1993 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, 22 Mart tarihini “Dünya Su Günü” olarak ilan etmişti. Bu ilanın nedeni ise tüm dünyada her geçen gün artan su kirliliği ve giderek artan su kıtlığıydı. BM’nin aldığı benzer kararlar sonrası ne hikmetse sorunlar katlanarak artarken bu kararların niçin verildiği anlaşılmaz geldi. Bu durumu anlayabilmek için kapitalizmin çıkarlarının BM’de ikame edilmiş olmasında aramak gerekir. Şu an BM’de birkaç ülkeyi içinden alın tamamı kapitalizmin bekasını savunan ülkelerden ibaret olduğu görülebilir.
BM ayrıca her yıl raporlar yayınlarken geçtiğimiz gün de Dünya Su Gelişim Raporu’nu yayınladı. Raporda, yeryüzünde giderek artan su sıkıntısı ve doğal çevre bozulması yüzünden, 2050 yılına kadar tahıl üretiminin yüzde 40 düşebileceği uyarısında bulunuldu. Yine BM’ye bağlı UNESCO’nun geçtiğimiz günlerde yayımlanan Dünya Su Raporu’na göre dünya üzerinde 2.1 milyar insan temiz suya düzenli erişemediği ve bu sayının 2050’ye kadar katlanarak büyüyeceği belirtiliyordu. Raporda ayrıca 4.3 milyar insanın su kullanımında sıhhi tesisattan yoksun olduğu vurgulandı.
BM bu raporları yine BM’ye bağlı Dünya Su Konseyi’nin ortaya koyduğu perspektifle yayınlıyor olması dikkat çekici. BM ülkeleri 1977’de düzenlenen (Mar del Plata) Su Konferansı’nda içme suyuna erişimin bir insan hakkı olduğunda hem fikirdiler. BM’nin 1992’de düzenlediği (Dublin) Su ve Çevre Konferansı’nda ise bir önceki kararın tam tersi olarak “suyun ekonomik bir mal olduğu” kararı benimsenmişti. 1993 yılında ise 22 Mart’ı Dünya Su Günü olarak ilan etti. Bu kararların ardışık durumu aslında üzerine epey düşünmemizi gerektiriyor.
BM’nin su kararlarına yön veren Dünya Su Konseyi eski Başkanı Loic Fauchon, İstanbul’da düzenlenen 5. Dünya Su Forumu’nun öncesi bir açıklama yapmıştı. Fauchon’un, “İnsanların su faturalarına cep telefonları faturası kadar, otomobillerinde harcadıkları benzinin yüzde 5’i kadar ödeme yapmayı göze aldıkları takdirde hiçbir sıkıntı kalmayacak” diye belirtmiş olması BM’nin ve üye kapitalist ülkelerinin suya bakışlarının bir özetiydi. Bu bakışla ortaya konan politikalar sonucu su artık pahalı ticari bir meta haline getirildi. Evlerimizde ‘sıhhi tesisat’ olsa dahi çeşmelerimizden su içemez hale geldik. İçme ve yemek yapımlarında evlerimize taşıdığımız damacana suları kullanırken, ellerimizde taşıdığımız 0,5 veya 1 litrelik pet şişelerle yaşamaya başladık.
Şişe suyu firmalarının şişeledikleri ve bizlere sattıkları suyun maliyet bedeli yüzde 1 bile değil. Su üzerinden inanılmaz kârlar elde eden şirketler, aynı zamanda dünya üzerinde yaşanan iklim ve su krizinin de yaratıcısıdır. Oysa su yaşamın temel taşlarından birisidir ve 1972 yılında alınan BM kararında olduğu gibi su bir insan hakkıdır. Aynı zamanda diğer canlıların da yaşam hakkı olan su için 1992’de alınan kararla ekonomik bir ‘mal’ olarak kabul edilmiş olması BM’nin ikiyüzlü tutumunu ortaya çıkarmaya yetmektedir.
İkiyüzlü bu tutum sermayenin son dönem çokça başvurduğu yöntemlerden birisidir. Bu ikiyüzlülüğe bir örnek ise geçtiğimiz günlerde yaşandı. Türkiye’de gıda tekellerinden biri olan Yaşar Holding’e ait Pınar Su, ürünlerinde yaptığı iyileştirmelerle doğal kaynakların etkin ve verimli kullanımını odak noktasına aldığını ve 2018’de karbon emisyon değerini bir önceki yıla göre azalttığını duyurdu. Pınar Su bu açıklamayı ‘Dünya Su Günü’ vesilesiyle yaptı. Yaptığı açıklamalarda karbon ayak izlerini birim başına düşen ağırlık üzerinden oldukça azalttıkları belirtildi. Çevre Koruma ve Ambalaj Atıkları Değerlendirme Vakfı (ÇEVKO) ile çalıştıklarını ve üretim hatlarında gerçekleştirdikleri otomasyona dayalı uygulamalarla atık su miktarını Aydın Bozdoğan Tesisleri’nde yüzde 19, Sakarya Tesisleri’nde yüzde 16 oranında azalttıklarını ifade ettiler.
Bir su şirketi halka ve aklımızla adeta dalga geçen böyle bir açıklamayı nasıl yapabilmektedir.? Doğadan koparılıp çalınan suların ticari bir meta olarak pazarlayanların böyle bir açıklama yapabilmesi çok manidar bir durum. Doğal yaşamın dengesini boz ve ardından emisyonları ve atık suları azaltıyoruz ve bu yolla suları koruyoruz de, sonra da çevreci ol! AKP iktidarı ve kapitalist dünya suyu bir sanayi ‘sektörü’ olarak değerlendirmesiyle birlikte, doğanın ve suyun ticari meta olarak ele alınması yaşanan iklim değişimi ve ekolojik krizin nasıl ortaya çıkarıldığını ortaya koymaktadır. Oysa su yaşamsal bir varlıktır ve asla ticarileştirilmemesi gerekmektedir. Ancak kapitalizm hava dahil tüm yaşamsal varlıkları metalaştırarak köleleştirmektedir. Suyun ticari bir meta olduğunun kanıksanmasından bu yana doğal yaşam üzerinde sömürü her geçen gün büyürken insanla birlikte tüm canlılar ise birer köle haline getirilmiştir.