Gözetleme teknolojilerinin özel hayatlarımızı kontrol eder hale geldiği “Panopticon” çağında gözetleniyor olmak için teşhirci olmak gerekmiyor. Doğu Almanya’nın çözülüş sürecini bir gizli servis ajanının gözüyle anlatan “Das Leben der Anderen” (Başkalarının Hayatı – 2006), bir psişik bozukluk olarak gözetleme tutkusu ile devlet erki arasındaki ilişkiye değiniyor. Ajan Wiesler, ünlü bir yazarın evini, Batı ile bağlantısını ortaya çıkarmak üzere dinlemekle görevlidir. Giderek görev bir tutku halini alır ve yazar ile ajanın hayatı arasındaki sınırlar muğlaklaşmaya başlar. Yurttaşların telefon konuşmalarını dinlemenin, elektronik yazışmalarını ve sosyal medya paylaşımlarını kontrol ederek kayıt altına almanın devletin asli fonksiyonlarından biri halini aldığı günümüz Türkiye’si yurttaşları için izlenmesi elzem bir film.
Devlet, özel hayatlarımızı bizim “güvenliğimiz” için mecburen dinleyip gözetliyor. Ama bazen gözetleme tutkusuna ilişik teşhirci arzuya kapılarak toplumun gözleri önünde striptiz yaptığı da oluyor. Yakın zamanda, gizli ajan ve casusluk hikayelerine taş çıkartan gelişmeler birbirini kovaladı. Bu olayları alt alta yazarak mistikleştirmek yerine, bir anlatı içine yerleştirerek analiz denemesine girişmek doğru olur.
Hikayemiz, 2014 yılında petrol zengini Körfez ülkeleri Suudi Arabistan ile Katar arasında ortaya çıkan krize dayanıyor. Bu kriz, esas olarak Katar’ın İslamcı gruplara, özellikle de Müslüman Kardeşler (İhvan) organizasyonuna verdiği destekten kaynaklanıyordu. Mısır’da Arap Baharı ile iktidara gelen İhvan, bir yıl içinde General Sisi önderliğinde bir askeri darbe ile devrilmiş, Türkiye ve Katar bu gelişme karşısında tavır almıştı. İhvan ile tarihsel sorunları olan Suudi rejimi, daha da büyük çelişki içinde olduğu İran devleti önderliğindeki Şii yayılması karşısında Körfez devletlerinden bir Selefi/Sünni blok oluşturarak Katar’ı dışladı. Türkiye, abluka altına alınan Katar’a asker göndererek destek sundu. Bir tarafta Suudi Arabistan ve Emirlikler bloğu diğer yanda Katar-Türkiye bloğu olarak belirginleşen bölünme, Suriye ve Libya’da sürmekte olan iç savaşların ve Ortadoğu ülkelerinde devam etmekte olan iktidar mücadelelerinin seyri içinde rekabet ve çatışma halini de alacaktı.
Geçtiğimiz Ekim ayında Suudi Arabistan’ın İstanbul konsolosluk binasında gerçekleşen Kaşıkçı cinayeti, bu çatışmanın kazandığı ciddi boyutun göstergesiydi. Erdoğan, Kaşıkçı’yı “şehit” ilan ederek Suudi restini gördü.
Bu olayın heyecanı yatışmadan, Nisan ayı içinde art arda ilginç gelişmeler yaşandı. Önce, Irak’ın sabık devlet başkan yardımcısı Tarık el-Haşimi’ye tahsis edilmiş olan özel şoförün maaşının İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından ödenmekte olduğu haberi ortaya çıktı. Irak devleti tarafından idam talebiyle yargılanmakta olan Haşimi, 2012 yılında Türkiye’ye sığınmıştı. Haşimi’nin İhvan ile bağları olduğu, Suriye ve Libya’da cihatçı silahlı grupların örgütlenmesinde rol oynadığı biliniyor.
Bu haberi, bir yenisi takip etti. Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) iki ajanı, İhvan’ın Türkiye’deki faaliyetlerini BAE adına izledikleri iddiasıyla İstanbul’da tutuklandı; ajanlardan biri cezaevinde intihar etti. Bu tuhaf vakalar arasındaki illiyet üzerine düşünmeye vakit kalmadan bir üçüncü haber Libya’dan geldi. İki Türk vatandaşı, bir süredir Trablus’u ele geçirmeye çalışan General Halife Hafter komutasındaki Libya Ordusu tarafından tutuklandı. Trablus’taki hükümet, Türkiye ve Katar tarafından desteklenirken, Hafter çevresinde oluşan diğer siyasal otorite özellikle Suudi Arabistan ve Mısır tarafından destekleniyor. Hafter, İhvan eğilimli Trablus hükümetinin ve ona destek veren Türkiye ve Katar’ın İslamcı terörizm ile işbirliği içinde olduklarını iddia ediyor.
Bu haberlerin üzerine, ABD yönetiminin İhvan’ı “uluslararası terörist örgütler” listesine alacağı haberinin gelmesi bölgesel blokların küresel güç destekleri sorusuna açıklık kazandırdı. Trump yönetimi, kısa bir süre önce de İran ile ticaret yapan ülkelere tanıdığı sürenin sona erdiğini açıklayarak Türkiye’ye İran ile ilişkileri sürdüğü takdirde ambargo uygulayacağı sinyalini vermiş bulunuyor. İhvan hakkındaki kararın, S400 füzeleri üzerine ABD ile Türkiye arasında yaşanan krizin tırmandığı dönemde alınması da ayrıca anlamlı bir rastlantı.
Genellikle bir muammalar yığını halinde sunularak komplo teorilerine malzeme sağlayan uluslararası çatışmalar ve bu çatışmalar içinde konuşlanan bölgesel ve küresel güç merkezleri, dizginleyemedikleri teşhircilik arzusuna yenik düştüklerinden olsa gerek gözlerimizin önünde striptiz yapmaktalar. İyi seyirler…