Suriye’de yıllardır devam eden savaşın son bulması ve çözümün umut vermesi için bugüne kadar atılan her adım, kim tarafından yapıldığı belli olmayan provokasyonlarla her seferinde sabote edildi. Durmak bilmeyen savaş can almaya, can yakmaya devam etti. Çözüm ne olacak, nasıl gelişecek sorularının cevabı ise hep havada kaldı, kalmaya da devam ediyor.
Türk devletinin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik tehditlerini yumuşatmak ve diyalog kapısını aralamak için ABD’ nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin Ankara’da olduğu 22 Temmuz günü Urfa’nın Ceylanpınar ilçesine atılan roketle de bir kez daha diyalog kapısına hiç açılmadan kilit vurulmak istendi. Ancak saldırının Ceylanpınar’da ve yine 22 Temmuz’da olması farklı olayları da hatırlattı. Urfa’nın Ceylanpınar İlçesi’nde 2 polisin 22 Temmuz 2015’te evinde vurulduğu olay da bir sürecin provakasyonuydu. Ki, AKP hükümeti bu olayı gerekçe göstererek Türkiye’de başlatılan çözüm sürecini resmen bitirmiş ve Medya Savunma Alanları’na yönelik 24 Temmuz saldırısını başlatmıştı. Daha vahim olanı da o günden bu yana savaş aralıksız sürmesine ve yüzlerce genç ölmesine rağmen olayın hala aydınlatılamamış olmasıdır. Uçan kuştan dahi haberdan olan Türk emniyetinin bu olayın faillerini şimdiye kadar bulmaması, 2015’teki olayın barış sürecine yönelik bir provokasyon olduğu tezini her geçen gün daha fazla güçlendiriyor.
22 Temmuz 2019 günü Kuzey Suriye’nin Serekaniye kentinden Ceylanpınar’a atılan roket de 2015’teki gibi barışa yönelik bir provokasyondur. Ancak böylesi bir provokasyonu kim, neden istiyebilir?
22 Temmuz saldırısının hemen ardından Serekaniye duvarlarına Arapça yazılan ‘Bekleyin ÖSO geliyor’, ‘Ahrar el Rasil Ayn aranızda’ yazıları provokasyon olasılığını güçlendiriyor. Peki kimdir ÖSO, Ahrar el Rasil Ayn? ÖSO, Suriye iç savaşının başından beri AKP-MHP hükümetinin doğrudan desteğiyle çalışan silahlı grupların çatı örgütüdür. Ki, Türk devleti Cerablus, Bab, Ezaz ve Afrin’i onların desteğiyle ele geçirdi. Ahrar el Rasil Ayn ise ÖSO’nun en önemli bileşeni olan Ahrar el Şam’ın bir uzantısı gibidir. Serkaniye’ye has kurulmuş, MİT bağlantılı silahlı bir örgüttür.
Sorun MİT olunca MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Afrin operasyonundan önce ifade ettiği ‘gerekirse Suriye tarafına birkaç adam gönderir, (Türkiye tarafına) birkaç roket atarız. Bu şekilde savaşın gerekçesini oluştururuz’ sözlerini hatırlamamak mümkün değil. Saldırının Jeffrey’in Ankara’da ‘güvenli bölge’ tartışmalarını yürüttüğü bir esnada gerçekleşmesi bu tür düşünceleri daha fazla akıllara getirmektedir. Ama Türkiye tarafı neden böyle bir provokasyona ihtiyaç duysun ki?
‘Yeni Osmanlı’ hayalleri güden, bölgede ve dünyada yayılma siyaseti yürüten AKP-MHP hükümeti ne Kuzey Suriye’de ne de dünyanın başka bir yerinde Kürtler adına, ya da Kürtlerin de ortağı olduğu bir siyasi yapılanma istemiyor. Daha da ilerisi, istememekten de öte kendisi için tehlike görüyor. Bundan dolayı binlerce yıldır coğrafik bir tanımlama olan Kürdistan kavramını dahi sansürleyerek Kürdistan’ın varlığını hafızalardan silmeye çalışıyor. İlk başta Kürdistan coğrafyası inkar edilecek, ardından Kürtler. Osmanlı’nın halkları yok saymaya çalışan dönemine hayran birinin Kürtlerin inkar etmek istemesi hiç de yadırganacak bir durum değil. Bunu sağlamanın tek yolu da yeniden savaş ve askeri yöntemlerle Kürtlerin kazanımlarını ellerinden alma, siyasi bir statü elde etmemeleri için herşeyini seferber etmekten geçiyor. S-400 füzeleri sorunuyla Rusya ile yakınlaşmasının ve NATO kanadından uzaklaşmasının altında yatan temel etken de bu siyasettir.
Türk devleti tarafının Suriye sınırında yeni bir gerginlik istemesinin ikinci bir nedeni de S-400 füzelerinin alımıyla birlikte ABD ile yaşadığı gerginliği ve yaptırım riskinin dozajını yumuşatmadır. ABD’ye ‘bak üzerime daha fazla gelirsen NATO’dan uzaklaşıp, Rusya’ya yakınlaşırım’ tarzında şantaj yapıyor. Açıkça ‘ya ben ya Kürtler’ diyor. Türkiye’de askeri üsleri ve milyarlarca dolarlık yatırımı bulunan ABD’nin Türk devletini daha statüsünün ne olacağı belli olmayan Kuzey Suriye’ye tercih etmesi mümkün görünmüyor. AKP tarafı da bu karta oynayarak, şantaj yapıyor. AKP-MHP hükümeti Kuzey Suriye sınırında gerginliği arttırarak masada elini güçlendirmeyi umuyor. Ceylanpınar’a atılan roketler de ‘bak, saldırı var’ adı altında gerginlik yaratan tutumuna meşruluk kazandırmaya çalışıyor.
Suriye sınırında yaşanacak gerginlikten medet uman bir de Rus tarafı var. Türk devletini daha fazla kışkırtıp Kürtlerle çatışmaya sokarak, Türkiye’yi ABD’nin öncülük ettiği Koalisyon Güçleri ve NATO ile karşı karşıya getirme, hatta NATO’dan koparma siyaseti güdüyor. Ki, F-35 krizi sonrası Rusya’nin Türkiye’ye ‘SU 57 de verebilirim’ teklifinde bulunması ticari bir kaygıdan öte, Türkiye’nin ABD ile daha fazla karşı karşıya gelmesi için AKP hükümetinin eline verilmek istenen siyasi bir karttır. Bu şekilde ABD’yi bölgede zayıflatma ve Suriye’nin tamamına hakimiyet kurma hesabı yapıyor.
Suriye rejimi ise Türk devletinin tehditlerini canlı tutarak, Kuzey ve Doğu Suriye yönetimini kendisine teslim olmaya zorlama hesabı güdüyor. Bundan kaynaklı olarak Kuzey ve Doğu Suriye yönetimiyle diyalog kapılarını tamamen kapatmış, kapının açılması için de 2011 öncesi şartlara dönmeyi tek şart koşmaktadır.
Bu yüzden Türk devleti ile Kuzey ve Doğu Suriye yönetimi arasında yaşanacak her türlü gerginlik, sebepler farklı olsa da, Türk devleti kadar Rusya ve Suriye rejiminin de işine gelmektedir.