Bugün “1 Mayıs, işçinin, köylünün bayramı” marşını okurduk.
Arkasından, “Yek gulaaaan…” diye devam eden Kürtçesini… Coşkuyla, inançla ve kalabalık gruplarla. Önceleri “Bahar Bayramı” idi. İşçinin adı yoktu Türkiye’de. İşçiden korkulurdu. Sendikalar bile oldukça güdümlüydü.
Laik cumhuriyet üç şeyden korkardı: Önde gelen Kürt korkusu gizliydi, sözü edilmezdi. Kürt diye bir halk yoktu. Mustafa Nihat Özön’ün Türkçe sözlüğünde Kürt, ülkemizin doğusunda bozuk bir Farsça konuşan bir halktı. Vaktiyle “ağaçtan maşa olmaz, Kürtten paşa olmaz”, “Kürdün göçü gide gide düzelir” gibi Kürtler hakkında olumsuzluk belirten atasözleri bile değiştirilmiş, “Kürt” sözcüğü yerine “Türk” sözcüğü konmuştu.
Zamanla bu durum daha da ileri götürülmüş, Kürt dili de inkâr edildi. Bülent Ecevit bu durumu “Kürtçe diye bir dil yoktur, basit bir diyalektiktir” noktasına getirmişti. Tabii hangi dilin diyalektik olduğunu soran olmamıştı. Son olarak da 12 Eylül faşizmince 2932 sayılı bir kanunla tamamen yasaklanmıştı. Anneler cezaevlerinde çocuklarına öğrenebildikleri “nasılsın” sözcüğünden başka bir şey söyleyemeden sadece gözleri ve o gözlerden akan yaş damlalarıyla konuşuyorlardı. İkincisi din korkusuydu.
Bir Kürt aydını olan ve Türkçülüğün esaslarını ortaya koyan Ziya Gökalp’in “Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Garp medeniyetindenim” ilkesi doğrultusunda kendilerine göre bir din anlayışı yaratmışlardı. İslamı yalnızca Maturidi esaslarına uygun Hanefi mezhebine dayatıyorlardı.
Bir Alevi Dedesi olan rahmetli babamın bile nüfus kâğıdındaki mezhep hanesine “Hanefi” yazmışlardı. Anadolu’da Kurtuluş Savaşı sırasında bile yer yer çıkan dinci hareketler, Menemen olayıyla büyük bir korku salmıştı yüreklere. Korktukları gibi de oldu, yetmiş yıl sonra iktidarı Siyasi İslam’a kaptırdılar.
Üçüncü korku ise komünizm korkusuydu. Daha Kurtuluş Savaşı içinde bile bir yandan Sovyetlere gülücükler atılıyor, bir yandan Mustafa Suphi ve arkadaşları Karadeniz’in dibine yollanıyordu. Bu korku, bugünkü iktidarın temellerini oluşturmada en büyük etkendi. Komünizmle Mücadele Dernekleri, İlim Yayma Cemiyetleri ve diğer sağ kuruluşlar aracılığıyla yapılan propagandalar, sonunda Milli Görüş ve MHP ortaklığında tek adam rejimine yol açtı.
“Allah bozmasın” desem mi demesem mi bilemedim, şimdilerde bu iktidar grubu bir kesim ulusalcı ile de iyi anlaşıyor gibi. İşte Cumhuriyet’in kodlarını oluşturan bu üç korku sayesinde Türkiye’ye bir türlü demokrasiyi getiremedik. Ülkede işçi bayramını kutlarken sekiz milyondan fazla işsizimiz var.
İşçilerin 12 Eylül faşist döneminden önceki tüm kazanımları kuşa çevrildi. Sendikalar üzerindeki yoğun baskı, sarı sendikaların palazlanmasına ve işsiz bırakılma korkusuyla işçilerin o sendikalara yönlendirilmesine başlandı. DİSK ve KESK gibi gerçek sendikacılığı ilke edinenler üzerinde ağır baskılar var. 12 Eylül cuntasının gasp ettiği haklar, onların anayasasıyla daha da kötüleştirildi.
Geldi geldi, işçinin tek güvencesi olan kıdem tazminatına dayandı. Kıdem tazminatı bir fona bağlanarak hem patronların diledikleri zaman hiçbir tazminat ödemeden işçiyi işten atmalarına olanak sağlanıyor, hem fonda birikenlerle patronlara destek verilmesi amaçlanıyor.
Buna sağcı sendikalar bile karşı çıkarken, Hazine ve Maliye Bakanı, bir yandan işçilerle görüşeceklerini söylüyor, bir yandan da bu fonun faydalarını ballandıra ballandıra anlatıp mutlaka çıkaracaklarını belirtiyor. Bu şartlar altında da olsa tüm çalışanların 1 Mayıs’ta meydanlara dolacağına inanıyorum. Yaşasın 1 Mayıs!.. Bijî 1 Gulan!..
★★★
1 Mayıs derken seçimlerin üzerinden bugün tam bir ay geçti. Hala İstanbul seçimleri için YSK kesin kararını vermiş değil. Bir yandan kendi kararlarıyla çelişme pahasına, kendini inkâr suretiyle süreci uzatacak kararlar veriyor, bir yandan İstanbul seçimlerini iptal etmenin yollarını arıyor. Hukuken böyle bir olanağı yok ama binbir zorlamayla çalacakları minareye ellerinde olmayan ve hiç de olmayacak kumaşlardan kılıf hazırlamaya çalışıyorlar.
Alacakları bir iptal kararı, hem 24 Haziran seçimlerini hem Anayasa referandumunu iptal edilebilir duruma getirecktir. Zaten şimdiye kadar ki kararları bile Kürt illerindeki yasadışı uygulamalarını hukuki deyimle “mutlak butlan” durumuna getirmiş bulunmaktadır ama başvuruları kaale almamakta direniyorlar, demokrat muhalefetimiz de o konuda dut yemiş bülbüle dönüyor.
İstanbul seçimlerinin bir ince noktası daha var. Yalnız Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini iptal edemezler, tüm ilçelerin seçimleri, hatta muhtarlık seçimleri de iptal edilmek zorunda. Bu durumda ne olacağı belli olmaz. İşte bu açıkça haksız ve hukuka aykırı durumu halka kabul ettirmek için aynen 7 Haziran sonrası ortaya konan ayrıştırıcı dil ve “terör” korkusu meydana sürülüyor.
Ankara’nın Çubuk ilçesinde devletin gözü önünde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibine karşı düzenlenen korkunç linç girişimi ile sonrasindaki iktidar çevrelerinin onaylayıcı tavrı, yapılacak hukuksuzlukların yine korku iklimi yaratılarak halka kabul ettirilmesi amacı taşıyor. Muhalefet partileri bu duruma teslim olup kabul etmezlerse, halk bunu kabul etmeyecektir. Bu da halklarımız ve emekçilerimizin bugün meydanlara akmasıyla belli olur.