Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, Öcalan’a konulan görüş yasağının kaldırıldığını duyurdu. Bu karar olumlu yankılandı. Tecridin son bulacağı ve açlık grevlerinin biteceği beklentisi doğurdu. Ancak öyle olmadı. Avukatların Öcalan ile görüşme talebi yanıtlanmadı. Üstelik geçtiğimiz hafta açlık grevindeki tutukluların koğuşları basıldı. Kişisel bazı eşyalara el konuldu. Tutukluların avukatı Fırat Vural, Tekirdağ cezaevi müdürüyle yapılan görüşmede uygulamanın İçişleri Bakanı’nın talimatıyla yapıldığının anlaşıldığını aktardı. Vural bunun merkezi bir karar olduğunu belirtti. Ayrıca HDP yaptığı açıklamadan bu gelişme ile ilgili İçişleri Bakanı’nı uygulamadan sorumlu tuttu ve eleştirdi. Görülüyor ki bir bakanın yaptığını başka bir bakan bozuyor. Bu gelişme hükümet içindeki bir çelişkiye işaret ediyor olabilir. Çiller-Ağar ekolünden gelen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, o ekolün geleneksel metotları ile sorunu çözmek istiyor olabilir. Varsa hükümet içindeki bu çelişkinin hangi yönde çözüleceğini önümüzdeki günlerde anlayacağız.
Bir simge olarak beyaz tülbent
Ancak bu olay bize Kürt sorunun çözümünde, en küçük bir adım atmanın ne kadar güç olduğunu göstermesi bakımında önemli. Sonuç olarak bu mevcut yasaların uygulanmasını isteyen bir eylem. Hükümet duyarsız kalınca anneler beyaz tülbentleri ile devreye girdiler ve herkese bir yol gösterdiler. Çözüm yolu barıştan geçiyor. Artık onların tülbentleri çok fazla şeyi simgeliyor. En başta barışı.
Devlet 8 yıldan bu yana Öcalan’a tecrit uyguluyor. Bunun yasal bir dayanağı yok. Sayıları binleri aşan açlık grevi eylemcileri ve ölüm orucundakiler sadece mevcut yasaların uygulanmasını istiyorlar. Sadece hükümlü ve tutuklular değil, Türkiye ve dünyadaki sivil toplum örgütleri, hatta hükümetler bu uygulamaya son verilmesini istiyorlar. İktidar bizim fark ettiğimizden daha büyük bir baskı altında. Anlaşılıyor ki iktidarın bir kanadı bu konularda adım atmak istiyor ve bu sorunu çözmek istiyor. Adalet Bakanı’nın avukat görüşmesine ilişkin yaptığı açıklama bunun kanıtı. Devlet içinde bir kanat da çözüme direniyor. Atılacak adımları domine edebildiklerine göre de hayli güçlü bir kanat bu kanat.
Barışı kazanmanın zorlukları
93’ten bu yana bu topraklarda barış deneniyor. Her defasında bir provokasyon süreçleri bitirdi. Avukat görüşmesi beklenirken, açlık grevinde olan ve her biri kritik sınır aşmış olan tutuklu ve hükümlülerin koğuşunu basmak, kişisel eşyalarına el koymak, onların dışarı ile iletişimini bütünü ile koparmak, yeni bir provokasyon sayılmalıdır. Öcalan’ın mektubu ile birlikte başlayan yumuşama süreci sabote edilmek istenmektedir.
Oysa ki adını ne koyarsan koy 1983’ten beri bir çatışma sürmektedir. Ve kara bir delik gibi Türkiye’nin imkânlarını yutmaktadır. Bugün Türkiye’de ekonomik krizin dünyaya göre çok ağır cereyan etmesinin, bu çatışmayla yakın ilişkisi var. Üstelik içerideki çatışmaya Suriye’deki çatışma da eklendi.
Öcalan, mektubunda Türkiye’nin hassasiyetlerine dikkat çekerken, devlet, en azında devlet içinde bir kanat, Öcalan’ın hassasiyetleri ile oynamayı bir marifet sayıyor. Bütün bunlar Türkiye’de barışı kurmanın zor olduğunu gösteriyor. Bunca yıl süren savaş, ondan yararlanan kanatlar oluşturdu. Şimdi barışı önüne koyanlar, daha büyük bir güç sarf etmek, daha çok çalışmak zorunda. Gelinen noktada tecridin kalkması, açlık grevlerinin ve ölüm oruçlarının herhangi bir can kaybı olmada sonra ermesi önümüzdeki sürecin barışa evrilmesi için elzem. Artık kimse Kürtleri hesaba katmadan bölgede adım atamaz, proje uygulayamaz. O yüzden kıyım ve asimilasyon rüyaları görmeden barışı kurmak en iyisi. Sorunun çözülmediği her gün, faturası giderek büyüyor. Bu durum topluma ve ülkeye büyük zarar veriyor. Barışa dair hiçbir şey bilmiyorsak, (yani cahilsek bu konuda) beyaz tülbentleri ile yollara düşen analara kulak vermeliyiz. Bizim için mutlaka bir sözleri vardır.