“Çözüm Süreci” sona erdirilip mutlak tecrite sokulduğundan beri Öcalan, ilk kez iki avukatıyla siyasi duruma dair tespitlerini paylaştı ve yer yerinden oynadı. Gerçi, Öcalan’ın sahneye girişi hiçbir zaman sessiz sedasız olmaz; parmaklarının ucuna basarak yürüse bile, adım atışı her yerden duyulur. Bu ilk kez olmuyor.
Diktatörlüğün tecrit mazgalını açmak zorunda kalmasının bir tek nedeni var: “Ölüm oruçları”nın varması muhtemel sonuçlar. Bu ihtimaller, kimi çevrelerin sandığının aksine Saray’da büyük tedirginliğe yol açıyor.
Öcalan’ın tecridinin dayanağı olan mahkeme kararı açlık grevlerinin ölüm orucuna dönüştüğünün ilan edildiği gün kaldırıldı, ardından iki avukatı “can havliyle” İmralı’ya götürüldü. Hükümetin, Öcalan’ın açlık grevcilerinin eylemlerine son vermelerini sağlayacağını umarak tecride son verildiği izlenimi yarattığına kuşku yok.
Öcalan, her zaman olduğu gibi İmralı’nın duvarlarında açılan çatlağı bir kez daha zekice bir politik enstrümana dönüştürmeyi başardı. Açlık grevcilerine, tecride karşı giriştikleri itaatsizlik eylemini farklı biçimlerde ve düzeylerde sürdürebilmelerinin imkanlarını işaret eden bir yaklaşım sundu ama bunu mesajının başına değil, üçüncü sıraya yerleştirdi.
Görüşme fırsatını en önce savaş ve şiddet dışındaki seçenekleri anımsatmak için değerlendirdi. Çözüm paradigmasını tahkim etti. Kendi rolünü görünür kıldı.
Ardından Saray’ın bir bataklığa dönüşen Suriye politikasına mukabil SDG’nin Kuzey Suriye’deki çözümcü potansiyeline işaret etti. Savaştan çıkışta Kürtlerin Suriye’de oynayabileceği olumlu rolü gündeme taşıdı.
Merkezinde kendisinin olduğu açlık grevleri konusunu ise en son sıraya koydu. “Ben” değil, “biz”, diye konuştu. Açlık grevcilerini selamlayan mesajı, İmralı’daki diğer tutsaklarla birlikte imzaladı. Kimseyi eylemi bırakmaya çağırmazken, “ölümsüz” bir süreci telkin etmekten de geri durmadı.
Öcalan, bir ahlak ve siyaset sınavını daha başarıyla arkada bıraktı.
***
Ancak Öcalan’ın ve Kürt siyasetinin başarıları her zaman takdirle karşılanmıyor. Son görüşme bu açıdan “terörle aralarına mesafe” koymakta birleşen ama diğer konularda birbirlerine de mesafeli görünenler arasında tuhaf bir eşleşmeye de yol açtı. Ultra-radikal liberaller ile ultra-radikal faşistler, görüşmenin İstanbul Belediye Seçimlerini iptal edildiği gün yapılmış olmasını bir komplo olarak okumakta birleştiler. Onlara göre bu Öcalan’ın, Kürtleri tekrar edilecek İstanbul seçiminde Saray’a yanaştırmak üzere girdiği bir işbirliğiydi. Birkaç saat içinde sosyal medya hıçkırıklara, nefret nöbetlerine, “yaptılar gene yapacaklarını” ilenmelerine, “zaten bu Kürtler” hayıflanmalarına boğuluverdi. Öcalan’ın “mahpus hakları”ndan yoksun olarak cezaevi içinde cezaevine mahkum edilmesine çıt çıkarmayanlar, “neden avukatıyla görüştürüldü” diye parmaklarını salladılar.
Birinciler ile ikinciler arasında bir temel fark var gene de. Dehşet senaryolarını imal edenler her zaman olduğu gibi faşist dergahlar. Liberallerin payına ise birbirlerine paranoya krizlerini bulaştırdıkları ağlar ve gruplar oluşturmak düşüyor.
Bunlar ilk bakışta çok saçma ve delice gözükebilir. Ancak, saçma görünen her şeyin bir nedenselliği olduğunu unutmamalı. AKP-MHP blokunun 31 Mart İstanbul seçimlerinde uğradığı yenilginin tılsımı büyük çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu HDP seçmeniyle, açıktan koyuya milliyetçiliğin binbir tonunun birbirine karıştığı “Millet İttifakı” seçmeni arasındaki nesnel ortaklıktı. Bu kompleks ilişkinin güvencesi “stratejik akıl”, zayıf halkasıysa “etnik güvensizlik”ti. Kriz anlarında stratejik akıl karışınca “etnik güvensizlik” bir açık yaraya dönüşüyor. Önümüzdeki haftalar ve aylarda, diktatörlüğün bu açık yaraya aç kurtlar gibi saldırışına sadece tanık değil muhatap da olacağız.
Diktatörlüğün ilk özgün psikolojik harekat atağında bunca savruluş hiç hayra alamet değil. Etnik önyargılarla malul olanlar önyargılarının faşist provokasyonlar karşısında bir kör nokta oluşturduğunu kavramakta zorlanabilirler. Gene de bir senaryoyu satın almadan önce satıcının şeceresine bakmak herkesi gafletten koruyabilir: “Hangi posta bürünmüş olursa olsun bir kurt her zaman bir kurt; bir faşist her zaman bir faşisttir!”