Irak’a verilen mesajlara bakıldığında İran bağlantılı milis ağlarına yönelik müdahalenin sadece zamanlama meselesi olduğuna işaret ediyor. Diplomatik dil giderek yerini tehdit ve askeri hareketliliğe bırakıyor
Abdulmelik Ş. Bekir
ABD, İsrail ve İngiltere ekseninde Ortadoğu’ya yönelik 7 Ekim olayları ardından başlatılan yeniden dizayn süreci, zaman zaman yavaşlasa da farklı hamleler ve biçimlerle devam ediyor. Aslında bu yeniden şekillendirme arayışı yeni değil; reel sosyalizmin çözülmesiyle başlayan süreç, 1990’larda “Yeni Dünya Düzeni” ve daha sonra “Büyük Ortadoğu Projesi” gibi isimlerle gündeme gelmişti. Bugün ise adı açıkça konulmasa da İbrahim Anlaşmaları’yla aynı strateji farklı biçimlerle yürütülüyor. Birinci ve İkinci Körfez Savaşları ile Afganistan işgali oldukça yıkıcı sonuçlar üretse de ilgili güçler aynı düzeyde kurucu bir irade haline gelemedi. Büyüyen siyasal, toplumsal ve ekonomik krizler kapitalist moderniteyi kabullenmeyen Ortadoğu kültürüyle buluşunca Arap halk ayaklanmaları olarak infilak etti. Tarihin hak ve özgürlük temelli başlayan en önemli başkaldırılarından olan bu ayaklanmalar maalesef sol sosyalist ve demokratik hareketlerin yetersiz öncülüğü sonucu kapitalist modernitenin müdahalesine uğradı. Halkın itirazları El Kaide ve DAİŞ gibi radikal dinci güçler üzerinden mezhep ve dini çatışmalara kanalize edildi.
Özellikle DAİŞ eliyle Ortadoğu’nun dizaynı için hem meşruiyet zemini yaratılmaya çalışıldı hem de bu süreçte yaşanacak vahşeti normalleştirme hazırlıkları yapıldı. İbrahim Anlaşmaları ağırlıklı olarak İran karşıtlığı üzerinden Arap devletleriyle geliştirildi. Bu stratejisinin ilk hamlesi İran’ı çevreleme politikasının parçası olan Azerbaycan ile Ermenistan arasında Karabağ merkezli yaşanan savaşıyla gerçekleşti. Ardından Filistin, Lübnan ve Suriye sahalarında İran’ın ve ona bağlı yapıların etkisi önemli ölçüde kırıldı. 12 günlük savaşla İsrail, bir yandan istediği tüm sonuçlara ulaşamasa da savaş eksenini Filistin-Lübnan-Suriye hattından İran-Irak hattına kaydırmayı başardı. Bu kayma, İran’ın müdahale baskısını artık kendi sınırları içinde ve sınırlarına çok daha yakın bir düzeyde karşılamak zorunda olduğunu gösteriyor. Şimdiki adres ise kuşkusuz Irak oluyor.
Bu bağlamda ABD-İsrail ve Irak arasında İran’ın ana gündem olduğu ve giderek hızlanan bir diplomasi trafiği yaşanıyor. Yapılan açıklama ve art arda gelen tehditler 12 Gün Savaş’ı ile başlayan İran müdahalesinin yeni merhalesi hazırlanıyor. 7 Ekim’le birlikte İran’ın bölgesel hinterlandında yaşanan değişim, ABD’nin 2003’ten itibaren Irak’ta İran’la kurduğu zımni dengeyi de ciddi biçimde sarstı. Washington artık mevcut statükoyu korumak yerine İran’ın Irak’taki nüfuzunu giderek daraltan yeni bir strateji izliyor. Önümüzdeki dönemde ABD-İsrail aksı bir yandan Hamas ve Hizbullah üzerindeki baskıyı attırırken öte yandan ilk etapta İran’ın Irak’taki kollarını kesmek ve ardından İran içine yönelerek rejim değişikliğine gitmeyi hedefleyecektir.
Irak’a verilen mesajlara bakıldığında İran bağlantılı milis ağlarına yönelik müdahalenin sadece zamanlama meselesi olduğuna işaret ediyor. Diplomatik dil giderek yerini tehdit ve askeri hareketliliğe bırakıyor. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun 21 Ekim tarihinde Irak Başbakanı Sudani ile yaptığı telefon görüşmesinde ilettiği üç maddelik çerçeve önümüzdeki kısa dönemin stratejinin hedeflerini oluşturuyor. Buna göre Kürdistan Bölgesi’ne yönelik saldırıların durdurulması, İran’ın Irak’taki etkisinin geriletilmesi ve Haşdi Şabi’nin yasallaştırılması yönündeki girişimlerin engellenmesiyle birlikte bu grupların dağıtılmasıdır. Irak’a yönelik diplomatik tazyik ABD Savaş Bakanı Hegseth’in Kasım başında mevkidaşı Irak Savunma Bakanı Thabet al Abbasi ile yaptığı telefon görüşmesiyle askeri faza geçti. Abbasi’nin görüşme sonrası basına yaptığı açıklamada “ABD son ve en güçlü uyarısını yaptı” ifadesi, bu yaklaşımın artık müzakere seviyesinden çıkarak müdahale düzeyine ulaştığını gösteriyor.
ABD ve Irak arasında Haşdi Şabi krizi sürerken 26 Kasım tarihinde daha önce de saldırılara hedef olan Kürdistan Bölgesi’nin en büyük gaz ve petrol sahası olan Xor Mor’a yönelik art arda saldırılar gerçekleşti. ABD büyükelçiliği tarafından Xor Mor’a yönelik saldırılara ilişkin yapılan kınamada Irak Merkezi Hükümeti diplomatik teamüllerin ötesine geçerek sert bir şekilde uyarılırken İran ve yakın gruplar tehdit edildi. Açıklamada Irak Hükümeti’nden İran’a yakın gruplara müdahale istendi. ABD’nin Irak Özel Temsilcisi Mark Savaya da yasadışı silahlı yapıların hesap verebilir hâle getirilmesi ve Irak’ta İran’ın etkisini sonlandırması için konuşma yerine artık somut adımların atılmasının zamanın geldiğini söyledi.
İsrail’in bu süreçteki rolünün son derece belirleyici olduğuna şüphe yok. İran’ın zayıflamasını fırsat gören Tel Aviv fırsatı zamana bırakma niyetinde değil. İsrail basını İran’ın bu gruplara lojistik ve mali destek sağladığına dikkat çekerek uluslararası düzlemde “önleyici saldırı” söylemini meşrulaştırmaya çalışıyor. İran’ın tutumu ise İsrail ve ABD’yi karşısına alacak netlikte değil. Bir yandan vekil güçlerinden vazgeçmek istemiyor; diğer yandan geniş çaplı bir karşılık verme kapasitesi sınırlı. Bu yüzden zaman zaman gündeme gelen ABD güçlerinin Irak’tan çekilmesi karşılığında Haşdi Şabi’nin dağıtılması formülü, Tahran açısından geçici bir çıkış yolu olarak görülebilir. Ancak İsrail’in bu formüle sıcak bakmaması şimdilik bu seçeneği de sürüncemede bırakıyor.
İran’ın iç kamuoyuna ve etnik gruplara yönelik güvenlik politikaları da bu süreçten bağımsız değil. Dışarıdaki vekil güçlerini korumakta yetersiz kalan İran iç cepheyi tahkim etmeye çalışıyor. Devlet kontrolündeki medya organlarında son dönemde “İsrail casusluğu” başlığı altında servis edilen haberlerin yoğunluğu gösteriyor ki rejim iç ayaklanma riskine karşı tedbir alıyor. Tahran medya kampanyasıyla Kürdistan, Huzistan ve Sistan-Belucistan gibi etnik açıdan kırılgan bölgeleri dış tehdit söylemiyle baskı altına alırken “Kürdistan” ve “Huzistan” adları verilen iki devriye gemisini denize indirerek Kürt ve Arap bölgelerine sembolik jestler yapıyor. Ancak etnik taleplerin tarihsel ve yapısal niteliği itibarıyla bu tür sembolik adımların sonuç vermesi mümkün değil.
İran ya demokratik bir dönüşüm kapsamında farklı kimliklerin haklarını tanıyacak ya da baskıcı politikalarını sürdürerek daha derin bir iç krize sürüklenecektir. Mevcut idam politikaları ve muhaliflere yönelik baskı, rejimin iç meşruiyet sorunlarını derinleştirirken yapısal bir kırılma olasılığını güçlendiriyor. Kaynayan kazan haline gelen bölgenin göbeğinde ise Kürdistan bulunuyor. ABD ve İsrail’in bölgesel müdahalesi Ortadoğu’da yeni bir siyasi ve askeri gerçekliği açığa çıkarıyor. Bu yeni hal, yalnızca devletler arası rekabetin değil, aynı zamanda etnik, siyasal ve askerî yapılar arasındaki güç ilişkilerini de yeniden tanımlama ihtiyacını açığa çıkarıyor. ABD-İsrail’in ilk hedefi olan İran’ın iç kırılganlıkları ve bu gelişmelerin Türkiye’ye yansıması tüm güçleri yeni arayışlara itiyor. Türkiye ve İran’ın ulus devlet zihniyeti Kürt halkı ve siyasetini hem keskinleşen eski risklerle hem de yeni ortaya çıkan fırsatlarla karşı kaşıya bırakıyor. Ancak tarihte birçok örnekte görüldüğü gibi Kürtlerle ittifakın kazandıracağı, inkar politikalarında ısrarın ise kaybettireceği bir dönemin içindeyiz. Bu nedenle bölgenin geleceğini belirleyecek temel parametrelerden bir de Kürt meselesine yönelik yaklaşım olmaktadır.
Bu bağlamda saldırıların hedefinde olan İran’ın en iyi hamlesi şayet Kürdistan ismini bir gemiye vermek ise ciddi bir değişim dönüşüm niyeti belki de kapasitesi olmadığına işarettir. Öte yandan şu an devam eden Barış ve Demokratik Toplum Süreci Türkiye için tarihi bir hamle olabilir. Ancak iktidar ve devlet içinde bu sürecin ne kadar stratejik olarak ele alındığı yönünde ciddi şüpheler var. Zira Hükümet Sözcüsü Ömer Çelik başta olmak üzere sabah akşam Kürtleri tehdit etmekle ne bu süreç yürür ne de Türkiye murat ettiği sonuçlara ulaşır. İsrail’in İbrahim Anlaşmaları üzerinden Ortadoğu’da hegemon güç haline getirme stratejisine karşı devletin stratejisi Çelik’in sabah akşam tehditleri ise bunun İsrail’e hizmet etmenin ötesinde bir anlamı yoktur.









