Bu yazı 30 Nisan günü yazıldı. Şimdi siz 1 Mayıs alanlarındasınız. Alanların rengi ne? Bu defa “kıpkızıl” mı, yoksa “bembeyaz tülbent” renginde mi? Kızıl pankartlara “sapsarı” renklerle “devrim sloganları” mı yazılmış? Yoksa “bembeyaz” tülbentlere “kıpkırmız, sapsarı ve yemyeşil” renklerle “tecrit kalksın, 15’ler ölmesin” diye mi yazılmış?
Bilmiyorum. Sendikalarımızın kurduğu platformlardan “neş’eli ya da coşturucu” şarkılar ve marşlar mı çalınıyor? Yoksa tüm alana binlerce açlık grevcisinin ve 15 ölüm oruççusunun kaderi adına “matem” ve “öfke” havası mı hakim? Bunu da bilmiyorum.
Alanda partilerin ve grupların kendi boylarından büyük bayrakları yine yarış halinde mi olacak? Yoksa herkes kendi bayrağını bir diğerinin yanında, tevazu ve saygıyla “yarıya” mı çekecek? 1 Mayıs’ta işçi sınıfımız “15 kuruş zam” mı diyecek, yoksa Öcalan üstündeki tecride karşı “ölüm orucuna” dünden beri başlayan “15’lere hayat” mı diyecek?
Bunu hiç bilmiyorum. Eğer böyle değil, umut ettiğim gibi olursa 1 Mayıs’ı Bakırköy’de kutlamayı selamlayacağım. Yok umut ettiğim olmazsa, alan “15’lerden habersiz” gibi dolarsa, demir bariyerlerle çevrilmiş Taksim’e çıkmaya çalışan bir avuç devrimciyi var gücümle alkışlayacağım. Derken aklıma TBMM Başkanı’nın bir sözü takılıverdi. Dedi ki, “Leyla Güven kendisi için bir şey istemiyor”.
Böyle olduğu için Hakkari vekilini “ziyaret etmem” diye de ekliyor. Etme. Çünkü Leyla Güven “kendisi için hiçbir şey istemiyor”. Senin meclisinin imtiyazlarını elinin tersiyle itmiş. “Başkası” için bir şey istiyor. Bilinçli işçi sınıfı Leyla Güven’dir. Bilinçli işçi sınıfı kendisi için değil, bütün ezilenler, bütün mağdurlar, bütün sömürge halkları, bütün savaş kurbanları için “bir şeyler ister.”
Öyle olduğu içindir ki sırtında insanlığa kurtuluş yolunu açma misyonu yüklüdür. Sayıları 12 Eylül faşizminden ve Sovyetlerin çöküşünden beri bir hayli azalan bu bilinçli işçi sınıfı, bu 1 Mayıs’ta sanıyorum vicdani bir muhasebe yapıyor:
15-16 Haziran’da ayaklanan ve sendikaları tasfiye etme yasasını yırtıp atan; bugünün “Sulh Ceza Hakimliği”nin ilk şekli olan “olağanüstü faşist mahkemelere” karşı genel greve gidip DGM’leri yıkan, TARİŞ’te destan yaratan biz, o günden bu yana tarihsel rolümüzü oynayamamaktan ötürü, şimdi bizim için direnen 15 ölüm oruççusu karşısında utanç duyuyoruz, bu utancı silmek için bu 1 Mayıs gününde yeniden dirilmeye and içiyoruz. “Onbeşler” Çanakkale’de yatıyor; Karadenizin derin ve karanlık sularında uykuya dalmış.
Şimdi Gebze, Bakırköy ve diğer cezaevlerinde ölüm döşeğindeler. Benim büyük amcam Muzaffer Sarısözen bir Tokat türküsü derlemişti:
“Hey onbeşli onbeşli
Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gideli
Kızların gözü yaşlı.”
Çanakkale salhanesine 1915 yılında sevk edilen, henüz 15 yaşındaki Türk, Kürt, Çerkes, Arap gençleri kanlı tarihe “onbeşler” diye geçtiler.
15’ler tarihimizin simgeleridir. Türkiye sosyalistleri çocuk yaşlarda
“15’lere ağıtı” ezberlemişti:
Hayali gönlümde yadigar kalan,
Bir yanım deryada çalkanır şimdi.
On beş mürşid ile boğulup ölen
Bir yanım deryada çalkanır şimdi.
Garip garip öter derya kuşları
Su içinde uykuları, düşleri
Bir gelin döker kanlı yaşları
Bir yanım deryada çalkanır şimdi.
Nazım ile zindanda gün be gün biri
Söyletir dilsizi, ağlatır körü
Bir yanım çürüyor, bir yanım diri
Bir yanım deryada çalkanır şimdi.
Yaralarım tuz içinde kanıyor
Uyku gelmiş ela gözler sönüyor
Bir yanımda Suphi, Nejat ölüyor
Bir yanım deryada çalkanır şimdi.
Gelir günler gelir, yaram sarılır
Böyle gitmez bir gün hesap sorulur
Bir yanım Acem’den, Çin’den çevrilir
Bir yanım deryada çalkanır şimdi.
Şimdi 1 Mayıs.
Ne desek bilemem. Belki şöyle desek: Yarın bugünün 15’leri için ne Çanakkele’de şehit düşenler için, ne de Karadeniz’de boğdurulan Mustafa Suphiler için yazılan, söylenen türküler ve ağıtlar yazılsın Tecrit kalksın, 15’ler, Leyla Güven ve açlık grevindeki 7 binler yaşasın…