“Amerika Birleşik Devletleri bir kez daha büyüyen bir millet -zenginliğimizi çoğaltan, topraklarımızı genişleten, kentlerimizi inşa eden, beklentilerimizi yükselten ve bayrağımızı yeni ve güzel ufuklara taşıyan bir millet- olduğumuzu aklediyor.
“Ve gökteki yıldızlarda görünen ‘aşikâr kaderimizin’ peşine düşerek, Amerikalı astronotları ABD bayrağını dikmeye Mars gezegenine göndereceğiz.
“İhtiras, büyük milletlerin can suyudur ve milletimiz şimdi öteki milletlerden çok daha ihtiraslı. [Dünyada] bizim gibi bir millet yok.
“[…] Bir sonraki büyük maceranın çağrısı ruhlarımızın derinliğinden bize sesleniyor.”
Yukarıdaki alıntı, Donald Trump’ın ABD Başkanlığını devir-teslim ve yemin törenindeki hitabından. Başkan Trump, seçim kampanyası döneminde hitap alanındakilerin ırkçı, kadın, göçmen ve LGBTI+ düşmanı, illiberal önyargılarını dağınık, saçma sapan yerel yalanlarla beslemeye adanmış atmasyonlar yerine dünyanın önüne “Project 2025” ruhunda tumturaklı bir küresel -hatta yıldızlararası uzaya uzanan- emperyalist manifestoyla çıktı. Trump kampanyası seçim döneminde de “emperyalist emelleri”ni saklıyor sayılmazdı, ancak atışmanın içe dönüklüğü ve üslubun özü örtmesi dolayısıyla Trump’ın söylemi ABD iç politikasına özgü yönleriyle öne çıkmıştı.
Artık karşımızda ülkenin en geri toplumsal kesimlerinin oyları peşinde koşan bir yerel politikacının gayriciddi belagati değil, yasama, yürütme ve yargı üzerinde elde edilmiş tam hakimiyet ve Başkanlık ayrıcalıkları sayesinde yerkürenin en zengin, askeri ve teknolojik açıdan en güçlü devletinin kendisi haline gelmiş olan Başkan’ın ağzından Amerikan emperyalizminin dünyanın geri kalanına savaş ilanı var.
Trump’ın söylemi İkinci Dünya Savaşı sonrası statükosunun ABD emperyalizmi tarafından resmen sona erdirildiğini ifade etmekten kaçınmıyor. Trump’ın dillendirdiği “ihtiraslar”, ABD’nin emelleri kapsamında bundan böyle BM Şartı’nın üzerinde yükseldiği dünya düzeninin devletlerarası ilişkileri belirleyen “sınırların değişmezliği”, “içişlerine karışmama”, “toprak bütünlüğü” gibi sabitlerinin yok sayılacağını bütün dünyaya ilan ediyor.
Bütün yazılı tarih, “Topraklarını genişleten […] ve bayrağını yeni ve güzel ufuklara taşıyan bir millet”in bunu başka ülkelerin topraklarına göz dikmeden, sınırları değiştirmeye yeltenmeden, içişlerine karışmadan, yani fetih savaşlarına girişmeden yapamayacağının hikayelerinden ibaret olduğuna göre, ABD Başkanı, başkanlık söylevinde tumturaklı ifadelerle bütün ülkelere, geleceklerinin kendilerinin insafına bağlı olacağını haykırmaktan başka bir şey yapmıyor.
Kanada’yı ilhak, Grönland’ı satın alma gerekirse istila, Meksika Körfezi’ni mülk ilan etme iddialarının kaba böbürlenmeler olduğunu düşünmek safdillik değilse, karanlıkta ıslık çalmakla eşdeğer olabilir. ABD emperyalizmi Trump şahsında “topraklarını genişletme” hedefinin “küresel kabul edilebilirliğini” sınıyor.
Trump’ın konuşmasında yüzeysel olarak bakıldığında kuru edebiyat olarak sayılması mümkün, milleti yıldızları fethe çağıran “aşikâr kader”, -İngilizcesiyle söylenirse “manifest destiny”- ifadesinin Mars’a astronot gönderme hülyasının bir ifadesi olduğunu düşünmek de daha az safdillik sayılmaz.
Aşikâr kader – “Manifest Destiny”- hikayesi Amerika Birleşik Devletleri’nin Atlas Okyanusu’ndan Pasifik Okyanusu’na kadar Kuzey Amerika kıtasına yayılmasının, kaderine içkin olduğunu savunan bir 19. yüzyıl ideolojisiydi. Milliyetçilik, dinsel inanç ve kültürel ve ırksal üstünlük duygusunun mezcedildiği bu kavram, 1800’lerde ABD’nin topraklarını genişlemesinin kaçınılmazlığının güçlü bir ideolojik gerekçesi kılınmıştı. Bu ideoloji Amerikalıların kıtaya demokrasi, Hristiyanlık ve medeniyet yaymak üzere ilahi bir hak ve görevle yükümlendiğinin ifadesiydi.
Bu doktrin beyazların Yerli Amerikalılar’ın topraklarının ele geçirilmesi ve soykırıma uğratılmalarının ahlaki meşruiyetine inandırılmaları, Meksika topraklarının ele geçirilmesi için Meksika’yla savaşı, köleciliğin haklılığının savunulmasının ve kölecilik uğruna İç Savaşa atılmanın en önemli ideolojik kaldıracıydı.
Bir kere yeniden ayaklandırıldığında “aşikar kader”in Elon Musk’ın Mars’a kaçış planlarında kaybolmayacağını akletmek için Donald Trump’ın yemin töreninden hemen sonra imzaladığı Barack Obama ve Joe Biden’ın Başkanlık dönemlerinde, kadınların, LGBTIQ+’ların, yoksulların, göçmenlerin, siyahların, işçilerin ve bir bütün olarak doğanın elde edebildiği nispi kazanımları kayıt altına alan yasa ve yönetmelikler külliyatında bir vuruşta kocaman gedikler açan Başkanlık kararnamelerinin konularının Mars’ta değil, bugünün ABD’si ve dünyasında geçtiğini görmek yeter de artar.
Öte yandan bu kararnamelerle gelen gericilik rüzgarının etkilerinin Amerika Birleşik Devletleri sınırında durmayacağını düşünmek için de pek çok neden var. Trump’ın kararnameleri pek çok ülkede yaygın olarak tartışılan kadın, göçmen, LGBTIQ+, doğa ve emek düşmanı genel zihniyetin bir yansısı. Trump’ın kararnameleri bütün ülkelerin gericileri için bu fikirlerin gerçekleştirilebilirliği bakımından “paradigma” değerinde olacak.
Trump’ın, tüm memurları işten atıp yerine kendi adamlarını getirmeye, İklim Sözleşmesinden çekilerek hidrokarbonlara dayalı enerji üretimine geri dönmeye, birçok masa başı işte verimi arttırdığı sabit olan evden çalışmaya son vermeye, göçmenleri ülkeden atmak için üzerlerine ordu göndermeye, toplumsal cinsiyet ve ırksal/etnik kimlik çeşitliliğini koruyan yasa-yönetmelikleri iptal ederek, beyaz ve erkek bir dünya inşası için farlılıklara savaş açmaya verdiği “sağduyu devrimi” adının yakın zamanda AKP-MHP ideologlarınca koro halinde tekrarlandığını görmek hiç de şaşırtıcı olmayacak.
Paris İklim Anlaşmasından ve Dünya Sağlık Örgütü’nden çekilerek iklim krizi ve iklim krizinin de tetiklediği küresel pandemilere karşı en önemli uluslararası dayanışma kurumlarını çökertme girişimi Trump’ın koruyup kollamaya çalıştığı geleneksel endüstrilerin kaçınılmaz ölümünü önlemeyecek ama iklim krizi inkarcılığı ve aşı karşıtlığından beslenen “cehalet taraftarlığı”nın kapılarını sonsuza kadar açarak her türlü akıl dışılığı akılla savaşta devlet gücüyle donatarak büyük bir küresel gericilik dalgasını tetikleyecek…
Neresinden bakarsak bakalım, ABD’deki iktidar değişikliğiyle birlikte dünyanın en güçlü devletinin ve ordusunun tam desteğini elde etmeye bir adım daha yaklaşan gericiliğin ileriye doğru attığı her adım, dünyanın bütün gerici iktidarlarının tahakkümü için de bir hayat öpücüğü olacak.
Nitekim Tayyip Erdoğan da mesajın Türkiye’ye ulaştığını Trump’la “Birinci dönemdeki dostlukları”na göndermede bulunarak belli etmekte gecikmedi. “Dostluğumuzun aynen devamı bizim için çok önemli” derken, bu dostluktan Kürt halkının payına binlerce hayatın sönmesi, yüzbinlerce Kürdün yerinden edilmesi ve terk ettikleri mülklerine Cihatçıların el koymasına yol açan 2018 Êfrin ve 2019 Serê Kaniyê ve Girê Spî harekatlarına Trump’ın “uçuş yasaklarını kaldırarak” nasıl yol vermiş olduğunu hiç unutmuyoruz.
Trump, yemin töreni öncesinde Erdoğan’la ilişkilerine değinerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dostu olduğunu söylemiş ve “Beğendiğim bir kişi. Kendisine saygı duyuyorum ve sanıyorum o da bana saygı duyuyor” dedikten sonra 2018-19 TSK harekatları dolayısıyla kendisinin Türkiye’nin Kürtlerle ilişkisine nasıl dahil olduğuna ilişkin uyduruk bir öykü anlatmıştı: “Benim peşlerini bırakmasını istemem üzerine [Erdoğan] belli kişilerin peşini bırakmıştı. Kimlerden söz ettiğimi biliyorsunuz, Kürtler!” diyen Trump, “bu durumun ne kadar süreceğini bilem çünkü [Kürtler ve Türkiye] birbirlerinin doğal düşmanı, birbirlerinden nefret ediyorlar” demişti.
Eski genelkurmay başkanı General Milley’in “iliklerine kadar faşist” diye nitelediği Trump’ın ne Kürtler ne Türkiye ne de TSK operasyonları konusunda doğruyu söylemediği açık. Erdoğan’a 2018 ve 2019 operasyonları için yol veren Trump’ı durduran, TSK operasyonlarının IŞİD ile savaşa zarar verdiğini düşünen kendi generalleriydi. Trump şimdi onları divanı harbe verip vermemeyi tartışıyor.
İkinci Dünya Savaşı’nda ABD, Sovyetler Birliği, Fransa ve İngiltere ittifakıyla yok edilen Hitlerin küllerinin ABD emperyalizmine can suyu olması Nietzche’nin tabiriyle “Bir canavarla savaşan, kendi canavarlaşma tehlikesiyle karşı karşıyadır” sözünün en kötü tarihsel örneği olurdu.
Trump’ın ikinci dönemi, büyük bir mücadele çığırı açıyor. Faşizmin Amerika’nın “aşikâr kader”i olup olmayacağı, Trump’ın ABD’nin demokratik gelenekleri ve mirasına karşı başlattığı saldırıya ABD halkları ve kurumlarının ne kadar direneceği kadar, onun küresel ittifaklarına karşı yerel direnişlerin de gücü ve direnişine bağlı olacak.