Ulus-devlet toplumun çoklu olan doğasına yapılan bir müdahaledir. Farklılıkların birliği anlamına gelen toplumsal doğa, ulus-devletlerde yerini farklılıkların tek’in içinde kendiliğini yitirerek erimesi şeklini alır. Tüm ulus-devletlerdeki bu gerçeklik, Türk ulus-devleti için de olduğu gibi geçerlidir. Yaklaşık yüz yıllık bu ulus-devlet zihniyeti günümüzde Erdoğan’ın meşhur ‘tek millet, tek devlet, tek bayrak ve tek vatan’ söyleminde en üst perdeden olduğu gibi sürüyor. Farklı dil, etnik, din, kültür ve toplumsal kesimlerin kendiliklerini yitirerek başkalaşıma uğratılmaları açık ki hiçbir zaman, kendiliğinden gelişmez. Bu çok özel bir çabanın sonucu gerçekleşir. İşte bu özel uygulamaları yapan rejim, özel savaş rejimidir.
Bir özel savaş rejimi olarak Türk ulus-devleti bu konularda oldukça maharetlidir. Halklar bahçesi Anadolu ve Kürdistan’ı halklar mezarlığına dönüştürmesinden bunu rahatlıkla anlayabiliriz. Gerek Kürdistan’da gerekse Türkiye’de amaçlanan ulus-devletin kurumlaşması önünde engel olarak görülene çok özel operasyonlar çekilmiştir. Günümüzde de hala süren bu özel savaş operasyonlarının yoğunlaştığı alan geçmişten günümüze Kürdistan’dır.
Cumhuriyetin kuruluş sürecinden itibaren Kürt ve Kürdistan’ın nasıl Türk ve Türkiye içinde eritileceği yoğunlaşılan özellerden olmuştur. Başta İsmet İnönü olmak pek çok kişinin bu konuda kafa yorduğu, rapor üzerine rapor kaleme aldığı tarihi belgelerden bilinmektedir. Gerçekten de raporlarda belirlenen perspektif temelinde çok ciddi bir projelendirmeye gidilmiş ve Kürdistan yeniden haritalandırılmıştır. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde özel savaş rejimi açısından sorun teşkil eden Koçgiri, Elazığ, Bingöl, Adıyaman, Erzincan, Dersim, Ağrı gibi yerlerin bugün hangi durumlara itildiği gözetildiğinde bunun kendiliğinden olmadığını belirtmekle yetiniyoruz. Bir dönemlerin isyan merkezlerinin, isyana gerekçe yaptıkları Kürtlük ve Kürdistanilik konusunda kendi orijinlerini ne kadar korudukları, dahası kendilerini bu hale getiren soykırımcı rejime olan bakış açıları değerlendirmeye değerdir.
Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki bu özel uğraş, ulus-devlet açısından tehlikenin hissedildiği tüm zamanlarda ve tüm mekânlarda da sürmüştür. Kürt Özgürlük Hareketi’nin ortaya çıkıp halk içinde kök salmasının hemen ardından bu defa yurtseverliğin, özgürlük mücadelesinin güçlü olduğu yerlerde aynı uygulamalar katmerlenerek sürdürülmüştür. Kürt Özgürlük Hareketi’nin ilk geliştiği Antep, Maraş, Urfa gibi yerler pek çok yöntem iç içe kullanılarak bu özelliklerinden önemli ölçüde uzaklaştırılmıştır. Açık ki buraların mevcut duruma gelmeleri de kendiliğinden olmamıştır. Çok özel uygulamaların bir ürünüdür.
Bu şeyler sadece Kürtlere de uygulanmamıştır. Ermenilere, Süryanilere, Rumlara ve Ezidilere uygulananların soykırım olduğunda ulus-devletçilerin dışındaki herkes hemfikir. Yakın dönemde Çorum, Maraş ve Gazi’de Alevilere yapılanlar aynı amaçladır. Tüm bunlar özel savaş rejiminin ulus-devleti mutlak anlamda hakim kılma çabalarına örneklerdir.
Yanı sıra bunlar sadece farklı kimliklere değil, kadın-gençlik gibi toplumsal kesimlere yönelik yapıldığı gibi, ‘sorunlu’ sokak, mahalle, yerleşkelere kadar yapılmaktadır. Kendileri açısından sorunlu gördükleri yeri, toplumsal kesimi o halden nasıl çıkaracaklarına ilişkin kafa yorar, fizibilite çalışmasını yapar, yöntem geliştirir, projelendirerek sonuç alıncaya kadar uygularlar. İşte tüm bu kendiliğinden olmuş gibi görünen anormalliklerin altında böylesi bir özel savaş çalışması yatmaktadır. Söylemek istediğim toplumsal doğayla uyumsuz olan ulus-devleti ayakta tutabilmek zor olduğundan, ulus-devletin ancak böylesi bir özel savaş rejimiyle varlığını sürdürebileceğidir. Olanların tümü bu anormal olanı yaşatmak içindir ve yaşatmak için işleri zor olsa da çok aktifler, azimliler.
Toplumu dağıtmayı amaçlayan bu özel savaş uygulamalarına karşı toplumu savunmak gerekir. Toplumu dağıtmayı amaç edinen özel savaş rejimine karşı toplum doğasını savunan toplumsal güçler ve demokratik siyaset alanı vardır. Bu karşıt güçler, açık ki çok büyük bir savaş vermektedirler. O halde demokratik siyaset ve toplumsal güçler mevcut performansını ölçmelidir. Özel savaş uygulamalarının ne kadar boşa çıkarıldığı ölçülmeye değerdir.
Açık ki en az özel savaş rejimi kadar demokratik siyaset alanının da somut, sonuç alıcı ve planlı bir çalışmaya ihtiyacı vardır. Çalışma tarzında genel-geçer olmaktan, genellemeler yapmaktan, haklılığın kazanmaya yeteceğine inanmaktan ve her yeni günün daha iyi-güzel gün olacağı gibi düz-çizgisel ilerlemeci mantıktan kurtulmaya ihtiyaç vardır. Gerektiği kadar fizibilite çalışması yapan, halkın ne istediğini bilen, halkın özel savaş rejimine karşı var olan tepkisini nasıl açığa çıkaracağına kafa yoran, yoğunlaşan, bulan ve bulduğu ölçüde de uygulayan bir duruşa ihtiyaç var. Açık ki, silkinmeye ve kendine gelmeye çok ciddi düzeyde ihtiyaç var.
Özcesi nasıl ki tüm bu anormallikler kendiliğinden değil de birer özel savaş uygulaması olarak inşa edildiyse, doğallıklar da kendiliğinden değil, toplumsal güçlerin yaşama tutunmasıyla, yoracağı kafa ve hissedeceği vicdanla yeniden yeşerecektir.
Son olarak bir örnek: acaba bu özel savaş rejimi Şırnak’ta ne yaptı da seçimleri kazandı?