Sevgili Leyla Güven bir kadın, bir anne, bir siyasetçi, bir devrimci, bir kadın özgürlük aktivisti. Bütün bu kimlikleri kendi kişiliğinde bütünleştirerek yaşamının her anında duruşuyla eylemiyle sözüyle rengiyle mücadelesini yürüten tarihi bir kişilik. İnancı ve direnişi ruhunda birleştiren eşsiz güzelliğin sembolü, günümüzün tanrıça kişiliği. Bütün yaşamı erkek egemen sistem ve kurumlarına karşı amansız bir mücadele içinde geçen yiğit bir Kürt kadını. Kürtler, onu Kürt ve kadın özgürlük mücadelesinde yürüttüğü amansız mücadelesinden ve direnişçi kimliğinden tanır. Dünya, tek başına başlayıp binleri peşinden sürükleyen tarihi eyleminden ve “ben izin vermedikçe bedenim benden vazgeçmeyecek” diyen efsanevi söyleminden tanıdı. Onu en çok kadınlar kucakladı. Çünkü o ortaçağ karanlığından beter bir zifiri karanlıkta kendi olmaya çalışan kadınların sesi, yüreği, çığlığı olmuştur.
Kadınların sevgisi, güveni, dayanışması ile özgür yaşamların yaratılabileceğine sonsuz inandı ve bunun mücadelesini yürüttü. Bunun yarattığı etkiden olacak ki dünyanın her yerinden milyonlarca kadın onu hiç tanımamalarına, görmemelerine rağmen onun sevgisini ve enerjisini hissederek direnişini sahiplendiler. Bu yıl Amed’den İspanya’ya İstanbul’dan Brezilya’ya bütün 8 Mart alanları onun resmiyle onun sesiyle dolup taştı. Enerjisi ve sevgisi her yeri kapladı. O Kürt ve dünya kadınların dili, sesi, eylemi oldu. O 8 Mart oldu, sekiz mart onun bedeninde hücre hücre bir zılgıta, bir çığlığa dönüşerek alanlarda sel misali aktı.
Girdiği süresiz dönüşümsüz açlık grevi eyleminde dirhem dirhem erirken bile 8 Mart’ta alanlarda bulunan binlerce kadına seslenirken dünyanın her hangi bir yerinde kadınlar şiddet görüyorsa bütün kadınlar şiddet görüyor, bir kadın özgür değilse hiç birimiz özgür değiliz diyordu. Biz kadınları ve neden mücadele etmemiz gerektiğini anlatan daha güzel bir ifade etme biçimi olamazdı herhalde. Bir kadın tek başına yola çıkıp tarihsel bir direniş başlatabiliyorsa bütün kadınlar onun direnişinde birleşebilir, direniş evrenselleşebilir, kadın özgürleşebilir faşizm yerle bir olabilir. Ondandır ki bedel ödemek değil, daha fazla sessiz kalınırsa çok daha ağır bedellerin ödeneceği unutulmamalıdır. O zaman niye duruyoruz, neyi bekliyoruz! Leyla 130 günü aşkındır direniyor ve korkmuyor bütün bilinci ve cesaretiyle faşizme meydan okuyor. Kaybedecek neyimiz kaldı ki! Cesur olmanın tarihi kendi lehimize dönüştürmenin tam zamanı, çok zor değil. Yeter ki Leyla’nın baktığı yerden bakalım onun hissettiğini hissetme cesaretini yüreklerimizde hissedelim. Bunu yaptığımız oranda diriliş ve direnişi ruhlarımızda yaşar, arınmanın etkisiyle uğruna ölüm göze alınan yaşamı daha anlamlı kılmak için faşizmi yıkabilir özgür bir yaşamı hep birlikte inşa edebiliriz.
***
Sevgili Leyla Güven’in bir süre önce sınırların ötesinden gelen çok değerli bir ziyaretçisi vardı. Bir Plaza De Mayo Annesi Nora Morales. Arjantinde yıllardır boynunda kayıp olan oğlunun resmiyle dolaşan adalet arayan bir barış ve adalet arayışçısı. Sınırların ötesinden getirdiği mesajı çok anlamlı ve değerliydi. Coğrafyalarında savaş olan kadınların acısı ortaktır. Bu nedenle en çok kadınlar dayanışmalı diyordu. Onu binlerce kilometre öteden Amed’e getiren acılarının Kürt kadınlarının acılarıyla ortak olmasıydı. Peki, kimdi bu anneler. Onlar Arjantin de yıllardır kayıp çocukları için savaşa diktatörlüğe karşı mücadele eden kayıp anneleriydi. Arjantin de Pinochet rejimine karşı kimsenin cesaret edemediğini göstererek rejime karşı büyük bir direniş ve mücadele çerisinde olan bu anneler aynı zamanda dünyanın birçok ülkesinde ki annelerin direnişine de örnek olmuşlardır. 1983 yılından bu yana sayısız gösteri ve yürüyüşle rejimin politikalarını protesto ederek demokrasi ve adalet mücadelelerini bütün baskı ve katliamlara rağmen ısrarla yürütmektedirler. Onları belki de tanımlayacak en doğru cümle asla vazgeçmedikleridir.
Tıpkı 1995’ten bu yana “kayıplar bulunsun failler yargılansın” talebiyle her hafta sokağa çıkan Cumartesi Anneleri ve 2000’li yıllardan bu yana örgütlenerek savaşa karşı barışta ısrar eden bunun mücadelesini yürüten Barış Anneleri gibi. Onlar savaşın en ağır yükünü taşımalarına, her türlü baskı şiddet ve tutuklamaya rağmen ne sokağa çıkmaktan nede barış talep etmekten hiç vazgeçmediler.
Bir barış annesi dilinden dökülen biz çocuklarının anne ve babasını toprağa gömdüğü bir ülkeye hasret kaldık. Bizim coğrafyada anneler ve babalar çocuklarını toprağa gömüyorlar. Bu değişmediği sürece bu ülkede hangi halktan dinden dilden olursak olalım huzur bulmayacağız. O zaman ister gerilla, ister asker, ister şehit, ister tutuklu, ister barış, ister cumartesi anneleri. Anne kelimesinin öncesine hangi kimlik gelirse gelsin çocuklarımızın yaşaması için bu gün dayanışmaya birlikte el ele bütün direnişçilerimiz etrafında kenetlenmeye, mücadelemizi büyütmeye, hepimizin Leyla olmaya ihtiyacımız var.