Türkiye’de emek verenlerin, ekmek uğruna canlarını yitirmediği bir gün dâhi geçmiyor. Bu durum ‘Neler oluyor Türkiye’de?’ sorusunu her an sormamıza ve bunun üzerine kafa yormamıza neden oluyor. Cevabı ise bir o kadar düşündürücü ve de trajik.
Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaşanan işçi ölümlerinin ardından gelişen tepkilere cevaben söylediği ‘öleni an, mücadeleye devam’ sözü tarihin sömürü ve sınıflı yaklaşımına tekrar ayna tutuyor. Ve belki de bu söylem paralı kölelik sistemini daha çok derinleştirerek ve daha da büyüteceğinin zemini oluyor. Özcesi; paranızı veriyorsak, ekmek alabiliyorsanız ve hala yaşayabiliyorsanız neden daha fazlasını istiyorsunuz demek istiyor. Mücadeleden kasıt ses çıkarmadan ölene kadar çalışmaktır. Bu sözleriyle aynı zamanda ne yaptığını, neye hizmet ettiğini, kime kazandırdığını, doğaya insanlara ne kadar zarar verdiğini düşünme! ve de yanında yaşamı örmek isterken can verenleri sadece anarak yetin demektedir. ‘An’ yani ağla sızla ve sus daha fazlasına kalkışma. “Gezi benzeri olaylara asla izin vermeyeceğiz” derken pratik politikasını da bu söylemler üzerine inşa etmektedir. İnsan canının hiçbir şeye tekabül etmemesi, doğa katliamları, ekolojik dengesizlikler ve en önemlisi de sınırsız sömürüyü ifade edecek tek cümle; ‘öleni an, mücadeleye devam’dır. Bu cümle bile başlı başına var olan devlet daha doğrusu iktidar stratejisini en somut şekliyle ortaya koymaktadır. Yıllardır yaşanan işçi ölümleri, doğa talanı ve insan sömürüsünü anlamak için bir soru soruyoruz: ‘Türkiye’de ne oluyor?’ Cevabını ise hızla ve tüm çıplaklığıyla yaşamda buluyoruz: “Sınırsız sömürü ve gasp.”
Ülkede yaşanan bu sorunlar her iki uç arasında gidip geliyor. Bir yandan var olan iktidar politikaları sebebiyle ölümlerin bile olağanlaştığı sömürgeci düşünce tarzı diğer yandan da güvencesiz çalışmanın bir hak ihlali, insanlık ayıbı olduğu gerçeği ile ortada duran emekçilerin ahlaki-politik mücadelesi. Birbiri ile kesinlikle uzlaşmayacak ve uzlaşılmaz olan iki uç düşünce ve yürütülen hak mücadelesini bastıran, yok sayan ve anlamsızlaştıran bir sistem var. Daha dün Kocaeli’nde muhtemelen yol parası olmadığı için bayrama gidemeyen ve kirasını ödemeyecek durumda olduğu için de fabrikada kalmak durumunda olan dört işçi, yanarak can verdiler. Bu ölümlere yenileri eklenecek mi bilemiyoruz, fakat yaşanan daha nicelerini biliyoruz.
Yerleştirilemediği için canına kıyan öğretmen adaylarını, çocuğunun istediği şeyleri alamadığı için intihar eden babaları, kendi ihtiyaçlarını dahi karşılayamadığı için suya atlayarak can verenleri, Suruç’ta evine dönerken polisler tarafından taranan işçileri, Ankara’daki mitingde barış istemek için alanlara çıkan emekçilerin içlerinde patlayan bombaları ve somadaki maden patlamasında yitiren 307 canı da biliyoruz. Peki, bu duruma daha ne kadar deyim yerindeyse ‘mücadeleye devam’ ederek cevap olabileceğiz, işte bu büyük bir muammadır. Doğru yol olarak gösterilen bu ‘mücadele’ daha birçok canı alacaktır, bu mücadele tarzıyla da dün yaşananlar bugünümüzü ve yarınımızı da belirleyecektir. Fakat gerçekten mücadele edenlerin; 1 Mayıs 1977’de direnerek alana girenleri, gezi protestolarında günlerce direnenleri ve en son Türkiye’de yaşanan tüm haksız ve hukuksuzluklara karşı direnen açlık grevi direnişçilerini de bilmekteyiz. Bu nedenle doğru mücadele mutlaka doğru sonuca götürecek gerçeğinin bize gösterdiği sonuçlarla da var olan sistemi kabul etmemenin en doğru yol olduğunu da görmekteyiz