Bunca sorunumuz varken, her gün ölüm kalım mücadelesi verirken, katliamlara ve katliam provalarına maruz kalırken, başkasının iktidar mücadelesine mi ortak olacağız? Faşist bloklar arasında bir ayrım ve seçim yapmak zorunda mıyız?
Biz 3’üncü yolu ve alternatifi yaratan bir hareket olarak kendimizi CHP ile AKP arasındaki yarışa mı mahkum edeceğiz? Bizim için hangisinin seçileceğinin ne önemi var? Ha Ekrem ha Binali, ha Yıldırım ha İmamoğlu, ha cumhur ha millet, ha AKP ha CHP; al birini vur ötekine. Biz aradan çekilelim ne halleri varsa görsünler, kozlarını paylaşsınlar. Mümkünse sistem içi güçler arasındaki bu çelişkileri derinleştirelim ki bu çelişkilerden doğacak olan zemin devrime alan kazandırsın…
31 Mart seçimlerinde de buna birçok itiraz duyduk. 23 Haziran İstanbul seçimlerinde de benzer itirazları dillendirenler var. Üstelik iktidar bu söylemleri besliyor. Herkesin sığ ve yüzeysel yaklaşmaya hakkı olsa da Kürtlerin böyle bir hakkı yok. Böyle diyemez, böyle yaklaşamayız. Böyle düşünen kendisini nesneleştirmiş, bu kadar temel ve hayati bir konuda seyirci pozisyonuna itmiş olur. Derdi özgürlük, demokrasi ve eşitlik olan Kürtler ve demokrasi güçleri bu seçime dünü, bugünü ve yarını göz önünde bulundurarak yaklaşmak zorundadır.
Yapılan seçimi sistemin iki ucu arasında bir yarış olarak görmek büyük bir yanılgıdır. İstanbul seçimleri kimin kazanacağından bağımsız olarak değişim, demokrasi, eşitlik ve özgürlük talep eden, bunun için mücadele eden toplumun büyük bir kesimi ile buna karşı statükoyu, topluma yönelik baskı ve şiddeti dayatanlar arasında bir mücadeledir. İstanbul seçimleri AKP ile CHP arasındaki süren bir yarış değil, demokrasi ile baskı rejimi arasında bir tercihte bulunmaktır. Buradaki demokratik eğilimi adaylardan biri temsil etmek zorunda değildir, buradaki demokrasi arayışı ve eğilimi bizatihi toplumun iktidar pratiğine yönelik geliştirdiği itirazdır.
İstanbul seçimleri o yüzden en çok ezilenler, emeği çalınanlar, dili, kültürü ve kimliği inkar edilenler ve sömürülenleri ilgilendirir. İstanbul seçimleri toplumun mevcut durumu kabul edip etmeyeceğinin göstergesidir. 31 Mart seçimlerinde bütün hilelere rağmen, toplumun büyük bir kesimi faşizmi, baskıcı yönetimi, otoriter anlayış ve dayatmayı kabul etmediğini, değişim istediğini, bu yönde irade beyanında bulunduğunu gösterdi. İstanbul seçimleri YSK eliyle topluma dayatılan açık hukuksuzluğa ve haksızlığa yönelik verilecek cevaptır.
Ve bu seçim esas itibariyle Türkiye’nin demokrasi seçimi olduğu kadar Kürt ve Kürdistan seçimidir aynı zamanda. Kürtler değil bizatihi baskıcı rejimin sahipleri bu seçimleri bir Kürdistan seçimine dönüştürmüştür. Daha düne kadar partisi Kürdistan’ı inkar ederken Binali Yıldırım sanki İstanbul’a belediye başkan adayı değil, Kürdistan’a başkan adayı olmuş gibi bir hava estirmektedir. Bu, temel meseleleri araçsallaştırmaya yönelik Türkiye’deki siyasi elitin değişmez kuralıdır. Son 3 seçimdir, seçimlerin temel tartışması Kürtler ve Kürdistan’dır. Çünkü seçimlerin kaderini ve ülkenin hangi yöne evrileceğini belirleyen Kürtlerin siyasal yaklaşımıdır. Kürt ve Kürdistan meselesini seçim sürecinde araçsallaştıran iktidar elitlerinin yaklaşımı ise sahtekarca ve iki yüzlücedir.
Kürdistan tartışmasında iki yıl önceki referandum sürecindeki aynı şeyi yaşıyoruz. 16 Nisan 2017 referandumundan önce bizzat bu iktidar İstanbul’da Kürdistan bayrağını göndere çekti. Sonra da bunu Rudaw muhabirine servis ettirdi. Ancak yine bizzat bu iktidar Kürtlerle işi bittiğini düşündüğü anda yani 16 Nisan referandumundan sonra, Kerkük’e Kürdistan bayrağı asıldığı için kıyametleri kopardı. Seçim için İstanbul’a Kürdistan bayrağı asan iktidar, Kerkük’teki Kürdistan bayrağını indirmeye kalktı. Kürdistan referandumuna karşı İran ve Irak yönetimlerini yanına alarak adeta savaş başlattı. AKP’nin bugün Kürtlere şirin görünmek için Kürdistan ismini dillendirmesi, Kürtçe konuşması eğer başarılı olursa yarın Kürtlere ve Kürdistan’a yapılacağı saldırının hazırlığıdır. İstanbul’a başkan olduklarında kendilerini Kürdistan kayyımı sanacaklar. Üstelik bunu Kürtlerin de onayı ile yaptıklarını düşünecekler. Zaten günler sonra ortaya çıkan Erdoğan dün Rojava’ya yönelik tehditleri ile bunu bir kez daha gösterdi. O yüzden Kürtler, İstanbul’da sandık başına gittiğinde Binali Yıldırım’ın Kürdistan sözü kadar, Efrin’i, Kerkük’ü, Kürdistan Referandumunu, Cizre’yi, Sur’u, Silopi’yi, yakılan kentlerini, tutuklanan seçilmişleri, atanan kayyımları, gasp edilen belediyeleri, Kürdistan isminin yasaklanmasını, indirilen Kürtçe tabelaları ve buna karşı “Kürtçe gerekliyse onu da biz konuşuruz” diyen anlayışı, bir halkın değerlerine yapılan hakaretleri göz önünde bulunarak oy verecektir.