Üç haftayı aşkın süreden beri genellikle İstanbul dışındayım. Aralıklı gidip gelmelerle Maraş, Malatya ve Adıyaman arasında dolaşıyorum. Bu yazının okunduğu saatlerde bir aksilik çıkmamışsa birkaç günlüğüne İstanbul’da olacağım. Genellikle kırsal kesimde olduğumdan gazeteleri aralıklı alabiliyor, internete ulaşabildiğim ölçüde sosyal medya ve televizyonlardan gündemi takip etmeye çalışıyorum. Tabii her iki kanalın da olayları kendi bakış açılarından verdiğini göz önünde bulundurarak.
Her üç ilde de gerek kentli gerek kırsal alanlarda halkın siyasete olan yoğun ilgisini ne yaklaşan hasat mevsimi, ne de kendi uğraşları etkileyebilmiş. Tabii içinde bulunduğumuz dönemde siyaset deyince her şeyden önce İstanbul seçimi akla geliyor. Televizyonlarda en çok izlenen programlar seçimlere ilişkin tartışma ve röportajlar. İstanbul’da gördüğüm diziler, mutfak programları ve Survivor buralarda çok geri planda.
Geçtiğimiz pazar günü Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesindeydik. Bir cenaze dolayısıyla gittiğimiz köye Maraş ve Malatya’dan ve civar köylerden kalabalık bir grup gelmişti. Özellikle hal hatırdan önce bana sordukları tek şey, İstanbul seçimlerinde “Kim kazanacak”tan çok “ne yapacağımız”dı.
Ekonomik sıkıntılar buralarda da etkisini giderek arttırmış olmakla birlikte asıl kıyametin bundan sonra kopacağı fikri herkeste hakim. Çiftçinin en önde gelen sorunları hasattan sonraki dönemde ortaya çıkıyor. Elbistan şeker fabrikasının “fındık fıstık” parasına satılmış olmasından sonra pancar üreticisinin geçen hasat döneminden kalma sorunları hala süregelmekte. Ayçiçeği Elbistan’da suyunu çekmiş. Buğday taban fiyatındaki artış, gübre, tarımsal ilaç ve mazottaki artışın yarısı kadar deniyor. Özellikle sulu tarımın yapılmadığı bölgelerde tahıl tarımı, çoğu zaman verilen emeği nazara almasanız bile zararla sonuçlanmaktadır. Hayvancılık yapılamadığı için dağlar ottan dolayı yemyeşil. Bu da beraberinde daha önce da rastlandığı gibi yaz sıcaklarıyla kuruyan otların neden olduğu çok geniş alanlardaki yangınlara ve toprağın daha da çoraklaşmasına neden olabiliyor. Anız yakmaya dönüm başına 60 lira gibi ağır cezalan getirilmiş ama ne derece etkili olur bilinmez. Yol kenarına atılacak bir sigara izmariti bile geniş alanların yanmasına neden olabilir.
Buralarda ekonominin en önemli girdisi, yurt dışında çalışanların buradaki ailelerine katkılarıdır. Tarım ve hayvancılık maalesef geri planda. Bir zamanlar yaylalarında yüz, yüz eli bin koyunun yayıldığı Nurhak dağlarında topu topu üç beş bin koyun bulunmakta. Köylerdeki yaşlı nüfus bir tavuk bile beslemeden yumurtayı kentteki marketlerden almakta, köylerde birkaç inek besleyenler de sütü İstanbul’dan daha pahalı satmakta.
Bölgede eğitim de yerlerde sürünüyor. Gücük nahiyesine eskiden bağlı olan 27 köyde toplam iki okul bulunmakta ve taşımalı öğrenci sayısının tümü benim okuduğum eski Gücük ilkokulunun öğrencisi kadar ancak var. Eski okulların hemen tümü harap halde.
Yurt dışında bulunanların yaz için köylerinde yaptıkları evler, son derece abartılı ve pahalı. Buna rağmen bu yıl o alandaki inşaat çalışmaları da azalma göstermiş. Şehir merkezlerinde ve özellikle bölge insanının tercih ettiği Mersin’de inşaatçıların eski keyfi yok, şikâyetleri artmaya başlamış.
Yazıyı yazıp bitirmeye çalışırken yanıma gelen bir dost, televizyonu açmamı söyledi ve Binali Yıldırım’ın konuşmakta olduğunu gördüm. Evlere şenlik bir röportajdı. YSK’nın gerekçeli kararını okumadığını, arkadaşlardan özetini dinlediğini, dört kişinin muhalefet şerhlerinde hiçbir şey bulunmadığını vs. söylemekteydi. Yanımdaki arkadaşım “haydi bir an önce İstanbul’a git de çalış, burada vakit geçirmenin sırası değil” dedi.
Hemen arkasından Milli Savunma Bakanı’nın açıklaması geldi. TSK, dün (pazartesi) akşamından beri Kuzey Irak’a kara birliklerini indirmiş. Bir yandan yeni bir açılımın müjdesini (!) verip Kürtlerden oy almaya çalışıyorlar, diğer yandan dünyanın neresinde olursa olsun Kürtleri ezerek milliyetçi kesimden oy almaya gayret ediyorlar. Milliyetçileri bilmem, onların Kürt düşmanlığı ya da fobisi Türkiye’nin bütünlüğünü de, laik demokrasiyi de kaale almamalarına neden oluyor ama Kürtlerin artık bu yalan ve kandırmacalara karnının tok olduğunu buralardaki mütedeyyin ve korucu köylerinde bile görüyorum.
Şimdilik tek olumlu gelişme olarak başta Leyla Güven olmak üzere açlık grevlerinin sona ermiş olmasını görüyoruz. Onda da grevi sona erdirenlerin tedavisi yolundaki çalışmaların engellendiğine ilişkin haberler can sıkmakta, can acıtmakta. Umarım hiç olmazsa onlar aşılır.