Kalbimizin tarih sayfaları kaybettiğimiz değerlerimizin anma günleriyle dolu. Acısız, kayıpsız bir gün neredeyse yok gibi. Tam 14 yıl önce, Haziran 2005’te de Kazım Koyuncu’yu kaybetmiştik.Tutulduğu kanser illetinden genç yaşta hayata veda eden Karadeniz müziğinin unutulmaz sesi, şarkıları dilden dile dolaşmaya devam eden Kazım Koyuncu; düzenlenen çeşitli etkinliklerle günlerdir anılıyor.
***
Ölürse tenler ölür,canlar ölesi değil. Çok az insana nasiptir bir kısa ömürde bunca sevgi biriktirmek.Geleneksel Karadeniz müziğiyle kendi tarzını yaratan Karadeniz’in asi çocuğu, halkların eşitlik mücadelesinde de bu kısa ömre kocaman bir mesaj sığdırdı. Hiç unutmam ve bir hayli anlamlıdır ki ilk konser durağı Diyarbakır olmuştu. Kazım Koyuncu’nun Lazlar’dan Kürtler’e barış kapısı kurduğu; “Denizin çocuklarından dağların çocuklarına selam getirdim” mesajının ilk söylendiği yer olan bir Diyarbakır Newroz’unda ‘Dido Nana’sını yüzbinlerin bir ağızdan söylemesi onu şaşırtmış ve mutlu etmişti. “Ha konser ha kanser” diyen Kazım Koyuncu ne yazık ki hastalıkla olan mücadelesini kazanamadı. Harbiye’deki anfi tiyatroda düzenlenen cenaze merasiminde tüm halk kesimlerinden insanlar birlikte ağlamıştı. Karadeniz’den İstanbul’a okumak için gittikten sonra lazlığının farkına vardı. Sadece kimliğinin değil Türkiye mozaiğinin, dil ve kültürlerinin,emek mücadelesinin farkına varışı, safını belirleyişi de bu süreçte başlar.
***
Koyuncu kardeşleşme konusunda bir köprü gibiydi. Aşağıdaki sözleri onun duruşunu ve felsefesini anlamak açısından bize ipuçları vermek için yeterli sanırım: “Hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, birgün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar’a, ateş hırsızlarına, Ernesto “Çe” Guevara’ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya…”
***
Şimdi de ona: ‘Şair ceketli çocuk’ diyen dostları ve sevenleri anma etkinlikleriyle, geride bıraktığı ezgilerini hep bir ağızdan seslendirerek ona teşekkür ediyorlar… Anısına saygıyla.
izgorenhicri@gmail.com