın ıslıklanması mizanseni ile birlikte düşünüldüğünde tablonun muğlaklığı kısmen ortadan kalkıyor. Çünkü kadınların eşitlik çığlıkları, bunu duyan ataerkil yapıya sarılmış olan, erkek cinsinin bir bölümünün tüylerini diken diken etmeye yetiyor.
Başta ücret ayırımcılığı olmak üzere eşitlik ve özgürlük talepleri kısıtlanmış olan kadınlarımızın üstüne uğradıkları bir de fiziksel şiddet günümüz açısından pek şaşırtıcı gelmemeli kimseye.
Burada kadın erkek eşitsizliğine dair bilgileri sıralamak değil maksadım. Ancak Dünya Çalışma Örgütü (ILO) kadınların ücret eşitsizliğinde, özellikle çocuk sahibi olan kadınların, olmayan kadınlara göre ücret eşitsizliğinde Türkiye en üst sıraya yerleşmiş. Yani bizde çocuk sahibi olup da çalışan kadınlar ücreti en düşük seviyede alıyorlar. Özetle bu ülkede çocuk sahibi olup da çalışmayı tercih etmenin iki kez güçlüğü ortada iken, iş aramaya devam eden kadınlarımız var. (www.ilo.org/global/reserch/ <http://www.ilo.org/global/reserch/>globalreports/ global-wage-report/2018 )
Bu haftanın bir başka önemi 14 Mart Tıp Bayramı’nın artık hekimler tarafından kutlanmak istenmemesi. Bu ölçüde şiddete maruz kalan hekimlerin protestosunun galiba bu ayın 17’sinde Hekim Yürüyüşü’nde göreceğiz. Umarım ki kadınların 8 Mart’ta başına gelenler, onların başına gelmesin.
Şiddeti bu ölçüde gündelik hayatın içine sokanların birgün tersi şiddetin kendilerine yöneldiği bir durumda yanlarında yine şiddeti savunmayanları bulmaları da zor bir ihtimal. Ne dersiniz?