Rusya, ABD ve İsrail güvenlik danışmanları bölgesel güvenlik meselelerini tartışmak üzere haziran ayı sonunda Kudüs’te bir araya gelecekler. Ancak gündem Ortadoğu’da güvenlik sorunu olduğunda bir tek bu üçlünün bir araya gelmesi dikkat çekici. Özellikle de Suriye’de savaşın tıkandığı bir dönemde… Daha dikkat çekeniyse toplantının Kudüs’te yapılmasıdır. Bu anlamda tarihte de bir ilk. ABD, Rusya ve İsrail ilk defa Kudüs’te böylesi bir toplantı gerçekleştirecekler. Ancak toplantı daha başlamadan farklı yorumlar çıkmaya başladı. Bu yorumların gelişmesine neden olan hususların başında, toplantı yeri olarak Kudüs’ün seçilmesi geliyor. Kudüs tercihi kesinlikle rastgele bir tercih değil. Bilinçli bir tercihtir ve siyasi mesajlar barındırıyor. Bu mesajlardan birincisi; üzerinde tarihi ve siyasi çelişkiler bulunan Kudüs’ün İsrail toprağı olduğu ve bunun ABD’nin yanı sıra Rusya tarafından da kabul edildiğinin deklere edilmesidir. Bu, dünyanın iki süper gücünün Müslüman ve Arap dünyasına mesajıdır. İkincisi de, toplantının İsrail’in güvenliği amaçlı olduğu intibasının yaratılmasıdır. Ama aslında İsrail’in güvenlik sorununun gündeme gelmesi için ABD ve Rusya arasında böylesi bir toplantının yapılmasına dahi ihtiyaç olmadığı herkes tarafından biliyor. Çünkü İsrail, ABD ve Rusya’daki güçlü Yahudi lobisinden kaynaklı, her iki devletten de istediği zaman istediği desteği alabilecek güce zaten sahip.
Toplantıya dair dikkat çeken bir diğer yön ise Ortadoğu’daki güvenlik sorunlarının ele alınacağı belirtilmesine rağmen Ortadoğulu hiçbir gücün toplantıya katılmamasıdır. İsrail bölge camiasında Ortadoğulu dahi kabul edilmiyor. Toplantı gündemi İran ve Suriye dahi olsa neden Suudi Arabistan, Mısır yada Türkiye bölgesel güvenlik sorunlarının tartışılacağı böylesi bir toplantıya dahil edilmesin ki? Çünkü toplantının esas amacı, İran’ın bölgesel etkisini tartışmaktan ziyade, Ortadoğu’da son yıllarda ABD ile Rusya arasında artan çelişkilere çözüm arama isteminden kaynaklanıyor. Bu noktada toplantının ana konusu İsrail değil, hatta tam tersine İsrail ABD ile Rusya arasında arabulucu rol oynuyor. ABD ile Rusya arasında yaşanabilecek her türlü gerginlikte İsrail ve Yahudi lobisinden daha uygun bir arabulucu da bulmak zor. Böylesi bir arabuluculuğu gerektiren nedenler ise devam eden Üçüncü Dünya Savaşı’nın karakteristik özelliğiyle bağlantılı. Çünkü bu savaş, önceki iki dünya savaşından farklı olarak, kesin ihtilaf ve ittifak çizgileri barındırmıyor. İki güç aynı anda ittifak halinde oldukları gibi çatışmalı da olabiliyorlar. Şu an bölgede Türkiye-İran, Türkiye-ABD, Rusya-Türkiye ilişkilerinde açıkça yaşandığı gibi. Rusya ve ABD de küresel düzlemde benzer bir ilişki-çelişki diyalektiği izliyorlar
Ancak Ortadoğu’da derinleşen Üçüncü Dünya Savaşı’nda ABD bölgesel bir değişim yaratmaya çalışırken, Rusya, Sovyetlerin yıkılmasından sonra içine büzüldüğü kalıpları kırma arayışında. Bu durum ister istemez dünyanın bu iki büyük askeri gücünü karşı karşıya getirme riski barındırıyor. Şimdiye kadar bu riskin en fazla hissedildiği yer de Suriye oldu ki; ABD ile Rusya arasında 2014 yılında yapılan yazılı olmayan bir anlaşmayla Fırat’ın doğusu ABD’nin, batısı da Rusya’nın kontrolüne bırakılarak bu risk düşürülmeye çalışılmıştı. Fakat ABD, Minbic ve Tabka süreçleriyle, 2014 anlaşmasını ihlal etmeye başladı. Mart 2019 öncesine kadar bölgedeki IŞİD tehdidinden dolayı her iki güç arasındaki çelişkiler açık şekilde yansımamış olsa da Rusya bu konudaki tepkisini özellikle Türk devleti eliyle ‘Minbic sorunu’ şeklinde yansıtıyordu. Rusya bu tepkisini Türk devletinin ABD’ye karşı duyduğu rahatsızlıktan yararlanarak ABD’yi zayıflatma, NATO’yu parçalama siyaseti şeklinde ortaya koyuyordu. Ki, şu an devam eden S-400 gerginliği de aslında bu siyasetin bir parçası.
ABD de Rusya’nın bu siyasetine F35 sorunu ve ‘İran’ın Suriye’de artan etkinliği’ adı altında karşı hamle yaptı. ABD her ne kadar artan İran etkisini gerekçe gösteriyorsa da özünde Suriye’nin tamamına müdahale etmenin kapısını aralamaya çalışıyor. Bunun kılıfını ‘İsrail’in güvenlik sorunu’ ve ‘İran’ın artan etkinliği’ şeklinde oluşturuyor. Bu şekilde Rusya’yı baskı altına alıp hareket edemez hale getiriyor. İran’ın etkinliğini adı altında, Suriye rejimini ekonomik ve diplomatik baskı altına alıp Rusya’yı zayıflatmaya çalışıyor. Basına yansıyan ABD’nin Suriye ile ilgili 10 maddelik yeni planının özü de bunu ifade ediyor. Tabi, ABD-Rusya gerginliğine son dönemde bir de İdlib sorunu eklendi. Sorunun kökeninde de ABD’nin Türk devleti eliyle İdlib’e müdahalesi yatıyor. Aslında ABD’nin müdahalesi sadece İdlib’le de sınırlı değil. Fırat’ın batısının tamamını kapsıyor. ABD’nin bu tutumu, Rusya ve Suriye rejiminin İdlib’de yürüttüğü askeri operasyonun tıkanmasının da nedeni. Ancak Suriye’de ABD’nin zayıf noktası, müttefik seçtiği iki gücün uzlaşmaz tutumu. Ki, Fırat’ın doğusundaki Demokratik Suriye Güçleri ile Fırat’ın batısındaki Türk devleti ortak paydalarda birleşmede zorlanıyor. ABD bu zayıf noktayı aşmak için Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’i görevlendirmiş durumdu. Jeffrey, ‘güvenli bölge’ adı altında Türk devleti ile Kuzey-Doğu Suriye yönetimi arasında uzlaşı noktası yaratmak için mekik dokuyor. Ancak böylesi bir uzlaşı yaratmak sanıldığından çok daha zor. Kudüs toplantısı işte tam da bu noktada anlam kazanıyor. Toplantı esasında, 2014 anlaşmasının geçersiz hale gelmesiyle ABD ve Rusya arasında artan gerginliği ve karşı karşıya gelme riskini düşürmeyi amaçlıyor. Yahudi lobisi tarafından planlanan Kudüs toplantısının temel gayesi, ABD ve Rusya’nın çatışma riskini düşürecek yeni bir bölgesel paylaşım planı hazırlamaktır.