Kamuoyu ağırlıklı olarak İstanbul seçimlerine kitlense de seçimin iptal edilmesinin de nedeni olan temel siyasi yapısal sorunlar ötelenecek gibi değil. Alarm zilleri çalıyor. Küresel güç dengeleri arasında sörf yapmaya çalışırken dengesini ve istikametini kaybeden dış politikanın, dev dalgaların altında kalmasına ramak kaldı. Suriye politikası iflas etti, Kürt karşıtlığı artık para etmiyor. AB üyelik sürecinin sunduğu fırsatlar heba edildiği gibi, Avrupa ile ilişkiler kopma noktasına geldi. Hukuk devleti, denge-denetim, kuvvetler ayrılığı gibi demokratik kriterler rafa kaldırıldı. Temel insan hakları, düşünceyi ifade ve basın özgürlüğü mumla aranır hale geldi. Toplumun demokratikleşme, reform ve barış beklentisi boşa çıkarıldı; çatışma ve savaş hız kesmeden devam ediyor, her gün dört bir yana cenazeler gidiyor
Halk ekonomik kriz altında eziliyor, ekonomi çürüyor. Bütün bu yaşananların faturası sandıktan çıkınca, İstanbul seçimi iptal edildi. Güç devşirmek için her zaman pervasızca kullanılan ötekileştirici, milliyetçi-militarist ağır ağdalı retoriğin oy kaybettirdiği görülünce, kısmen bu söylem terk edildi. 31 Mart öncesi dillerinden düşürmedikleri “beka” söylemi bir kenara bırakıldı. Ama 7 Haziran 2015 genel seçimini kayyum atamaları ile 2014 yerel seçimini yok sayanlar, bu kez de İstanbul’u iptal edince, asıl demokrasinin- sandığı bir beka sorunu ile karşı karşıya kaldığı anlaşıldı. Hal böyleyken, iktidarın lüzumsuz gündemler yaratarak oyalanmasını anlamak mümkün de- çünkü onlar siyaset konuşulursa oy kaybedeceklerini biliyorlar- başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere muhalefetin bu gündemlerin peşine takılmasını anlamak pek mümkün değil. Neredeyse bir ay boyunca YSK tartışıldı. Sanki seçimlere YSK giriyor
Siyasi baskıyla bu karar alındı” deyip geçilecek bir konuyu tartışmaya bir türlü doyamadılar. Ardından, kim mağdur, ne çalındı, kim çaldı, tartışması. Yetmedi iki aday ortak bir televizyon programına çıkacak mı, hangi kanala çıkacaklar, modaratör kim olacak vs. Daha bu bitmeden VIP meselesi, valiye ne dedi, ne demedi tartışması. Şimdi de özel uçakla mı gitti, parasını ödemiş miydi, tatile kimle gitmişti… İnsanın “yeter” diye haykırası geliyor. Dışardaki insanlar ne yapıyor kahvelerde, iş yerlerinde, sokakta, mahallede ne konuşuyorlar, bilmiyoruz ama biz tutsaklar bu laf kalabalığından -hadi kibarlığımdan gevezelik demeyeyim- fena halde bıktık. Ülkenin, toplumun bu kadar ağır sorunları varken, siyasetin bunları konuşuyor olması, demokratik siyasetin en acil ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Demokratik mücadele dinamikleri neyi bekliyor? AKP’nin reformcu bir çizgiye gelmesini mi? Kürt sorunu başta olmak üzere ülkenin temel sorun alanlarına dair çözüm üretmeden siyaset yaptığını zanneden CHP’nin mucizevi dönüşünü mü? Merkez sağda yeni bir oluşum şekillenip, ipleri ele geçirmesini mi?
Siyaset seyirlik bir oyun değildir. Her bir yurttaşın, her toplumsal kesimin temel aktörler olarak kendisini yansıttığı, geleceğimizin istikametinin belirlendiği, yapı taşlarının döşendiği bir sahne, saha performansıdır. Kendimizi -rengimizi- sahada-sahnede yansıtamazsak, siyaset halkın yok sayıldığı iktidar ve güç oyunları gösterisine döner.
Hiç vakit kaybetmeden demokrasiden, hak ve özgürlüklerden, siyasi çözüm ve barıştan yana olan tüm çevreler kollarını sıvayıp, demokratik siyaset kulvarını güçlendirmek için sahaya çıkmalı. Demokratik siyaset, toplumsal uzlaşı, diyalog, empati, müzakere, toplumsal barış gibi temel ilkeleri siyasetin gündemine taşıyarak, çözüm gücü olmalı, tüm siyasi partileri etkileyecek bir mücadele yürütmeli. Bu yapılabilirse, İstanbul seçiminde sandıktan, demokrasi barış ve özgürlük umutlarını güçlendiren bir sonuş çıkacaktır, kimsenin kuşkusu kalmasın.