Tarih boyunca Türkiye’de ötekileştirme yalnız devlette değil, egemen kesimde de içselleştirilmiştir. Osmanlının yönetici kadroları gayrimüslimlerin yanında Müslüman ahaliyi de hep aşağılamıştır. Taşralı sözü hep küçümseyici bir sıfat olarak kullanılmış, devletin hakim unsuru sayılan Türkler bile “Etrak-i bi idrak/idraksız Türkler” diye anılmışlardır.
2. Abdülhamit’in sarayın penceresinden bakarken hassa askerlerini teftiş eden bir paşanın “akılsız Türk” diye bir askeri aşağılamasına “paşa paşa, ben de Türküm” demesi bilinen hikayedir. 1789 Fransız Devrimi’nin yarattığı milliyetçilik hareketleri Osmanlıya ancak 19. yüzyılın sonunda gelmiş ve en son Türklere yansımıştır.
İttihat ve Terakki iktidarı ile bu milliyetçilik imparatorluğun tüm halklarına karşı bir aşağılama ve giderek yok etmeye dönüşmüş, 1915’te Ermeni ve Süryanilere karşı girişilen katliamlar bir soykırım olarak nitelendirilecek noktaya varmıştır.
Varlık vergisi, 6-7 Elül olayları da bunların devamıdır. Alevilere karşı ise özellikle Yavuz Selim’in iktidarı ile başlayan kırımlar devam etmiş, Kanuni döneminde ve daha sonra Kuyucu Murat ile sürmüş, Celali isyanlarıyla hak ve adalet peşinde koşan bu inancın sahipleri genç, yaşlı, kadın, çocuk demeden toplu kırımlardan geçirilmiş, açılan kuyulara canlı canlı atılarak katledilmişlerdir.
Koçgiri, Dersim, Maraş, Çorum, Malatya, Sivas, Roboski katliamları bu ötekileştirme ve katliamlar zincirinin Cumhuriyet dönemindeki halkalarıdır. 1937-38 Dersim Tertelesi’nden sonra arttırılan baskı ve şiddet, Alevileri ve Kürtleri bir on yıl kadar sessizliğe sokmuş, 1959’da 49 Kürt aydınına karşı girişilen tutuklama ve aylarca sorgusuz sualsiz Harbiye zindanlarında işkenceye uğratılma ile ilk Kürtlere karşı bu sindirme, asimilasyon ve yok etme faaliyetleri tekrar yürürlüğe sokulmuştur.
Tekke ve zaviyelerin yasaklanmasına rağmen Sünni tarikatlar, her dönemde faaliyetlerini ara vermeden sürdürmüşler, Alevi-Bektaşilerin bir evdeki toplu sohbetleri bile sık sık “bir gerici tarikat basıldı” şeklinde gazetelere haber olmuştur.
Demokrat Parti’nin 1950’de Alevilerin de büyük desteği ile iktidara gelmesinin yarattığı görece özgür ortam ve tarımdaki makinalaşmanın etkisiyle köylerde rençberlikle geçinen Kürt ve Alevilerin geçim/dirlik saikiyle şehir varoşlarına göç etmeleri ve bir kısmının ticaret hayatına atılması, o güne kadar onların ürünlerini ucuza alıp kendi ürünlerini pahalı satan şehirli takımı, yavaş yavaş Kürt ve Alevilerin şehirlere yerleşip esnaflık, tüccarlık, avukatlık, doktorluk, eczacılık gibi meslekleri edinmeleri sonucunda pastadan aldıkları payın küçülmesini hazmedemediler.
Bu gidiş, içten içe bir kızgınlığa, giderek düşmanlığa dönmeye başladı. İlk kez Alevilere karşı yapılan toplumsal hareket, bir tarla anlaşmazlığı bahanesiyle 1966 haziran başında Muğla’nın Köyceğiz ilçesi Ortaca beldesinde meydana geldi, bir kişinin ölümüyle sonuçlandı. İkincisi ise tam bir yıl sonra 11 Haziran’da Elbistan’da tertiplendi.
Dönemin Alevi halk ozanları Aşık Mahzuni, Aşık İbreti, Aşık Nesimi Çimen, Aşık Maksudi (Osman Dağlı) tarafından verilen bir konserin “Türklerin hassasiyetleriyle oynadığı” gerekçesiyle protesto eylemleri yapılmış, iki gün sonraki pazartesi gününün ilçenin pazarı olması ve yalnız Elbistan’ın değil, Afşin, Göksun, Sarız, Gürün, Darende, Akçadağ köylerinden gelen kalabalık grupların bulunduğu bir ortamda planlanan olaylar başlamış, yirmiyi aşkın işyeri tahrip edilmiş, biri Sünni Kürt, biri Alevi Türk ve biri de Alevi Kürt olmak üzere üç kişi öldürülmüştür.
Olaylardan sonra maalesef faillerin ortaya çıkarılmasına ilişkin doğru düzgün bir yargılama olmamış, olay basit bir “mahalle kavgası” havasında gösterilmiştir. Olaylardan sonra dönemin Maraş Valisi sonradan TBMM başkanı da olan Necmettin Karaduman tarafların önde gelenlerini Elbistan’a en yakın Alevi köyü olan Demircilik’te toplamış ve konuşması sırasında “sizinkiler de gençlerine hakim olsun, bizimkiler de” sözlerine o zaman 33 yaşında olan rahmetli ağabeyim Bektaş’ın “Vali bey siz devletsiniz, sizinkiler, bizimkiler diye ayırırsanız biz kime güveneceğiz?” demesi üzerine azarlayıp oradan uzaklaştırmıştır.
52 koca yıl geçmiş aradan. Bu yarım asrı aşkın sürede irili ufaklı yüzlerce olay yaşandı. Toplum olarak faili meçhullerle, Roboski, Maraş, Sivas, Malatya, Çorum, Suruç, Ankara Gar gibi katliamlar, Cizre, Sur, Nusaybin, İdil, Şırnak gibi şehirlerin topa tutulması, onu aşkın şehrin taş taş üzerinde bırakılmamasınca bombalanması, bodrumlarda dumanla öldürülenler, naaşları günlerce sokakta bekletilenler, zırhlı araç arkasına sürüklenenler ve “etkisiz hale getirildiler” “bire on, bire yirmi öldürdük” diye övünme vesilesi yapılanlar, hayatlarını kaybeden asker ve sivillerle birlikte yüzbine yakın canımızı kaybettik. İktidarını, savaşı sürdürmeye bağlı gören AKP yönetimi ve Kürt düşmanlığını varlık nedeni yapan payandası MHP’nin politikalarıyla Türkiye’nin ne toplum, ne de ülke olarak bükünlüğünü koruması mümkündür.
Sözüm ona adına “Millet İttifakı” dedikleri blok ile demokrasi cephesi oluşturdukları ve Kürtlerin her ne pahasına olursa olsun destek vadettikleri İYİ Parti Genel Başkanı sayın Meral Akşener’in seçim döneminde Kürtlere karşı düşmanca tavrını sürdürmesi ne denli demokrat olduklarının göstergesidir. Sayın Akşener, Sayın Erdoğan ve Bahçeli’yi geride bırakarak, Kürtlerin defolup Irak’ın kuzeyindeki Kürdistan’a gitmelerini söylemelerine kızmış, “ne Kürdistanı, orası Türkmeneli’dir” diyerek Kürt düşmanlığındaki yerini ortaya koymuştur.
52 yıldır acısı unutulmayan ve her geçen gün yeni acılarla bu ötekileştermeyi bize hatırlatan katliamların önüne ancak eşit yurttaşlık temeline dayalı bir Anayasa ve demokrasi ile geçeceğimiz anlayışının toplumun tüm katmanlarına hakim olması dileğiyle, bu kirli savaşlarda hayatını kaybedenlerin tümüne rahmetler olsun.