Yerel seçim meselesini irdelemeyi amaçlayan bu yazı henüz İstanbul sonuçları resmileşmeden kaleme alındı. Siyasal sürecin üzerinde derin etkiler yaratacak bir yerel seçim, sarayın mağlubiyeti ile sonuçlandı. HDP’nin Kürdistan’da kayyumlardaki belediyeleri geri alma ve batıda saraya kaybettirme stratejisi Kürdistan’da büyük ölçüde, batıda ise tam anlamıyla tutmuş bulunuyor. Ağır bir baskı rejimini kurumsallaştırıp kalıcılaştırmak için çıkılan yol ciddi bir hasar almış bulunuyor ve bu hasarın yaratılmasında temel rol saraya karşı batıdaki şehirlerde CHP adaylarını destekleyen HDP seçmenine aittir.
Yürütülen emek, barış ve özgürlük mücadelesinin, tüm hak arayışlarının önündeki temel engelin devletin baskı aygıtlarının belirleyici hale geldiği sarayın ceberut iktidarı olduğu, bu iktidarın geriletilmesinin demokrasi ve özgürlük mücadelesinin önünün açılması anlamına geldiği tezinden hareket eden HDP stratejisi başarılı olmuştur. Batıda başta Ankara ve İstanbul olmak üzere büyükşehirleri kaybeden sarayın eskisi gibi keyfi bir şekilde hareket edemeyeceği kabul edilmelidir. Buradan bakıldığında Kürdistan’da meydana gelen kayıplar rahatlıkla telafi edilebilecek ayrıntılar olarak ele alınabilir. HDP kendisinden kaynaklanan eksiklikleri ciddi bir şekilde ele almak durumunda olmakla beraber, Kürdistan’da devlet partisine karşı mücadele etmiştir. Devlet partisine karşı gerçekleşen kayıplar giderilmez değildir ama sarayın kaybı kendisi açısından yaşamsaldır.
En kaba haliyle bakıldığında bile, Cumhur İttifakı çatısında MHP ile ittifak halinde girilen seçimlerden Erdoğan daha zayıflamış, MHP desteğine daha muhtaç hale gelmiş bir şekilde çıkmıştır. MHP bu ittifaktan güçlenerek hatta AKP’nin elindeki pek çok belediyeyi alarak çıkmıştır. Erdoğan bu sonuçlar itibarıyla, hem ittifak hem de partisi içerisinde zayıflamıştır. Bu süreç AKP içerisinde bir dizi tartışmayı ve çatlamayı tetiklemeye aday bir süreç olarak okunmalıdır. Erdoğan bu durumun farkında bir yerden, kısa süren bir balkon konuşması yaparak taraftarlarına seçimlerden mağlup çıktığını kendi dilinde izah etmiş, dikkatleri kendi iktidarının dört yıl daha devam edeceğine çekmiş, bir çeşit kendi durumunu koruma kaygısını ifade etmiştir. Bu noktadan sonra saray, kaybedenler safında yerini almış bulunmaktadır. İster MHP ekseninde derin devletle daha içli dışlı otoriter bir yönelime girilsin isterse zamana yayılacak bir restorasyon sürecine girilsin; Erdoğan için yolun sonu görünmüş bulunuyor. Seçim, verili haliyle toplumsal muhalefet için büyük bir moral kaynağı haline gelmiştir. Sarayın geriletilmiş olması mücadelenin geliştirilmesi ve büyütülmesi açısından önemli fırsatların oluşmasına yol açacaktır. Fakat kabul edilmelidir ki emek ve demokrasi güçleri açısından bundan çok fazla bir anlam taşımamaktadır. Seçim sonrası ülke ağır ekonomik sıkıntılar ve derin siyasal sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır. Hapishanelerde mutlak tecrit uygulamasının kaldırılması talebi ile başlatılan ve binlerce tutsağın katılımıyla yürütülen açlık grevleri tehlikeli sınırları çoktan aşmış bulunmaktadır. Sermaye krizden çıkışı, faturanın işçi ve emekçilerin sırtına yıkıldığı muhtemel bir IMF anlaşması ile sağlamaya çalışacaktır. Söz konusu bir anlaşmanın işçi ve emekçi sınıflar açısından yıkım anlamına geleceği, bu yıkım politikalarının uygulanması için ya daha ağır otoriter bir yönetim ya da genel bir toplumsal rıza gerektiği bilinmektedir. Muhtemel gelişmenin Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olarak kaldığı tedrici bir geçiş süreci olarak şekillenme olasılığı daha yüksek görünmektedir. Sürekli olarak seçim zaferleri üzerinden kendi varlığına dayanaklar yaratan Erdoğan’ın, kitlelerin gözünde kaybettiği bir seçim sonrasında devreye girecek her çeşit baskı politikasının toplumsal kırılmaları tetikleyeceğinin de farkında olması gerekir. Aynı farkındalık sermaye için de söz konusudur. Bu bağlamda sermayenin kriz koşullarından, Babacan’ın Kemal Derviş misali kurtarıcı görünümüyle ekonominin başına geçtiği, Soylu gibi toplumsal gerilime oynayan kimliklerin ayıklandığı daha geniş bir kabine üzerinden oluşturulacak bir rıza mekanizması ile çıkmak istemesi olasılığı daha büyük bir ihtimal olarak belirmektedir. İster otoriter isterse daha esnek yönelimler üzerinden IMF politikalarını devreye koymanın işçi sınıfı hareketinde ciddi bir canlanmayı tetikleyeceği, yoksullaşan halk kitlelerini politize edeceği düşünüldüğünde sosyalist hareketin bu süreci karşılayacak bir konumlanışa geçmesi elzemdir. Sosyalist hareket, verili dağınıklığı ile bu süreci sırtlama pozisyonunda değildir. Böylesi bir konumlanış sosyalist hareketlerin kendilerini aşmayı peşinen kabullendiği bir ortaklaşma ile mümkün olabilir.
HDP tabanının desteği sayesinde sarayın batıda kaybettiği düşünüldüğünde, Kürt halkının ve özgürlük mücadelesinin Türkiye demokrasi mücadelesindeki rolünün reddedilemez bir şekilde ortaya çıktığı kabul edilmelidir. Sosyalistler ve toplumsal muhalefetin acil görevi, sürmekte olan açlık grevlerinin sona ermesi için mutlak tecridi sona erdirmek adına eyleme geçmek ve gelişecek toplumsal harekete adres olacak birlikteliği oluşturacak girişimlere başlamak olmalıdır.