Aslında bir hafta önce yazmayı düşündüğüm ve başladığım bir yazı. 2015’ten kalan bir olay nedeniyle yapılan bir soruşturma ve yazılanların silinmesi nedeniyle gecikmiş bir yazı. Ancak gerek konferansın önemi, gerekse Türkiye kamuoyunda yeterli yeri almaması nedeniyle gecikmiş de olsa yazmak zorunda hissetim. Gerçi içinde bulunduğumuz ve henüz sona ermemiş gibi görünen seçim süreci hala gündemdeki en önemli yerini korumaktayken, üstüne kitleleri sokağa dökme amacı besbelli olan Kemal Kılıçdaroğlu’na saldırı olayının gelmesi bile bana göre bu konferansın önemini azaltmadı.
Kılıçdaroğlu’na cenazede saldırı olayı ve ardından yandaş medya ile başta Bahçeli olmak üzere iktidar ittifakı çevrelerinin tutumu, ülkenin içine sürüklenmekte olduğu tehlikeyi açıkça göstermektedir. Konumuza dönelim. Evvelki hafta sonu KESK (Kamu Emekçileri Konfederasyonu) tarafından düzenlenen Ortadoğu Barış Konferansı, Bakırköy Tarık Akan Konferans Salonu’nda gerçekleşti.
Beş oturumluk konferans, iki gün sürdü. Oturumların ilki Ortadoğu’nun tarihsel arka planı ve değişen dengeleri, ikincisi Filistin sorunu ve barışı, üçüncüsü Kürt sorunu ve barışı, dördüncüsü Ortadoğu’da savaş kıskacındaki kadın ve barış, sonuncusu Ortadoğu’da emek, göçmen işçilik, mültecilik sorunları ile barışın örgütlenmesi ve somut önerilere ayrılmıştı. Aslında yaşıma rağmen öğrenciliğimden beri edindiğim hızlı not tutma alışkanlığım sayesinde ilk iki oturumda tuttuğum 18 blok not sayfası notum, yemek arasından sonra döndüğümde tabir caizse uçmuştu, blok notum, boş bir blok notla değiştirilerek kaybolmuştu. Üzüldüm ama yapacak bir şey yoktu.
Araştırmacı yazar Hamide Yiğit’in moderatörlüğünde başlayan birinci oturumun ilk konuşmacısı, Lübnanlı siyasi analist Enis Nakkaş, konuşmasında etraflı bir Ortadoğu panoraması çizdi ve ağırlıklı olarak Filistin sorunu ve Araplar arası ilişkilerden söz etti. İsrail’in yayılmacı ve ırkçı politikasının Filistin halkının yanında dünya barışını da tehdit ettiğini vurgladı. Benim Kürtlerin Irak ve Suriye’deki yapılandırmalarının ve kendi yönetimlerini kurmalarının Arap ülkelerindeki karşılanış biçimine ilişkin soruma, “Kürtlerin Arap ülkelerindeki sorunları demokrasi içinde çözülür, şu anda Suriye ve Irak’taki Kürt oluşumlarının diğer halklara da eşit davranmalarının gerektiğini, ama durumun pek de öyle olmadığını” belirten ve ülkemizdeki sol geçinen birçok aydınımızın tavrını andıran, bana göre sade suya tirit bir cevap verdi.
Fransa’dan katılan Birleşmiş Milletler Yemen Özel Temsilcisi Kamel Jendoubi, Yemen savaşı ile Ortadoğu ülkelerinin bu savaş karşısındaki durumu ve dengelerin siyaseti nasıl etkilediğini anlattı. Ortadoğu ve Suriye konulu yazı ve analizlerini her zaman ilgi ile izlediğim Sputnik haber ajansının Lübnan temsilcisi Hediye Levent, Suriye’de yürütülen savaşla ilgili ayrıntılı bilgiler verdi. İran’ın bölgedeki varlığı, IŞİD’in Suriyede PYD’nin öncülüğünde uğratıldığı yenilgininin önemini ve Suriye Demokratik Güçleri’nin (SGD), Suriye’nin yeniden toparlanmasındaki rolünü çok açık bir biçimde ortaya koydu.
Aynı oturumda konuşan Prof Dr. İlhan Uzgel de çok ayrıntılı bir biçimde Türkiye’nin Suriye politikasındaki yalpalamaları ve içinden çıkılmaz hale gelişini, Suriye’nin bu noktaya gelmesindeki olumsuz etkilerini ve bölgedeki yabancı güçlerin Suriye’ye etkilerini anlattı. Konuşmacılar, İsrail’in yayılmacı politikalarıyla ABD’nin Kudüs’ün başkent olarak tanımasını ve Golan Tepeleri’nin ilhakını haklı görmesinin barışın önünde engel olduğunu vurguladılar. İkinci oturum Filistin sorununa ayrılmıştı. Oturumu, Filistin çatışmalarını da yakından görmüş, İsrail zindanlarında kalmış, kırkı aşkın kitabıyla bilinen Ortadoğu uzmanı yazar, sevgili dostum Faik Bulut yönetti. Oturumu açarken özellikle ABD ve İsrail’in temel amacının Golan ve Batı Şeria’nın ilhakı olduğunu söyledi. Dört konuşmacı da Filistinli idi. Bu oturumda konuşan Filistin’in efsanevi kadını Leyla Halid, İsrail politikalarının dünyayı bir ateşin içine sürüklemekte olduğunu, Filistin halkının hiçbir zaman vatanlarından vazgeçmeyeceklerini ve önünde sonunda yurtlarına kavuşacaklarını, özellikle Arap ülkelerindeki ABD ve İsrail ile girilen ilişkilerin yanlışlığını dile getirdi.
Leyla Halid ayrıca HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in tecride karşı giriştiği açlık grevini desteklediğini, başta Leyla Güven, açlık grevindeki tüm tutuklulara selam gönderdiğini söyledi. Konferansın ikinci gününde Leyla Güven’i Diyarbakır’da ziyaret etmek için gittiğini öğrendik. Leyla Halid ayrıca gerek Suriye’de gerek tüm Ortadoğu’da Kürtlerin haklı mücadelesinin yanında olduğunu belirtti. Fiilistinli yazar, aktivist ve siyasi analistlerden oluşan diğer üç konuşmacı da İsrailİran çatışmalarını, ABD ve diğer ülkelerin bölgedeki olumsuzluklarını anlatan analizlerde bulundular.
Üçüncü oturum Kürt sorununa ayrılmıştı. İlk konuşmayı CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu yaptı ve barış sürecinin TBMM’deki durumu ile AKP ile CHP arasındaki diyalogları ve AKP’nin olayı Meclis’ten nasıl kaçırdığını anlattı. Bu oturumda söz alan TBMM Başkanvekili ve HDP Milletvekili Prof. Dr. Mithat Sancar, barışın negatif ve pozitif yanları üzerinde durdu. Sadece silahların susmasıyla sağlanmış olan bir barışın, “negatif barış” olduğunu, buna gerçek barış denemeyeceğini, barışı engelleyen sebeplerin ortadan kalkmadığını; “pozitif barış” olabilmesi için barışı engelleyen nedenlerin ortadan kalkması gerektiğini belirtti.
Barış olacaksa süreç, demokratik cumhuriyet hedefine yönelik olmalı. Kimlik haklarının tanınması, tüm kurumların demokratikleşmesi gerekir. Barış görüşmeleri yalnız iki taraf arasında değil, tüm topluma açık olmalı, yani süreç toplumsallaşmalı, mücadele, tüm katmanların ortaklaşmasıyla olmalı. Kürt sorununda maalesef bir taraf karşı çıkıyor ve bu da cumhuriyeti tehlikeye atıyor.
Ortak mücadele olmadan yalnız Kürtlerin mücadelesiyle sorun çözülmez. HDP’nin 31 Mart seçimlerindeki demokrasiden yana tutumu, ortak mücadelenin zeminini yarattı. Toplumun ve tek tek insanların hafızasına yerleşen müzakere kavramı silinmez dedi. Dr. Ferda Koç, savaş sorunun çözümünün sorunun özü olduğunu, sorunun çözümünde akla ilk PKK ve Öcalan’ın geldiğini, bu aktörler olmadan bir adım atılamıyacağını, silahların susturulmasının Kürt halkına karşı bir komplo haline getirilmemesi gerektiğini, çatışmasızlığın, yurttaşlık bilincini güçlendirdiğini, GEZİ hareketinin bunun sonucu olduğunu, çatışmasızlık için öncelikle ordu ve polisin kendi görev alanlarına çekilmesi gerektiğini söyledi.
Süreç iyi yönetilmezse milliyetçi görüşler güçlenir. CHP içindeki ulusalcılar ve MHP’nin durumu bunun sonucudur. Kürt hareketi, çatışmasızlığın siyasi getirilerini zedelememek için toplumsal yanını geliştiremedi. Türkiye devletinin aklı, tehdit kavramı ile olayları yürütüyor. Cumhuriyetin tehdidi laikliğe karşı hareketler, Ermeniler ve Rumlardı, demokratikleşmenin tehdidi komümnizm ve Kürtler oldu. Faşizm, ancak demokrasi ile yenilir. Yüksel Genç, Kürtlerin hedeflerini netleştirmesi gerektiğini, Yusuf Karataş da Kürt sorununun temel kaynağının kaynaklarına sahip çıkılması olduğunu öne çıkaran konuşmalar yaptılar.
Kadın sorunları konusunda özellikle Tunuslu milletvekili ve işçi önderi Mubarewke Brahimi, eşinin gözleri önünde 14 kurşunla öldürüldüğünü, Libya zindanlarında kadın cesetlerinin kaynar sudan süzgeçlerle çıkarıldığın anlattı. Son oturumda ise DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, TMMOB Genel Başkanı Emin Koramaz, TTB Genel Başkanı Sinan Adıyaman ile diğer Ortadoğu ülkelerinden gelen sendikacılar konuştu. Konferans seçim atmosferi içinde gerekli ilgiyi görmedi. Gerçi salonda oturacak yer yoktu ama basın kuruluşlarının ilgisi yeterli değildi. Çok önemli ve ufuk açıcı bir konferans oldu.