Geçen hafta Irak Kürdistan Federe Bölgesel Yönetimi’nden Trabzon’a gelen turist kafilesine yönelik linç bir kez daha önemli noktalara işaret etti. Kürt turistlerin Kürdistan yazılı atkıyla fotoğraf çektirmeleri çevredeki faşist provokatörlerin harekete geçmelerine yetmişti. Milliyetçiliğin en önemli gıdası, cehaletten çokça beslenmiş tosuncuklar içinden çıkamadıkları bir kavram kargaşasından, dışarıya yolu insanlık tarihinin en utanç verici eylemlerinden olan linçle bulmaya çalışıyorlar epeydir. Kendilerini linçle ifade ediyorlar. Trabzon Valiliği’nden yapılan açıklamada linç yine devlet adına “vatandaş tepkisi” olarak masumlaştırılmaya çalışılsa da, devlet diline böyle tercüme edilse de, renk, bayrak, örgüt, devlet, her şeyi birbirine karıştıran bu linç güruhu, düpedüz devletin yetiştirmesi, devlet politikasının ürünüdür. Bu linç eylemlerine yol açan devlet politikası Türkiye siyasetinde hemen her gün her fırsatta ve her ortamda yeniden üretilmektedir.
Devletin ve siyasetçilerin halka ezberlettiği söylemler cahil kitlelerde şartlı reflekse dönüşüyor. Bir renk, bir kelime, bir şarkı yetiyor saldırmalarına.
Trabzon’daki linç eylemi konuşulurken, bu kez de Manisa’da Kürtçe konuşan Suriyeli ailenin evi hedef gösterildi, aile saldırıya uğradı.
Bu linç de yine “münferit” denilerek hafifletilecek, sonra da unutturulup hasıraltı edilecektir. Belki küçük, cılız bir kınama ile geçiştirilecek, mağdurlar ise ahlâksızca kriminalize edilecektir. Çünkü devlet ve hükümetler bu linç eylemlerine “istemem, yan cebime koy” usulüyle yaklaşmaktadır. Devlet için linç bir yönetme biçimidir. Muhalefeti bastırmanın bir yoludur.
Kitleler devlet ve hükümet tarafından belli işaretlere aynı tepkileri otomatik olarak vermek üzere sürekli koşullandırılmaktadır.
Kolluk kuvvetlerinin, özellikle muhalif toplumsal eylemlerdeki polisin tavrı sivil linç heveslilerinin rol modeli olmaktadır. Tek bir göstericiye bir grup polisin eş zamanlı olarak saldırısı ve orantısız şiddeti siviller için bir eğitim sunuşudur. Çoğu olayda bu yol kenarındaki sivil linç heveslileri polise katılıp staj görürler. Resmi dilde onlara “tepkili, hassas vatandaş” denir. Kolluk kuvvetlerini seyrederek eğitim gören, polisin göstericilere saldırısına sahte bir cesaretle katılıp stajını tamamlayan bu milliyetçi faşistler, devletin resmi politikalarının sonucu olarak renk körü edilmiş, algıda seçicilikle izansızlaştırılmış, basit otomatlara indirgenmiştir.
Bu linç mekanizması daha yukarıda devlet katında planlanmakta, üretilmektedir.
Sadece şu son seçim sürecinde miting meydanlarında AKP-MHP bloğunun ürettiği söylemler bile linçin sokaktaki insana içselleşmesinin ve normalize edilmesinin yeterli sebebidir.
Ama yasalar da linçci yetiştirmeye yaramaktadır bir noktadan sonra. Yasa uygulayıcılarının linç güruhunun sırtını sıvazlamaları değildir sadece bunun sebebi. Sadece bir partiye, bir siyaset tarzına değil, bir dile, bir kültüre, bir alfabeye yönelik yasal müdahaleler cahil kitlelere, sokaktaki güruha gerekçe sağlamaktadır. Böylece çoluklu çocuklu bir turist kafilesi bile kriminalize edilir hale gelir.
Ülkede bütün kamusal alan ve resmi söylem linç üretmek üzere kurgulanmıştır.
Pazar günkü gazetemizin manşeti bu anlamda çok önemliydi.
Bedri Türkmen’in “ünlü gezgin Evliya Çelebi tarafından 17. yüzyılda kaleme alınan 10 ciltlik Seyahatname’de yer alan ‘Kürdistan’ kelimesi, Yapı Kredi Yayınları (YKY) tarafından sansürlendi” diye duyurulan haberinde devletin ve hükümetlerin, devletin resmi ideolojisinin, tarihin ve coğrafyanın gerçekliği karşısındaki çaresizliği ortaya çıkıyordu haberde.
Şu son iki haftadaki olaylar bile bana 2015 yılının Kasım ayında Tahir Elçi’nin Diyarbakır’daki cenaze töreninde Selahattin Demirtaş’ın söylediği bir sözünü hatırlattı: “Tahir’i öldüren devlet değil, devletsizlik.” O gün de bu laf çokça manipüle edilmişti. Oysa Demirtaş burada Türkiye’de devletin Kürtlere nasıl ayrımcı yaklaştığını, Kürtlerin statüsünü tanımamasının nelere yol açtığına işaret ediyor, bu devletin Kürtlerin de devleti olmaya bir anlamda hiç yanaşmadığını vurguluyordu.
Tahir Elçi arkadaşımız bugün aramızda değil. Selahattin Demirtaş arkadaşımız cezaevinde rehin. Linçciler ise bu düşman hukukunun ürünü olarak sokaklarda.
Bu ülke bizim de vatanımız. Binlerce yıldır bu coğrafyadayız. Bu devleti bizim de devletimiz olmaya zorlamadan çocuklarımızın bile sokaklarda can güvenliği olmayacaktır. Böyle biline.