Türkiye’nin yakın tarihine damgasını vuran Gezi Direnişi’nin davası başladı.
2013’teki Gezi Parkı olaylarına ilişkin aralarında iş insanı Osman Kavala’nın da bulunduğu 2’si tutuklu 6’sı firari, 16 kişinin yargılandığı davanın duruşması İstanbul 30’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı. Davanın duruşması Silivri Cezaevi kampüsü karşısında bulunan duruşma salonlarında görülüyor. Duruşma için içerisinde çok sayıda Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekili, Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü Gülistan Kılıç Koçyiğit, insan hakları savunucuları, yabancı heyetler ve yüzlerce kişi sabahın erken saatlerinde Silivri Cezaevi önüne geldi. Duruşmayı izlemek için gelenler, arama noktalarından geçti. Yurttaşların cezaevi önüne gelişi devam ederken, yurttaşların bariyerlerde bekleyişi sürüyor.
Yüzlerce avukat da, duruşma salonuna geldi. Avukatların geldiği duruşma salonuna izleyiciler de alınmaya başlandı. İzleyicilerin salona alınması ile duruşma başladı.
Tutuksuz sanıkların yerini aldığı duruşma salonunda, her sanık için 3 avukat sınırlaması getirildi. Basın için de 5’i yabancı, toplamda 25 basın çalışanı alınacağı belirtildi.
Yapılan kimlik tespitinin ardından İş İnsanı Osman Kavala savunma yaptı. 20 aydır tutuklu bulunmasına neden olan suçlamaların olgusal temele oturmayan, mantığa aykırı bir dizi iddiaya ve delillerle desteklenemediğini, varsayımlara dayandığını dile getirerek savunmasına başlayan Kavala, “Somut olgular tahrif edilerek, fantastik bir kurgu üretilmiştir. İddianamede, Gezi olaylarının Hükümet’i devirmeye yönelik bir kalkışma olarak, George Soros tarafından planlandığı, Gezi eylemlerinin bu plan uyarınca yine Soros tarafından finanse edildiği; benim de bu planlama sürecine katıldığım, Soros kaynaklı finansmanı Gezi olaylarına aktardığım, Gezi olaylarının yöneticisi ve organizatörü olduğum tespitlerinde bulunulmuş. Şöyle deniyor: ‘Mehmet Osman Kavala’nın ülkemizde önderliğini ve koordinesini yaptığı yapının illegal yapılara ve silahlı terör örgütlerine eylemde bulunmaları maksadıyla ortam hazırladığı, bu ortam ve dış ülkelerin baskısıyla T.C. Hükümeti’ni istifaya zorlamak gayesi güdüldüğü; bunun gerçekleşmemesi halinde ise silah kullanımı ve iç savaş senaryolarına uygun ortamı hazırlamak gibi gizli silahları da hazırda beklettiği anlaşılmıştır.’ Bu son derece haysiyet kırıcı bir suçlamadır” dedi.
‘Demokrasinin eksiksiz uygulanmasını savundum’
Çeşitli sivil toplum örgütlerinin kuruluşlarında ve yönetim kurullarında yer aldığını dile getiren Kavala, “İddianamede adı geçen Açık Toplum Vakfı’nın Yönetim Kurulu üyesi olmadan ve Anadolu Kültür kurulmadan önce Türk-Yunan Dostluk Derneği’nin, Güneydoğu Avrupa’da toplumlar arasında barışa ve iş birliğine katkıda bulunmak için Selanik’te kurulan Demokrasi ve Uzlaşma Merkezi’nin ve benzer amaçlarla ülkemizde kurulan Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin kurucuları arasına katıldım. Bu kuruluşlar bünyesinde, toplumsal kesimler arasında barışa, diyalog ve uzlaşmaya hizmet edecek projelere destek olmaya gayret ettim. Kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’nin hukuk ve demokrasi normlarının ülkemizde eksiksiz uygulanmasını, içselleştirilmesini, Avrupa Birliği ile bütünleşmeyi savundum. Sivil toplum alanından ve akademi çevrelerinden aynı duyarlılığı paylaştığım kişilerle birlikte, bu süreci zora sokan olumsuz gelişmeler, özellikle yargıdaki sorunlu uygulamalar ile ilgili basın bildirileriyle uyarıcılık görevini yerine getirmeye çalıştım” ifadelerini kullandı.
‘Hiçbir gizli planım olmadı’
Ergenekon ve Balyoz davalarındaki hukuksuzlukları eleştiren yazılar kaleme aldığını dile getiren Kavala, sözlerine şöyle devam etti: “Sivil toplum alanında faaliyetlerde bulunan bir iş insanı olarak sosyal ve siyasi konularda görüşlerimi şeffaf biçimde kamuoyu ile paylaştım. 40 yıla yakın bir süre boyunca yürüttüğüm faaliyetlerle ilgili kamuoyuna yaptığım tüm açıklamalarda, gerçekleri çarpıtmadan, olduğu gibi aktarma ilkesine riayet ettim. Hiçbir zaman gizli bir planım, faaliyetim, bir örgütle, cemaat yapısıyla gizli bir ilişkim olmadı. İddianamede de görüldüğü gibi benim hiçbir konuşmamda ve faaliyetimde gizlilik unsuru bulunmamaktadır; üstü kapalı, gizli bir plana veya teşebbüse yönelik olarak şifreli konuştuğumu ima eden, anlaşılması zor hiçbir ifadem yoktur. Tüm konuşmalarım aynı cep telefonundan, tüm yazışmalarım aynı mail adreslerinden yapılmıştır; bilgisayarımda önemli bilgiler içeren silinmiş hiçbir dosya yoktur. Takdir edersiniz ki bu durum, gizli bir kalkışma planını gerçekleştirmek için çalışan, gizli bir şebekeyi yöneten birisinin davranış biçimine uygun değildir. İddia makamının hangi faaliyetimden, eylemimden, düşüncemden ötürü darbeye ortam hazırlamaya, hatta iç savaş çıkarmaya yönelik böylesine sinsice bir planı yürüttüğüm hükmüne varmış olduğunu anlamak mümkün değildir.”
‘Savcı sorgulamaya gerek duymadı’
Emniyet sorgusunda iddianamede yer alan finansman aktarımı ve örgüt ilişkileriyle ilgili iddiaların kendisine sorulmadığını belirten Kavala, “Dolayısıyla bunlarla ilgili açıklama yapma imkanı verilmedi. Sorgumda, Gezi Olayları ile ilgili konu edilen tek bulgu, Gezi Olayları’ndan 3 ay sonra Brüksel’de açılan fotoğraf sergisi olmuştu. Savcı, iddianamede yer alan kurguyu hazırlamadan önce beni sorgulamaya gerek duymadı. Suçlu olduğuma dair kanaatin gözaltına alınmamdan önce kesinleştiğine ve somut olgulardan kopuk bir sabit fikir haline dönüştüğüne inanıyorum” diye belirtti.
‘İddianamedekileri tanımıyorum’
Emniyetteki sorgusunda telefon görüşmelerinin dinlenmesine 30 Temmuz 2012 tarihinden itibaren başlandığının anlaşıldığını dile getiren Kavala, “Ancak Gezi olaylarıyla ilgili kanıt olarak sunulan konuşmaların tamamı Gezi protestoları başladıktan, çeşitli şehirlere yayıldıktan, kitlesel katılımlı gösteriler gerçekleştikten sonraki tarihlere ait. İddianamede bir kalkışma planı hazırladığıma, böyle bir plandan bilgi sahibi olduğuma dair hiçbir kanıt, bulgu, işaret mevcut değildir. Gezi olaylarının hazırlık aşamasında etkin olduğu iddia edilen OTPOR / CANVAS örgütlerinden hiç kimseyle tanışmıyorum, yine hazırlık aşamasında yer aldığı iddia edilen Mehmet Ali Alabora ile tek temasım, Gezi olayları başladıktan sonra yapılan iki telefon konuşmasından ibarettir” diye konuştu.
‘Kanıt, bulgu, işaret mevcut değildir’
Kavala, iddianamede Haziran – Temmuz 2012 tarihleri arasındaki dış seyahatlerinin Gezi olaylarının hazırlığı amacıyla yapıldığı iddiasının temelsiz olduğunu vurgulayarak, “Bu seyahatlere, hangi toplantılar ve ne amaçlarla gitmiş olduğum gizli değildir. İddianamede, benim bu gizli planı icra etmek için Soros’un finansmanını Yönetim Kurulu Üyesi olduğum Açık Toplum Vakfı ve Yönetim Kurulu Başkanı olduğum Anadolu Kültür vasıtasıyla Gezi olaylarına aktardığım iddia ediliyor. Ancak, iddia edilen kalkışma planını ve eylemini hangi örgüt aracılığı ile yürüttüğüm belirsiz. Ne bu kuruluşlar ne de iddianamede adı geçen diğerleri, Hükümeti devirme eyleminin yürütücüsü olarak nitelendirilmiş değiller, böyle suçlanmıyorlar. Hükümeti devirme ve iç savaşa yönelik kaos ve kargaşa çıkarma planının, çeşitli örgütlere yerleştirilmiş, benim, dolayısıyla Soros’un talimatları uyarınca bu örgütleri yönlendiren kişilerden oluşan gizli bir yapı tarafından yürütülmüş olduğu iddia ediliyor. Bu davada yargılananlar da bu gizli yapının üyeleri olmakla suçlanıyorlar. Farklı kuruluşlarda, farklı faaliyetlere katılmış olan bu insanların, aynı amaç için ortak bir irade gösterdiklerine, birbirleriyle sistematik bir ilişki içerisinde olduklarına, benden talimat aldıklarına, bu talimatlar doğrultusunda eylemde bulunduklarına dair hiçbir kanıt, bulgu, işaret mevcut değildir” dedi.
‘Birkaç kişiden oluşan bir gizli örgüt’
Yapmış olduğu konuşmaların hiçbirinde eylem talimatı olarak anlaşılacak bir ifadesinin olmadığını dile getiren Kavala, “Birkaç kişiden oluşan bir gizli örgütün, 80 ilde, milyonlarca kişinin katıldığı protesto eylemlerini yönlendirmiş olması, oldukça fantastik bir iddiadır. Bu iddianın içerdiği orantısızlık, iddianamedeki kurgunun mantıki temelden de yoksun olduğunu göstermektedir. Bu davada yargılananların bir kısmını Anadolu Kültür’de birlikte gerçekleştirdiğimiz projelerden dolayı tanıyorum. Bazılarıyla farklı sivil toplum faaliyetleri sırasında tanışmıştım. Şahsen tanışmadığım, ancak ortak arkadaşlarımız olması nedeniyle haklarında bilgi sahibi olduklarım da var. Bu insanların benim ya da başkasının talimatıyla gösterilere katılmaları, gösteri düzenlemeleri söz konusu olamaz. Bu iddia temelsiz, mantıksız, aynı zamanda son derece yakışıksız bir suçlamadır” sözleri ile savunmasına davam etti.
‘Bir kurgudur’
Kavala, iddianamenin kurgusunu da şu sözlerle dile getirdi: “Gezi olaylarının Hükümet’i devirmek amacıyla kaos, kargaşa, iç savaş çıkarmaya yönelik bir tertip olduğu, bu tertibin farklı kuruluşlarda faaliyet gösteren kişilerden oluşan bir yapı tarafından yürütüldüğü iddiaları Ergenekon davasındaki kurguyu akla getirmektedir. Bu durum şaşırtıcı değildir, zira iddianamenin tamamına yakın bölümü FETÖ/PDY üyeliğinden suçlanan Savcı’nın ve Emniyet Müdürü’nün hazırlamış oldukları soruşturma dosyasından alınmıştır. Bu savcı hakkında ‘kurgu yoluyla kişiler arasında irtibat kurma, iddia edilen suçlara ait herhangi bir unsur veya hukuki veri içermeyen bilgi ve bulgularla hareket etme’ iddiaları mevcuttur. İddianamenin sonunda, kullanılan bilgilerin alındığı soruşturma dosyasının ‘FETÖ/PDY militanı oldukları tespit edilmiş olan şahıslar tarafından başlatılmış ve yönlendirilmiş olduğu’ ifade edilmiş, ancak tüm delillerin ve tapelerin ‘yeniden kıymetlendirildikleri’ belirtilmiş. Ancak, iddianamenin eklerini incelediğimizde ortaya çıkan, sadece delil olarak kullanılan malzemenin, tapelerin değil iddianamenin temel kurgusunun da bu şahıslar tarafından hazırlanmış dosyadan alınmış olduğudur. Bu gerçeği FETÖ/PDY mensubu olarak suçlanıp tutuklanmış olan Eski KOM Daire Başkanı’nın 15 Haziran 2013 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yollamış olduğu ‘Analiz Raporu’ndan anlıyoruz. Gezi olaylarının planlı bir senaryonun ürünü olduğu, Occupy Turkey hareketinin, OTPOR / CANVAS örgütlerinin, Mehmet Ali Alabora ve arkadaşlarının olayların hazırlık aşamasında yer aldıklarına dair iddialar kelimesi kelimesine bu rapordan alınmadır.”
‘Maddi kanıtlar olması gerekir’
“Gazete yazılarını kullanarak emniyet raporları hazırlamak ve bu raporlar temelinde somut delillere gerek duymadan iddianameler hazırlamak Fethullah Gülen yapılanmasının emniyette ve yargıda etkin olduğu dönemde sık rastlanan bir uygulamaydı” diyen Kavala, “İddia makamı da bu kurguyu ve yöntemi benimsemiş, somut delil aramaya, beni sorgulamaya gerek duymadan, benim Gezi olaylarına Soros’un kaynaklarını aktardığım iddiasında bulunmuştur. Anlaşılan, benim Açık Toplum Vakfı Yönetim Kurulu üyesi olmam George Soros’la birlikte Gezi olaylarını planladığım ve finanse ettiğim iddiası için yeterli görülmüş olmalı. İddianamede Gezi olaylarına aktarmış olduğum iddia edilen Soros finansmanı, suçu işlemenin temel aracı, yani, hakkımdaki suçlamanın maddi temeli haline getirilmiştir. Ancak bu durum, suçlama ile ilgili kanıt yokluğunu gidermemektedir. Aksine, daha çarpıcı hale getirmektedir. Açıktır ki, bu iddianın ciddiye alınabilmesi için maddi kanıtların mevcut olması gerekir. Böylesi bir finansman aktarımının iz bırakmadan gerçekleştirilmiş olması mümkün değildir” dedi.
‘Özel bir yetkim olmadı’
İddianamede yer alan tüm mali bilgilerden ve MASAK Raporu’ndan da anlaşılacağı gibi kendisi aracılığı ile Gezi olaylarına aktarılmış olan herhangi bir maddi kaynağın mevcut olmadığını sözlerine ekleyen Kavala, “Yönetim Kurulu Başkanı olduğum Anadolu Kültür’ün, Açık Toplum Vakfı’ndan almış olduğu tüm fonlar mahkemenize sunacağımız 2013 yılı faaliyet raporunda da görüleceği gibi, kültür sanat çalışmaları, sergi hazırlıkları ve benzer projelerin kısmi finansmanı için kullanılmıştır. Bu fonların hangi projeler ve proje kalemleri için, nasıl kullanılmış oldukları Anadolu Kültür A.Ş’nin kayıtlarında açıkça görülmektedir. Anadolu Kültür’ün tüm hesapları da denetimden geçmiştir. Hesaplarla ilgili mali müşavir raporu daha önce mahkemenize sunulmuştur. 2013 yılında Açık Toplum Vakfı ile Anadolu Kültür A.Ş arasındaki hesap hareketlerinde daha önceki yıllara göre herhangi bir olağanüstü durum söz konusu değildir. Farklı kaynaklardan alınmış olup, 2013 yılında Anadolu Kültür’den proje destekleri olarak çıkan toplam 2.009.230 TL’nin hangi projeler için kimlere aktarıldığı da bellidir. Bunların hiçbiri Gezi ile ilgili değildir. Ben Açık Toplum Vakfı’nın yönetim kurulunda, diğer üyelerden hiçbir farkı olmayan bir statüde görev yaptım, hiçbir zaman fon yönetecek, para transferleri yapacak özel bir yetkim olmadı” diye konuştu.
‘Varsayımlar üzerine inşa edilmiştir’
Savcılığın kendisi ile ilgili suçlamasının maddi temelini oluşturan George Soros’un kendisi üzerinden Gezi olaylarını finanse ettiği iddiasının, kendisiyle ya da Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Anadolu Kültür ile ilgili herhangi bir mali bulguya dayanmadığını kaydeden Kavala, “Benim üzerimden Gezi olaylarına finansman aktarıldığına dair hiçbir kanıt mevcut değildir. MASAK Raporu’nu açıklayan 6 Mart 2018 tarihli Savcılığa gönderilen Emniyet yazısında ‘para transferlerinde adı geçen şahıslar arasında, soruşturma kapsamındaki şüphelilerin adına ve soruşturma konusu olaylarda şüpheli olarak hakkında adli işlem yapılan şahısların adına rastlanılmamış olduğu’ tespiti net bir şekilde yer almaktadır. Anadolu Kültür A.Ş’den Gezi olaylarıyla ilgili kişilere yönelik bir fon aktarımının olmadığına dair MASAK Raporu 18.01.2018 tarihinde soruşturma dosyasına konulduktan ve suçlamanın maddi temelden yoksun olduğu ortaya çıktıktan sonra dahi, iddianamedeki kurguda ısrar edilmesi ve ‘delil durumunda bir değişiklik olmadığı’ gerekçesiyle tahliye taleplerimin reddedilmesi vahim bir hukuk ihlalidir. Hakkımdaki suçlamanın temelinde Gezi olaylarına finansman aktardığım iddiası olduğuna göre, bu konudaki mali kayıtlar ve MASAK raporundan daha önemli delil ne olabilir? Tutuklanmamdan önce ya da sonra ortaya çıkarılmış hangi delil MASAK raporu sonuçlarını önemsiz hale getirmektedir? Açıktır ki iddianamedeki kurgu olgusal bir temele oturmamaktadır; delillerle desteklenmeyen varsayımlar üzerine inşa edilmiştir” ifadelerini kullandı.
Anadolu kültürünü anlattı
Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Anadolu Kültür’ün toplumsal olayları, sosyal ve siyasi sorunları konu eden sergi, film gibi projelere destek verdiğini belirten Kavala, “Bu tür sanat ürünleri ‘ajitasyon’ maksadı, eyleme çağrı mesajı taşımazlar. İzleyicilerin olaylar hakkında düşünmelerini ve tartışmalarını teşvik etmeyi, toplumsal meselelere eleştirel bir gözle bakabilmelerine katkıda bulunmayı amaçlarlar. Gezi Olayları ile ilgili Depo’da açılan fotoğraf sergisi de, Brüksel’de Carnegie Vakfı tarafından gösterilen fotoğraf sergisi de bu özelliktedir. Gezi olaylarını konu alan film projesi, iddianamede yer verilen konuşmalardan rahatça anlaşılacağı gibi, Gezi olaylarını yaygınlaştırmaya yarayacak bir araç olarak değil, uluslararası festivallerde gösterilecek kalitede bir sanat ürünü olarak düşünülmüştür. İddianamede yer alan projeye hazırlık maksadıyla üretilmiş olduğu iddia edilen videonun ise ne benimle ne de film projesini gerçekleştirmek için gayret göstermiş olan Çiğdem Mater ile ilgisi bulunmamaktadır” diye belirtti.
‘Tamamen temelsizdir’
Kendisinin de desteği ile gerçekleştirilmesi düşünülen medya organının da iddia edilen suçla ilişkilendirmenin tamamen temelsiz olduğunu dile getiren Kavala, “Bu projeyle ilgili girişim, işlerini kaybetmiş olan gazeteciler ve televizyon çalışanları tarafından başlatılmıştır. Amaçlanan, gazetecilerin yönetiminde, eleştirel bir bakış açısıyla nesnel haber veren bağımsız bir medya organının kurulmasıdır. Bu organın sahibi bir patron olmayacağından, gazetecilere destek olmak amacıyla, projenin gerçekleşmesi için gerekli finansmanın çeşitli fonlardan sağlanmasına yönelik bazı görüşmelere ben de katıldım. Dünyanın en itibarlı basın organlarından olan İngiltere’de çıkan The Guardian gazetesi ile iş birliğine ilişkin yapılmış olan görüşme, nasıl bir yayın organının amaçlandığını ortaya koymaktadır. Benimle ilgili suçlamaya dayanak olarak kullanılan bu iki spesifik faaliyetin ikisinin de gerçekleşmemiş olmaları, suçlama ile eylemler arasındaki kopukluğu göstermektedir. Bu örnekler suçlamadaki mantıksal tutarsızlığı da ortaya çıkarmaktadır.
İddianameye göre Gezi olaylarının yaygınlaştırılması için temel önemde bir araç olan, ancak kaynak bulunamadığından gerçekleştirilemeyen yayın projesine nasıl olur da Soros tarafından önceden gerekli finansman sağlanmamış olabilir? Bu durum Soros’un Gezi olaylarını planladığı ve finanse ettiği iddiasıyla nasıl bağdaştırılmaktadır? Bu örneklerin hiçbirisi benim ya da Anadolu Kültür’ün Gezi olaylarına finansman aktardığını göstermemektedir. Benim Gezi olaylarına finansman aktardığıma dair iddia, George Soros’un Gezi olaylarını finanse ettiği varsayımına, bu varsayım ise gazetelerde çıkmış birtakım haberler ve yazıların gerçekleri yansıttığı varsayımına dayandırılmaktadır” diye konuştu.
‘Halk hareketlerini küçümseyici bakış açısıdır’
İddianamede yer alan “Soros’un Gezi Kalkışması sürecine etkisi gerek basında gerek siyasi ve akademik çevrelerde çokça konuşulmuş, bu nedenle Açık Toplum Enstitüsü kurucusu George Soros’un ayaklanmaların yaşandığı diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde yaşanan Gezi Kalkışması sürecinde de etkin olduğu anlaşılmıştır” ifadelerini hatırlatan Kavala, “Bu iddianın bazı siyasi aktörler tarafından dile getirilmiş olduğu, basının da bu sözleri haber yaptığı doğrudur. Bazı yayın organlarında bu doğrultuda kanaat yazıları da çıkmıştır. Ancak, bu iddiayla ilgili nesnel enformasyon içeren, araştırmaya dayalı hiçbir haber mevcut değildir. Az sonra özetleyeceğim gibi, hiçbir akademik araştırmada, bilimsel dergilerde yayınlanmış makalede böyle bir iddiaya yer verilmemiştir. Savcılığın bu iddiayı desteklemek için kullandığı, George Soros’un Arap ülkelerinde yaşanan halk ayaklanmalarında, özellikle Tunus ve Mısır’da, önemli bir aktör olduğu, bu ülkelerde yaşanan devrim süreçlerine Soros’un çok büyük finansal destek sağlamış olduğu bilgisi de temelsizdir.
George Soros’un Tunus ve Mısır’da yaşanan devrim süreçlerinde önemli aktör olduğu değerlendirmesi, bu ülkelerdeki siyasi dinamikler ve siyasi gelişmeler tarafından doğrulanmamaktadır. Hiçbir araştırmaya, ciddi bir gazetede yayınlanmış habere dayanmayan bu iddia, aynı zamanda bu ülkelerdeki halk hareketlerini küçümseyici bir bakış açısını da yansıtmaktadır” dedi.
‘Dış aktörler değil, toplumsal tabanı güçlü iç aktörler’
İki ülkedeki rejim değişikliği süreçlerinde dış aktörlerin değil toplumsal tabanları güçlü olan iç aktörlerin belirleyici olduğunu belirten Kavala, “Arap Baharı’ olarak adlandırılan değişim sürecinin başladığı Tunus’ta 2011 yılında ilk özgür seçimlerde Müslüman Kardeşler hareketinin etkisinde kurulan Nahda Partisi ve lideri Raşid Gannuşi iktidara gelmiştir. Hemen arkasından, Mısır’da gerçekleşen devrimden sonra yapılan seçimlerde İslami hareketler Parlamento’da çoğunluk sağlamış ve 2012’de Müslüman Kardeşler’in adayı Muhammed Mursi Cumhurbaşkanlığına seçilmiştir. Ülkemizdeki saygın araştırma kurumlarından olan SETA, Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı tarafından yayınlanan Tunus’ta yaşanan Yasemin Devrimi sürecini ve arka planını inceleyen çalışmada Soros’un etkin bir aktör olduğundan söz edilmemektedir. Yine SETA tarafından yayınlanan Mısır: Devrim ve Karşı Devrim Başlıklı kitapta bu süreçlerde etkisi olan dış aktörler arasında Soros sayılmamıştır. Mısır’da seçilmiş Muhammed Mursi’ye karşı darbe sürecinde rol oynayan dış aktörler arasında da Soros’dan söz edilmemektedir. Tunus’ta ve Mısır’da halk hareketleri incelenirken, bu ülkelerde daha önce serbest seçimlerin yapılmadığı olgusu dikkate alınmalıdır. Her iki ülkede de protestoların rejim değişikliğine yol açmasına neden olan temel faktör, özgür seçimlere yönelik toplumsal taleptir ve bu sayede ilk defa özgür seçimlerin yapılmış olmasıdır. Demokrasi kurumlarının çalıştığı, özgür seçimlerin yapıldığı ülkelerde kitlesel protestolar iktidar değişikliğine neden olmaz; alınan kararların, yürütülen politikaların gözden geçirilmesine, değiştirilmesine yol açarlar” ifadelerini kullandı.
Akademik çalışmalara değindi
Gezi Olaylarının pek çok ulusal ve uluslararası akademik çalışmaya konu olduğunu dile getiren Kavala, “Eylemlere katılanların, sınıfsal konumları, etnik kimlikleri ve siyasi aidiyetleri bakımından çok büyük bir çeşitlilik gösterdikleri, çalışmalarda özellikle vurgulanan bir noktadır. Gezi Olayları, günlük hayatlarını etkileyen konularda söz sahibi olmadıklarını düşünen ve siyasal alanda temsil eksikliği hisseden bireylerin rahatsızlıklarını ve taleplerini dile getirdikleri bir süreç olarak görülmüştür. Bazı akademik çalışmalarda, neo-liberal ekonomi politikalarının yarattığı sorunların ve kent yaşamı bağlamında sosyal adalet ve demokratik katılım taleplerinin, ekonomik büyüme ve rekabet amaçlarının gerisinde kalıp dikkate alınmamasıyla ilgili şikayetlerin Gezi olaylarına zemin hazırladıkları sonucuna varılmıştır. Bu yaklaşım doğrultusunda, Türkiye’de kamusal alanı daraltan ve kent alanını metalaştıran projelere duyulan tepkiyle, aynı dönemde küresel ölçekte ortaya çıkan neo-liberalizm karşıtı eylemler arasındaki paralelliklere dikkat çekilmiştir. İletişim kanallarının belirli aktivistlerin veya örgütlerin oynayabileceği liderlik rollerine yer vermeyen niteliği, bilgi akışının eşit konumdaki katılımcılar arasında sürdürülmesi, üzerinde özellikle durulan başka bir noktadır.
Eylemler sırasında twitter mesajlarının içeriklerini ve nasıl kullanıldıklarını inceleyen geniş kapsamlı bir ampirik araştırma, mesajların ağırlıklı olarak bilgi paylaşımına yönelik olduğunu, olaylar hakkında genel görüş belirten ve dolayısıyla yönlendirme amacı taşıdığı düşünülebilecek mesaj sayısının çok sınırlı olduğunu, bu tür mesajların da şaşkınlık, kızgınlık veya çaresizlik gibi duyguların ifadesiyle ilgili olduklarını, eylemleri yönlendirmeyi amaçlamadıklarını göstermektedir. Makalelerin paylaştığı temel gözlem, Gezi olaylarının plansız ve beklenmedik bir şekilde ortaya çıktığıdır. Organizasyon biçimi açısından da bütün çalışmalarda vurgulanan nokta, eylemlerin, ‘yatay’, ‘bir merkeze bağlı olmayan’, ‘lidersiz’ özellikte olmalarıdır. Bugüne kadar yapılmış bilimsel nitelikli araştırma ve değerlendirmelerin hiçbirinde Gezi olaylarının Hükümet’i devirmeye yönelik önceden planlanmış ve yabancı güçlerin desteğiyle yürütülmüş olduklarına dair bir tez öne sürülmemiştir” dedi.
‘Önemli kamusal işleve sahiptir’
Kent merkezlerindeki parkların, farklı sınıflar, meslekler, kuşaklardan insanların, para ödemeden dinlenip konuşabilecekleri mekanlar olduğunu ve bütün bu insanlar için önemli bir kamusal işleve sahip olduğunu dile getiren Kavala, şu şekilde devam etti: “Bu yüzden de korunmaları için kitlesel eylemlere girişildiği görülmüştür. Mesela bir ay kadar önce, geçtiğimiz Mayıs ayında, Rusya’nın Yekaterinburg kentindeki bir parkta yıkılmış bir Ortodoks katedralinin yeniden inşası kararı, geniş katılımlı tepkilere yol açmış, polisin sert tutumu sonucu protestolar yaygınlaşmıştı. Ama bu örnekte, protesto eylemleri, Vladimir Putin’in de devreye girmesiyle, uzlaşmayla sonuçlandı ve parkta katedral inşası projesi durduruldu. Kent merkezlerindeki parklar, kent sakinleri açısından büyük önem taşırlar ve çağdaş demokrasilerde bu parkların dokunulmazlığı vardır. Gezi Parkı da üniversiteli gencin, esnafın, emekli memurun, sokakta çalışan çocuğun, Suriyeli göçmenin, kent merkezinin telaşından bunalan insanların faydalandığı çok değerli bir mekandır. Gezi Parkı’ndaki inşaat projesine yönelik tepkiler değerlendirirken, parkların bu önemli kamusal işlevi dikkate alınmalıdır.”
‘Suçlamalara dayanak olması mümkün değil’
Gezi Olaylarına katılmış olanların eylemlerinin amaçları ve sonuçlarına dair farklı düşüncelere sahip olabilecekleri gibi, bu eylemlerle ilgili görüş ve değerlendirmeler arasında da farklılıklar olması anlaşılabilir bir durum olduğunu kaydeden Kavala, savunmasına şu ifadelerle sürdürdü: “Nesnel gözlemlere, bilimsel araştırmalara uygun olmayan bir şekilde, Gezi Olayları’nı bir odak tarafından planlanmış ve yönlendirilmiş bir kalkışma eylemi olarak tanımlamak, bütün bu farklılıkları göz ardı ederek yapılan siyasi bir değerlendirmedir. Siyasi aktörler toplumsal olaylar hakkında birbirinin zıddı değerlendirmeler yapabilir; tanım ve terimleri farklı anlamlar yükleyerek kullanabilirler. Ancak, hukukun siyasi mülahazaların üzerinde olması gerekir. İddia makamı tarafından Hükümet’i devirme ve iç savaşa yönelik kaos ve kargaşa çıkarmak gibi suçlamalar yapılırken, eylemlerin bu amaca ulaşmaya uygun nitelikte oldukları nesnel ölçütler kullanılarak tespit edilmelidir. ‘Darbeye, kaos ve kargaşaya ortam hazırlamak’ gibi Ergenekon davasında da kullanılan soyut değerlendirmelerin suçlamalara dayanak olması mümkün değildir.”
‘İsabetsiz bir tespittir’
“İddianamede Gezi olaylarının 27 Mayıs 1960 darbesi öncesine benzetilmesi de oldukça isabetsiz bir tespittir” diyen Kavala, “Gezi Olayları sırasında askeri darbeye sempati işareti olarak anlaşılacak bir slogan atılmamış, konuşma yapılmamış, basın bildirisi yayınlanmamıştır. İddianamede de görüldüğü gibi, Gezi protestolarına katılanlar arasında yapılan değerlendirmeler, Gezi olaylarında ortaya çıkan olumlu enerjinin yerel seçimlere, yerel demokrasinin gelişmesine nasıl katkıda bulunacağı konularına odaklanmıştır. Bu durum, darbeye ortam hazırlamak, kargaşa ve kaos çıkarmak gibi bir niyetin mevcut olmadığının da kanıtıdır” diye dile getirdi.
‘Suçluyu ortaya çıkarma amacı değil’
Kavala, “İddianamede oldukça dikkat çeken tuhaflık Hükümet’e karşı kalkışma eylemini planladığı, finanse ettiği, bu planı icraya koyan gizli yapıyı benimle birlikte yönettiği iddia edilen George Soros’un şüpheliler arasında bulunmaması, ifadesinin alınması için herhangi bir çabanın gösterilmemiş olmasıdır. Bu gariplik ve Gezi olaylarını Soros’a bağlayan kurgudaki kopukluklar ve tutarsızlıklar, iddianamenin suçu ve suçluyu ortaya çıkarma amacına değil, cezalandırmaya dönüşmüş olan uzun tutukluluğuma gerekçe bulmaya ve Gezi olaylarına katılmış yüzbinlerce yurttaşımızın protestolarını itibarsızlaştırmaya hizmet ettiğini düşündürtmektedir” dedi.
‘Hükümet üyeleriyle görüşmeye katıldım’
“İfadem ve ek bilgi verdiğim dilekçemde anlatmaya çalıştığım gibi, Sayın Erdoğan’ın 4 Şubat 2013 tarihinde ‘Gezi Parkı AVM yapılacak’ şeklindeki demeci üzerine, böyle bir projenin yanlış olduğuna hükümet’i ve kamuoyunu ikna edebilmek, Gezi Parkı’nın park olarak korunmasını sağlamak amacıyla çeşitli çabalarım oldu” sözleriyle savunmasını sürdüren Kavala, “Taksim Platformu’nda yer aldım, Gezi Parkı’nda bulundum, orada çevre düzenlemesi, fidan dikme gibi etkinliklere destek verdim. Bunların yanı sıra, iddianamede de yer verildiği gibi, Hükümet üyeleriyle görüşmeye katıldım. Hükümet yetkilileri ile konuşarak, onlarla protesto eylemlerine katılanlar arasında uzlaşma sağlamaya çalışan birisinin kaos ve kargaşa ortamı yaratarak darbeye zemin hazırlıyor olmasının nasıl bir mantıkla açıklanabileceğini anlayamıyorum” diye konuştu.
‘TEMA’nın kurucu üyesiyim’
Çevreyle ilgili duyarlılığının eskiye dayandığını belirten Kavala, şunları söyledi: “1992 yılında kurulan TEMA’nın kurucu üyesiyim, yönetim kurulunda görev yaptım. Gezi Parkı, gençliğimin geçtiği mahallede olduğundan ve şu anda işyeri olarak kullandığımız ofis de Gezi parkına bitişik olduğundan, burası uzun yıllardır günlük hayatımın parçası haline gelmiştir. Gezi Parkı, benim için sadece bir dinlenme yeri değil, yaşamımı zenginleştiren değerli bir kültürel varlıktır. Uzun yıllardır, iş adamlığımın yanı sıra sivil toplum alanında da faaliyet gösterdiğimden söz etmiştim. Bu süre zarfında, çeşitli projeler kapsamında devlet kurumlarıyla iş birliği yaptığımız gibi, devlet kurumlarının, hükümetlerin uygulamalarını eleştirdiğimiz, bunları değiştirmeye çalıştığımız faaliyetlerimiz de oldu. Kamusal ihtiyaçlar ve talepler doğrultusunda, hükümetleri hatalı kararlardan döndürmeye yönelik barışçıl kampanyaların, katılımcı demokrasiyi güçlendiren meşru sivil toplum faaliyetleri arasında olduğuna inanıyorum.
Örneğin, 1 Mart 2003 yılında Irak’ın işgaliyle ilgili Hükümet’in hazırlamış olduğu ABD güçlerinin topraklarımızı kullanmasına izin veren karar tasarısının TBMM’de kabul edilmemesinde, benim de katıldığım, sivil toplum kuruluşlarının yürüttüğü kampanyanın katkısı olmuştu. Bu kararın engellenmesi ülkemizin ve tabii Hükümet’in de lehine sonuçlar vermiştir. Gezi Parkı’nın park olarak korunmasının da kamusal yarara uygun olduğunu kabul etmek gerekir. Bugüne kadar Gezi Parkı’nın park olarak işlev görmesi, Hükümet’in icraatları için herhangi bir engel teşkil etmemiştir. Tersine, bu durum yeni park ve bahçeler açılmasına yönelik Hükümet politikasına uygun düşmektedir.
‘tahliyemi ve beraatımı talep ederim’
Ancak, elbette, Gezi Olayları sırasında vuku bulan ölümler ve sakatlanmalardan dolayı derin bir acı hissediyorum. Yaşanan maddi mağduriyetler de benim için üzüntü kaynağıdır. Yukarıda açıkladığım nedenlerden dolayı, niyet ve eylemsellik bakımından Gezi Olayları sırasında barışçıl faaliyetlerde bulunmuş yüzbinlerce kişiden bir farkım olmadığını belirtir, tahliyemi ve beraatımı talep ederim.”
Aksakoğlu: İddianame sivil toplumu kriminalize etme çabasıdır
Duruşma kapsamında Bernard Van Leer Vakfı Türkiye Temsilcisi tutuklu bulunan Yiğit Aksakoğlu, savunma yaptı.
Savunmasında sık sık iddianameyi eleştiren Aksakoğlu, “Bu iddianame sivil toplumu kriminalize etme çabasıdır” dedi. Savunmasında geçmişte yaptığı sivil toplum çalışmalarını anlatan Aksakoğlu, çalışmaları boyunca Milli Eğitim Müdürlükleri, AKP ve CHP’li belediyelerle ortak çalışmalar yaptıklarını söyledi.
Kendisiyle ilgili yapılan dinlemelerin Gezi Parkı eylemleri sona erdikten, park boşaltıldıktan sonra yaptığını belirten Aksakoğlu, “Benim hakkımda dinleme kararı veren hakimler ve savcıların bir kısmıyla aynı cezaevinde kalıyorum” dedi. Uzlaşı kültürü üzerine çalıştığına dikkat çeken Aksakoğlu, “Şiddetle yetki değişiminden yana değilim. Değişimden yanayım ama toplumsal uzlaşı sağlanarak yapılan değişimlerden yanayım. Hak ve sorumluluk almaktan yanayım” diye konuştu.
Tanışmak suç değil
Savcının iddianamede, suç işlenmiş algısı yaratmaya çalıştığını söyleyen Aksakoğlu, “İddia var, delil yok, örgüt yok. Pervasızca istenen bir müebbet hapis cezası var” diye belirtti. İddianamede Osman Kavala’dan talimat aldığı iddiasına ilişkin olarak ise Aksakoğlu,“Kavala’yla tanışmak suç değildir ama ben Kavala’yla tanışmıyorum. Kavala’yla yaptığım en uzun görüşme cezaevi koridorunda bağırarak yaptığımız hal hatır konuşmalarıdır” diye dile getirdi. Aksakoglu, “Ben Gezi’de bir gece bile kalmadım. 220 gün hücrede kalacağımı bilsem en azından bir gece yatardım” dedi.
‘Adları bile yer almamış’
Aksakoğlu, tek kişilik hücrede kaldığını ve olayın ardından geçen 6 yıldan sonra delillerin karartılması ihtimali olmadığını söyledi. “Gezide ölen insanların hiç birinin ismi iddianamede yer almamıştır bile” diyen Aksakoğlu, tahliyesini ve beraatını istedi.
Yapıcı: Asıl o zaman vatan haini olurdum
Aksakoğlu’nun ardından yazarımız Mimar Mücella Yapıcı da savunma yaptı. Suçlamalara yanıt veren Yapıcı, “Kırk yıllık bir mimar olarak savunduğum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nu ihlal etmekten yargılanıyorum” dedi. Yapıcı, telefon dinlemelerinde özel konuşmalarının da kayıt altına alındığını dile getirdi. Yapıcı, “Osman Kavala’ya kızgınım. Kendisini zengin biliyorduk. Gezi’ye 3-5 plastik masa sandalye göndermiş iddianameye göre, mahalledeki Ayşe hanım bile tencerelerce zeytinyağlı yapıp, gönderdi” dedi.
‘Meslek etiğime göre davrandım’
Mesleğinin etik ve değerlerini anlatan Yapıcı, “Ben mesleğimin ilke ve etiğine göre davrandım. Aksini yaparsam toplumun beni yargılaması gerekir. Ben onu yapmazsam ilkelerimi, değerlerimi kişisel çıkarlarım temelimde kullanmış olurum. Ben eğer mesleğimi toplum yararına kullanmamış olsaydım, asıl o zaman bu vatan hainliği olurdum” dedi. Yapıcı savunmasında, “Ben eğer mesleğimi toplum yararına kullanmamış olsaydım, asıl o zaman bu vatan hainliği olurdu” demesi izleyiciler tarafından alkışlandı. Bunun üzerine mahkeme başkanı “Sanığın savunması bizim için de çok önemli, dinleme hakkımızı elimizden almayın” sözlerini kullandı.
Yaşamını yitirenleri andı
Gezi direnişinde yaşamını yitirenlerin isimlerini okuyan Yapıcı, “46 kişi gözünü kaybetti, bu algı mıydı? Binlerce insanın vücut bütünlüğü bozuldu, bu algı mıydı?” diye sordu. Yapıcı, “Hükümeti istifaya zorlamışız, bütün siyasi partiler hükümeti istifaya zorluyor. Hükümeti istifaya zorlamak suç değildir” diye belirtti. İddianameyi reddettiğini kaydeden Yapıcı, “Ben bu iddianamenin öne sürdüğü her şeyi külliyen reddediyorum. İnsanlar sahip olduğu hakları kullanması sebebiyle cezalandırılamaz. Barışçıl gösteri, huzursuzluğa karşı gelmek suç sayılamaz” diye konuştu.
Dayanışma suç değildir
İddianamenin ileri sürdüğü tüm suçlamaları reddettiğini dile getiren Yapıcı, şöyle devam etti: “Hem yanıtlamak istiyorum, hem de herkesin bir kez daha şu ülkenin geleceği için tekrar tekrar düşünmesini istiyorum. Sizce ben ne yaptım? Nasıl bir savunma verdim? Benim için bu sorunun cevabı basit. Dayanışma suç değildir, suç olamaz. Hele ki ortada bir hukuksuzluk varsa. Anayasa’da tanımlanan bir hakkın yargılanması, Evrensel hukukta adalete aykırıdır. Bu bir dayanışmadır. Dayanışmanın amacı açıktır.”
‘O yapı kaçaktır’
Hukuksuz olanın Gezi Parkı’na yapılmaya çalışılan inşaat olduğunu vurgulayan Yapıcı, “O yapı kaçaktır! Dozerle su ve elektrik tesisleri tahrip edildi. Buna karşı geldiğimiz için yakından iki el gaz atıldı. Bugün bütün kaçak yapılar polis tarafından korunuyor. Biz asla şiddete başvurmadık” dedi.
‘Savunmam hep aynı kalacak’
Yapıcı, “Gezi bizim yarınımızdır. Çocuklarımızın aydınlık geleceğidir. İçinde yer almaktan onur duyarım” diyerek, 2016 yılında yargılandığı davadaki savunmasını okuduğunu ve “Benim savunmam hep aynı kalacaktır” diye konuştu.
Mater: Reddediyorum
Yapıcı’nın ardından Sinemacı ve Gazeteci Çiğdem Mater savunma yapmaya başladı. Mater, “Hakkımda alınan dinleme kararının ardından dosyada bulunan bir telefon görüşmem, Türk Telekom müşteri hizmetlerinin beni araması ve internet paketi satmaya çalışmasıyla ilgili. Film çekmek istediğim için darbeye teşebbüsle suçlanıyorum. Bunun dışında iddianamede hiç bir isnat yok” diye konuştu.
İddianamede film çekmesinin suç sayıldığını hatırlatan Mater, “İddianamede çektiğim iddia edilen film, ABD’li bir belgeselci tarafından çekilmiş bir filmin iki sahnesinde 1,5 dakika süreyle görüş beyan ederken görülüyorum. Bir film projemiz vardı, ama hiçbir zaman çekilemedi. İddianameye göre filmi çekmişim. İddianamede, film hakkında konuşmak üzere bir toplantıya dair telefon konuşmalarım var. Ama iddianameye göre filmi, filmin nasıl çekileceğine ne içereceğine dair yapılacak toplantıdan 15 gün önce çekmişim” ifadelerini kullandı.
Mater, savunmasını “Çekilmemiş bir film ve apartman sahanlığından çekilmiş bir fotoğraf ile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yargılanıyorum. Üzerime atılı bütün suçlamaları reddediyorum” ifadelerini kullandı. Mater, savunmasını “Bu iddianame eğer bir film senaryosu olsaydı mantıksız hataları nedeniyle reddedilirdi ama burada hayatın sinemadan daha kurgu olduğunun göstergesidir” sözleriyle sonlandırdı.
Altınay: Suç değil
Mater’in ardından Anadolu Kültür A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Ali Hakan Altınay savunma yaptı. Altınay, iddianamede kendine yöneltilen tüm suçlamaları reddettiğini kaydetti. Altınay, Türkiye’de vakıf kurmanın ve vakıfta çalışmanın suç olmadığını, vakıfların yurt dışından hibe almasının da yasak olmadığını dile getirdi. Altınay, Açık Toplum Vakfı’nın yasal olduğunu da vurgulayarak, “Altında benim imzam olan hiçbir hibe kararı Gezi ile ilgili değildir. İddianamede anılan hibenin ne olduğunu öğrenmek istiyorum” ifadelerini kullandı.
‘İrademle reddettim’
Altınay, “Birçok kişinin almak için çok uğraştığı Green Kartı’nı kendi iradesiyle reddeden biri olarak bu suçlamaları reddediyorum. Darbe yapmak gibi hevesim ya da niyetim hiç olmadı. Niyetim olmadığını nasıl kanıtlarım diye düşündüm. Yaptıklarımı anlatarak gösterebileceğimi düşünüyorum. Türkiye’de kaliteli eğitim oluşturulsun diye çalışıyorum, Bağımsız Türkiye Komisyonu’nun kuruluşunda yer aldım. Fransız CB Sarkozy ‘TR Avrupalı değildir’ dediğinde, Avrupalı saygın insanları organize edip büyük bir gazetede buna cevap vermesini sağladım” dedi.
Altınay’ın savunmasının ardından duruşmaya yarın devam edilecek.
HABER MERKEZİ