Sesini duyurabilmek için yaşamını ortaya koymak dışında hiçbir seçeneği kalamadığı bir ülkede yaşıyor olmanın sızısı yürekleri kavururken; eriyen bedenlerle beslenen umut, günbegün büyüdü. Hakikat bir kez daha onu perdelemek, tecrit altında tutmak yokmuş gibi davranmak isteyen tüm hesapları boşa çıkartarak, kutup yıldızı misali, yolunu bulmak isteyenlere rehber oldu. Umarım kimse bu gelişmeyi seçim hesaplarına ve yanlışlığı defalarca kanıtlanmış Suriye politikasına malzeme yapma düşkünlüğü göstermez.
Sekiz yıl aradan sonra İmralı’da avukat görüşü yapılabildiyse, bunun açlık grevlerinin somut bir kazanımı olduğu gün gibi ortada. Yasal bir hakkın kullanılması için binlerce insanın ölümü göze almak zorunda kalması da bu ülkenin garabeti olarak bir kez daha tarihe geçti.
Binlerce tutsağın açlık grevi eylemine katıldığı bu süreçte benim de kaldığım Kocaeli 1 Nolu F Tipi Cezaevi’nde 8 kadın yoldaşımız bu tarihsel süreçte öncülük yaptı. Uzun uzun siyasi değerlendirme yapmak yerine, açlık grevi yapan arkadaşlarımızın, daha eylem devam ederken yaptıkları değerlendirmeleri paylaşmanın daha anlamlı olacağını düşündüm.
DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel’in “Özgürlük ve eşitlik mücadelesi yürütenler açısından direnmek bir yaşam biçimidir” sözü, bu sürecin özünü ifade ediyordu. Hesapsız kitapsız, amasız fakatsız, her koşulda direnişi tercih eden, tereddüt etmeden yoluna devam eden Sebahat’in selamı da üzerimde kalmasın. “Demokratik ve barışçıl bir yaşamı örmek için direnişe katılan, omuz veren herkese selam olsun” diyen Sebahat’in “Direniş sadece itiraz etmek değil, yeni yaşamı örmektir” sözünü de bir kenara not etmek gerekir.
Eylemdeki genç arkadaşlarımızın duygu yoğunluğu direniş boyunca tüm alana coşku ve moral kattı. Yer yer ayak uydurmakta zorlansak da gençlerin enerjisinden, umut dolu gözlerinden hep güç aldık. Aynı odada kalan Hacire Tanırgan ve Rezan Gözen’in ortak duygu ve düşüncesini ifade eden şu sözler tarihe not olarak düştü: “Bu eylemde iyi, güzel ve doğru olanı paylaşmak için yola çıktık. Bizler Kürt halkının evlatları olarak güneşsiz bir ülkeyi değil, güneşle aydınlanan ülkelerin ütopyalarını heybelerimizde taşırız. Bu hakikat yolunda güneş yaşam gerçekliğidir.”
Açlık grevi eylemine katılan bir diğer genç arkadaşımız da Leyla Kazak’tı. İçinde kopan fırtınaları direnişin gücüyle dindiren Leyla’nın her cümlesi, genç kuşağın devraldığı direniş mirasına vurgu yapıyordu. “Bir kadın olarak, bu kutsal direnişin bir parçası olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum” diyen Leyla’nın coşkusu ve heyecanı hiç dinmedi.
Bu süreçte yaşamlarını feda eden 8 tutsağın hayallerinin mutlaka gerçekleşeceğine dair inanç ise herkesin yaşadığı ortak duygunun en güçlü vurgusuydu. Bunun altını çizmezsem, hakikat eksik kalır.
Aynı odayı paylaştığım Laleş Çeliker ise direniş dolu yaşamına 23 yıllık tutsaklığı sığdırmış, ruhu hep genç kalan, kocaman yürekli bir kadın. Sohbetlerinde hep “Toplum vicdanı, etik ve ahlaki tutum” ön palana çıkıyordu. Toplumda sessizliğin tehlikelerine işaret eden Laleş, bu kadar büyük acılar yaşanırken, sessiz kalmanın, toplumu ahlaki çürümeye götüreceğini vurguluyordu. Anneler yerlerde sürüklenirken, sessiz kalmak ile onaylamak arasındaki ince çizginin ortadan kalktığını belirten Laleş’in şu cümleleri toplumsal vicdana ve ahlaka işaret ediyordu: “İmralı tecridinin kırılması, sessiz kalmayanların başarısı oldu. Verilen mesajlar geleceği inşa etmenin onurlu yolunu gösterdi. Mesajlardaki akli, fiziki, ruhi sağlık tüm toplum için elzemdir. Ve bunun yolu sessiz kalmamaktan geçiyor.”
Açlık grevine ilk grupta giren Necla Atak, gözlerimizin önünde erirken, hücre duvarlarını aşan enerjisiyle bizlerin moral kaynağı oldu. İki yıldan beri tecritte tutulan Seher Orçu’yu göremedik ama umudunu ve heyecanını hep yüreğimizde hissettik. Selma Irmak ise sağlık sorunlarına rağmen eylemin dördüncü ayında bile esprileriyle harmanladığı kazanma umudunu hiç eksik etmedi. Biz refakatçilerin payına da yoldaş sıcaklığıyla umutları beslemek, sevgimizle emeğimizle arkadaşlarımızın direniş ruhuna katık olmak düştü.