Adolf Hitler’in en güvendiği adamı ve propaganda bakanı olan Gobbels’in çok meşhur bir sözü vardır. Gobbels derki; “Yalan söyleyin elbet yalanınıza inanacak birileri vardır”. Bu söz her ne kadar Gobbels’ ait olsa da aslında bir zihniyetin anonim ürünüdür. 20. yüzyılın dünyasının siyasi trendi, “Toplum mühendisliği” olmuştur. Dünya üzerinde kendini farklı kutuplar olarak tanıtan ne kadar güç var ise hepsi bir şekilde bu trende bulaşmıştır. 20. yüzyılın süper güçleri ve süper güç adayları, afişler, filmler, hatipler gibi yöntemlerin aracılığıyla toplumları güdülecek koyunlar olarak ele almışlar ve bir makinenin çarklısıymışcasına o toplumları istedikleri yönde sürükleyebileceklerini idia etmişlerdir.
Bu, “Toplum mühendisliği” kapsamında en geniş çaplı projeleri geliştiren ve en başarılı güç olan ise, hemen hemen mühendisliğin her alanında güçlü girişimleri olan Almanya olmuştur. Uygulanan bu yöntemin sonuçları ise herkes tarafından bilinmektedir. Tek kelime ile anlatmak gerekirse başta Almanya’da olmak üzere dünyada, “Toplum mühendisliğinin” sonucu felaket olmuştur. Çünkü toplumlar asla bir makine değildirler. Toplumlar bir makinenin aksine duymakta, görmekte, anlamakta ve belki de hepsinden daha da önemlisi hissetmektedir. 20. yüzyılın iletişim imkânlarının günümüzdekinden geride olmasına rağmen “Toplum mühendisliği” çabaları dönemin toplumları üzerinde başarılı olamamıştır.
Bugün dünya o çabalar içinde olan süper güçlerin öngörüleri aksine şekillenmiştir. Toplumları “kitle” olarak ve ekseri biçimde yönlendirilebilecek bir oluşum olarak gören güçler yanılmışlar ve kaybetmişlerdir. Çünkü toplumlar bin yılların tecrübe birikimleriyle ayakta dururlar ve çıkarlarına göre hareket ederler. Dünyadaki her canlı oluşum gibi toplumlar da yaşamını sürdürme eğilimindedirler. Bu yüzden toplumların geleceğini öngörmeyi başaranlar hakikatin tarafını tutanlardır. Çünkü hakikat, hakikat olduğu için doğası gereği, değiştirilemezdir. Toplumlar yalanlar ile idare edilemezler.
Bir kere size tabi oldular diye sizinle her yolda yürümezler. Birgün yalanlarınıza yeter, size ise vakit tamam derler. Bu saatten sonra ise önemli olan doğru zamandır. İşte bu yüzdendir ki İtalya’yı Roma’nın ihtişamlı günlerine döndüreceğini söyleyen Mussolini, Loreto Meydanın’da yine İtalyanlar tarafından linç edildi. Almanya’da işsizliği bitireceğim vadi ile iktidar olan Hitler ise Berlin Muhaberesinde Sovyet tanklarından daha çok artık ona inanmayan inançsız Alman halkı tarafından yenildi.
İkinci Dünya Savaşı’nın kaybedeni “Toplum mühendisleri” olurken kazananı ise ülkesini savunan partizanlar oldular. Ne tesadüftür ki, tarihin sayfaları her zaman ileriye giderken, faşizmin ve bir numaralı aracı “Toplum mühendisliğinin” yahut özel savaşın tarihi ise her zaman tekerrür etmektedir. Faşizmin tarihi tekerrür ederken değişen ise yenilgi biçimleridir. Her birinin yenilgisi kendine özgüdür. Erdoğan 31 Mart’ta klişe bir deyimle sonun başlangıcını yaşamıştır. Seçimin kaybeden tarafı Erdoğan ve partisi olduğu kadar, AKP’nin medyası olmuştur. Bununla da kalmayıp, asıl kaybeden yıllar öncesinde zaten kaybetmiş olan onların “Toplum mühendisliğidir.” Erdoğan, önceki yenilgilerini kaderin cilvesi zannetmiş ve bir kez daha şansını denemiş, uzun yıllar Türkiye halklarını kör, sağır, dilsiz ve akılsız zannetmiştir. Aç ve açıkta olan Türkiye’yi, güçlü Türkiye diye yutturabileceğini farz etmiştir. Oysa tarih yazı tura atmaz. İktidar açısından, 31 Mart seçimlerinin doğruladığı yegane şey ise Gobbels olmuştur. Ancak tek bir farkla; “Yalan söyleyin elbet yalanınıza inanacak birileri vardır. Kimse inanmazsa kendiniz inanırsınız.”